Polonyalı’nın sol eli Azrail,
sağ eli melektir…
Aynı anda ölüm ve yaşamla yüz yüzedir, o yüzden bu müzik derindir.
Piyano çalma öğretisi, bir devrimdir; en üst düzey zorlukta görünür ama aslında öğrettiği şey ‘doğallık’tır.
Sol elin eşlik olduğunu düşünenler, Azrail’i unutmaktadır. Azrail olmadan meleği nasıl anlayacaksın? Kötü olmadan iyiyi, kirli olmadan temizi nasıl anlayacaksın? Kanalizasyon kokuları olmadan gül kokularını nasıl?
Azrail ise unutulmayı affetmez.
F. Say
25-26 yıl kadar önceydi. Müzik zevkine güvendiğim bir dostum “genç bir piyanist var, gelin dinleyelim, çok beğeneceksiniz” diyerek bizi AKM’ye götürmüştü. Koca salonda ancak 100-150 kadar izleyici vardı. Sahneye 16-17 yaşlarında bir çocuk çıktı. Sıkılgan bir tavırla selam verip piyanoya yöneldi. Parmakları tuşlara dokunur dokunmaz, o utangaç çocuk gidip yerini müthiş bir virtüöze bırakıverdi. Bizleri unutup, elleriyle, ayaklarıyla, yüzünün 1001 türlü mimiğiyle müzikle özdeşleşerek, ustalığı bir yana, çaldıklarını yaşından beklenmedik bir derinlikle yorumlamasıyla hepimizi büyüledi. Resitalin sonunda olağanüstü bir olay yaşamış olduğunun bilincindeki o 150 dinleyici, genç adama 1500 kişinin yapacağı tezahüratı yaptı. Bitmeyen alkışlarla defalarca sahneye dönen delikanlı hiç nazlanmadan bol bol ‘bis’ yaptı. Sonunda da, Mozart’ın Rondo Alla Turca’sından girip, klasikten caza uzanan çeşitlemelerle veda etti.
Salondan çıkarken arkadaşıma “büyük konuşmayayım ama bu çocuk yarının en büyük piyanistlerinden biri olacak” dediğimi anımsıyorum. Aslında ‘büyük’ değil, ‘küçük’ konuşmuşum. ‘O çocuk’, yaşayan en büyük piyano yorumcularından biri olmakla kalmadı, günümüzün en önemli bestecilerinden biri de oldu.
1 Kasım gecesi Zorlu Center’in hınca hınç dolu Ana Tiyatro salonunda, Performans Sanatları Merkezi (PSM)’nin sitesinde “Fazıl Say plays Chopin” olarak sunulan resitalin solisti Fazıl Say’ı ben ilk kez o gün tanımıştım.
MÜZİKAL BİR MÜCEVHER: NIETZSCHE VE WAGNER
Say, programına“Richard Wagner’e Saygı” alt başlığı taşıyan Nietzsche ve Wagner adlı kendi bestesiyle başladı. Presto-Forte bir Nietzsche ile Piano-Adagio bir Wagner’in hem karşıtlıklarına hem de kavgalı ilişkilerine odaklanan bu küçük müzikal mücevherin ardından büyük besteciye neden saygı duyduğunu bizlerle paylaşmak istercesine ‘Tristan ve İsolde Operası’ndan İsolde’nin Aşk İntiharı’nın Franz Liszt tarafından yapılan piyano uyarlamasına geçti.
Wagner’in, armoni ve çok sesliliği özgürce kullanarak, bitirmediği uzun kadanslarıyla müzikal gerilimi oluşturarak çığır açan ve 20. yüzyıl Klasik Batı Müziği’ne yol gösteren operasının dramatik final aryası ‘Liebestod’da Say, ölen sevgilisinin ardından yaşama veda edecek olan İsolde’nin hissettiklerini nerdeyse elle tutulur hâle getirdi.
HER TÜRLÜ DENEYE AÇIK BİR ARAŞTIRMACI FAZIL SAY
Ve sıra geldi Chopin’in ünlü Op.35 Si Bemol Minör Piano Sonatı’na.
Klasik müzikle yakından uzaktan ilgisi olan hemen herkesin tanıdığı, bestelerinin çoğunu bildiği, piyano virtüozlarının özellikle ustalıklarını sergilemek için sık sık başvurduğu, iyice popülerleşmiş bu Romantik Dönem bestecisinde, Fazıl Say gibi müziğin sadece duygusuna ve tınısına değil, felsefesine de inmeyi başarmış bir yorumcunun neler keşfedeceğini aslında merak ediyordum.
Say, sadece besteci olarak değil, solist olarak da her çalışında kendisini aşmaya ve yorumunu yenilemeye çalışan, her türlü deneye açık bir araştırmacı. Stravinski’nin Bahar Ayini’nin dört el piyano versiyonunun her iki piyano partisyonunu 1999’da kaydettikten sonra, CD’de elde ettiği müthiş sentezle yetinmeyip, partisyonların birinin kaydına canlı olarak eşlik ederek olayı konser salonlarına başarıyla taşıyacak kadar da cesur.
Chopin için “Verem, memleket hasreti ve çok gerilerde kalmış bir ilk gençlik aşkı, onun seslerin derinlerine gömdüğü DNA kodlarıdır, sırlarıdır. Sırları çözmeye uğraşmalı, çözülen sırlar doğru sesleri getirecektir” demiş olan Say, gerçekten de eseri didik didik ederek, tekrar tekrar okuyarak çözdüğü bu sırları o gece 2300 dinleyiciyle paylaştı!
