2013’ün nisan ayında Washington’daki ABD Yahudi Soykırımı Anma Müzesi’nden (USHMM- United States Holocaust Memorial Museum) eğitimcilere yönelik olarak düzenlenen ve 16-20 Eylül’de gerçekleşecek olan seminere başvuru yapma daveti aldım. Seminere başvuran katılımcı adaylarının, özellikle Holokost eğitiminin yapılmadığı ülkelerden; Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Doğu Avrupa ülkelerinden olması istenmekteydi.
Monika Danon Molina
2013’ün nisan ayında Washington’daki ABD Yahudi Soykırımı Anma Müzesi’nden (USHMM- United States Holocaust Memorial Museum) eğitimcilere yönelik olarak düzenlenen ve 16-20 Eylül’de gerçekleşecek olan seminere başvuru yapma daveti aldım. Seminere başvuran katılımcı adaylarının, özellikle Holokost eğitiminin yapılmadığı ülkelerden; Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Doğu Avrupa ülkelerinden olması istenmekteydi. Daha önceleri, 2012 yılının haziran ayında, cemaatimizin bir temsilcisi ve Türk heyetinin bir üyesi olarak Nil Pinto ile birlikte, İsrail’de yer alan Yad Vaşem Soykırım Anma Müzesi’nde gerçekleştirilen 8. Uluslararası Holokost Eğitimi konferansına katılmıştım. Başvurdum ve iki ay sonra kabul mektubunu aldım.
Bir tarihçi ya da insan hakları uzmanı olmasam da, uzun yıllar İsrail’de yaşamamdan ve kişisel merakımdan ötürü, Yahudi Soykırımı hakkında kitaplar okuma, filmler izleme, çalıştaylara katılma gibi uğraşlarla bu konuda daha fazla bilgi sahibi olmaya çalışıyorum. Bu merakımı doğal karşılıyorum, ne de olsa bir Yahudi’yim. Ayrıca, İsrail’in varlığının, bazılarına göre, diğer ülkelerin zamanında Holokost’a sessiz kalmış olmalarının verdiği suçluluk duygusunun bir sonucu olduğu düşüncesi de bu ilgimi açıklıyor olabilir.
Türkiye’de ve yurtdışında katıldığım seminerlerde bilgi birikimi ve kişiliklerine hayran kaldığım birçok değerli insanı tanıma fırsatı edindim. Hepsinin ortak davası; yaşadıkları ülkenin toplumunu, Yahudi Soykırımı gerçeği ile bilgilendirmek ve acı tarihten kendilerine toplumsal tabanda ve insan hakları açısından ders çıkarmaktı.
Nobel Barış Ödülü sahibi Fahri Başpsikopos Desmond Tutu’un Ağustos 1999 söylemi aslında, Holokost tarihinin öğrenilmesindeki önemi çarpıcı bir şekilde açıklıyor:
“Holokost öğrenmemizin nedeni, daha insancıl, daha yumuşak, daha sevecen, daha merhametli, her insanın sonsuz değere sahip olduğunu bilen insanlar olmamızdır. Bu gibi vahşetlerin tekrar yaşanmaması ve dünyanın daha insancıl bir yer olması içindir.”
Washington’da seminerde katılımcıların çoğunluğu Yahudi değildi. On dokuz farklı ülkeden gelen, alanlarında uzman kişilerden oluşan katılımcı profili benim için çok heyecan vericiydi. Kuzey Afrika ülkelerinden; Tunus, Fas, Mısır’dan öğretim üyelerinin yanı sıra, Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği ülkelerinden; Macaristan, Lituanya, Ukrayna, Rusya, Gürcistan’dan, ayrıca Fransa, İngiltere, Hindistan, Güney Afrika ve Senegal’den gelen ve bu konuya gönül veren akademisyenlerle paylaştığım seminer haftası, birçok açıdan ilham vericiydi. Çoğunluğun ülkelerinde Holokost eğitimi yapılmamaktaydı ve hatta bazıları için, bana göre, seminere katılmak kişisel cesaret gerektiren bir adım da sayılabilirdi.
O zaman neden?
Bir haftalık seminer süreci sonrasında cevabın aslında çok basit olduğunu anladım: Çünkü hepimiz insanız. Holokost’ta, Yahudi kurbanların yanı sıra Çingeneler (Roma-Sinti), Alman engelliler ve Sovyet savaş esirleri de hedef alınmıştı. Bu insanlar, mavi gözlü, sarı saçlı ‘Aryan’ ırkından değillerdi ve ‘aşağı tabaka’ sayılıyorlardı. Nazilerin gözünde hayatları yaşamaya değer görülmüyordu o dönem. Ancak ne yazık ki o dönem söylemlerinin benzerleri dünyanın farklı bölgelerinde yakın tarihte, hatta günümüzde bile tekrarlanmaktadır. Örnek vermek gerekirse; yirmi yıl önce Bosna-Hersek’te Sırpların katlettiği Müslümanlar ya da Ruanda’da Hutuların Tutsilere karşı yürüttüğü katliamlar. Ayrıca, Güney Afrika’da onlarca yıl sürdürülen ve nihayet 27 Nisan 1994’te kaldırılan Apartheid rejimi ya da Hindistan’da uygulanan kastlar ayrılığı, halen insan ayrımcılığın ne kadar güncel bir konu oluşturduğunun kanıtı.
Holokost, insanlık tarihine sürülen korkunç bir lekedir. Sıradan insanların, başka insanlara sırf farklı din, mezhep, cinsel tercih, görünüm veya farklı tercihlere sahip oldukları için yaşattıkları vahşettir. Sıradan insanlar dememim sebebi, zulüm edenlerin çoğu ‘normal’ sayılabilecek insanlardı çünkü. Antisemitizm fikirlerini benimsemiş, hükümet otoritesine sorgusuz inanmış, savaş zamanı anomalitesine ayak uydurmuş, grup baskısına uyum sağlamış, kariyer ve gelecek endişesiyle hareket etmiş bireylerdi; ancak sadece vahşeti yaratanlar değil, aynı zamanda seyirci kalan, suskunluğunu koruyanlar da sorumludur.
Nazi Almanya’sında yaşayan Papaz Martin Niemöller’in dediği gibi, “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”
Holokost bu yüzden sadece Yahudileri ilgilendirmesi gereken bir konu değildir. Holokost öğretileri evrenseldir. İnsan, yaşadığı toplumda ayrımcılığa, ırkçılığa, nefret ve şiddet söylemlerine suskun kalmamalıdır. Çünkü bir konuda bir gün ‘ayrı’ kalma olasılığı, hangi din, mezhep, cinsiyet, görünüm veya farklı tercihlere sahip olduğuna bakmaksızın, her zaman vardır.