Rus işgalindeki Polonya’yı 20 yaşında terk ederek yaşamının kalan 19 yılını sürgünde geçiren Chopin, ülkesindeki ayaklanmalara dolaylı da olsa müziğiyle destek vermiş bir vatanseverdi.
Söylemedikleriyle, hak etmediği yargılı ve yargısız infazlara maruz kalan, dünyanın herhangi bir ülkesine göçüp baş tacı edileceğine, hem hukuk savaşımını ülkesinde vermeyi hem de kendi ülkesine müziğiyle hizmet etmeyi seçmiş biri olan olan Fazıl Say, sonatın fırtınalı bir giriş ve lirik bir ikinci temadan oluşan ilk bölümünü ve ardından gelen virtüoz işi scherzo’sunu, kişisel isyanını da dillendirirmişçesine çaldı.
Sonatın belkemiğini oluşturan üçüncü bölüm, Marche Funèbre ise, kendi bestelerinde de konulu müziği yeğleyen Say’ın elinde, temposunu bir miktar yavaşlatarak bütün izleyicilerin katılmasına olanak sağladığı olağanüstü bir cenaze törenine dönüştü. Ağırbaşlı girişte, duygularımızı kontrol altına alarak, vakur bir şekilde konvoya katıldık, ‘lento interlude’lerde üzüntümüzü dizginlemeyi bırakıp arada bir gözyaşlarımızın süzülmesine izin verdik; ana temaya dönüldüğünde ise kendimizi toparlamaya çalıştık... Dinmek bilmeyen akorların oluşturduğu kasırga gibi finalde de Arthur Rubinstein’ın dördüncü bölüm için “mezar taşları arasında uluyan rüzgâr” dediğinde neyi kastettiğini bir kez daha hissettik.
Fazıl Say’ınki, pek çok yorumcudan defalarca dinlemiş olduğum bu başyapıtın bugüne kadar duyduğum en farklı, en kusursuz, en heyecan verici yorumu ve gerçek bir ‘büyük usta’nın doğru sesleri nasıl bulduğunun göstergesiydi.
Say, aradan sonra Chopin’in 21 noktürnünden altısını seslendirdi. Melankolik bir ruh halini yansıtan, gerilimlerin kontrpuanlarla oluştuğu, özgürce akan ritmleriyle sonat formundan, melodik yapısıyla opera aryalarından esinlenen bu noktürnleri yine farklı bir okumayla, bu kez duygu akışının iyice önünü açarak yorumlayan Fazıl Say, resitalini Chopin’in Op.57 Ninni’siyle sonlandırdı.
İzleyiciyi müziğin kanatları üzerinde düşler diyarına uçuran ninninin ardından dinmeyen alkışları Say, bu kez de kendinden bir ‘Ses’le cevaplayarak geceyi sonlandırdı.
MÜZİK ZİYAFETİNİN GERÇEKLEŞTİĞİ DEV SAHNELİ BAŞARILI BİR MEKÂN
Böylesine bir müzik ziyafetine büyük katkısı olan mekânından da söz etmek gerekiyor. Yalnız dünyaca ünlü müzikallere değil, klasik müzikten caza, dansa ve tiyatroya, kısaca gösteri sanatının bütün dallarına ev sahipliği yapmak üzere tasarlanan Zorlu Center Performans Sanatları Merkezi’nin zenginleştirilmiş akustik özelliğe sahip Ana Tiyatro Salonu, bütün koltuklarından sahnenin görüldüğü ve duyulduğu, 2262 kişilik kapasitesi ve her türlü modern donanıma sahip dev sahnesiyle çok başarılı bir mekân.
Doğal akustik donanımla tasarlanmış ikinci bir salonu daha var. Fazıl Say 8 Nisan 2014’de bu ikinci salonda kendi bestelerini yorumlayacak. Biletler satışta. Salonun kapasitesiyse 738 kişi. Ben şimdiden yerlerimi aldım. Açıkta kalmak istemiyorsanız sizlere de aynısını yapmanızı öneririm.
NOT: Geçen yazımda ikincikat-karaköy’deki destek oyunlarından söz etmiştim. Geçenlerde Çevre Tiyatrosu’dan Katalan yazar Jordi Galceran’ın “El mètode Grönholm / Metot” unu izledik. “El método” adıyla 2005’de Marcelo Piñeyro tarafından filme de alınmış olan oyunu Serkan Keskin yönetiyor.
Çağcıl iş dünyasında işe alma ve eleman seçme yöntemlerinin eleştirildiği “Metot”, önemli bir şirkette üst düzey bir yönetici pozisyonuna seçilmek için, zayıfları güçlülerden ayırmak amacıyla geliştirilmiş olan Grönholm Metodu adlı sıra dışı yöntemle kapatıldıkları bir odada, yarıştırılan/savaştırılan dört kişi arasında geçmektedir.
Hileler, ihanetler ve tersine dönmelerle durmadan yön değiştiren ve absürdün başı çektiği bir gerilim oyunu gibi gelişen bu kapkara komedide yönetici adaylarını canlandıran Sarp Aydınoğlu, Sezin Bozacı, Serkan Keskin ve Mustafa Kırantepe dörtlüsü çok başarılı.
2002 yılında Işıl Kasapoğlu önderliğinde kurulan ve hiçbir sponsor, finansör desteği olmadan, ucuz bilet satarak geniş kitlelere açılma yolunu seçmiş olan Semaver Kumpanya topluluğu, oyunu kendi tiyatrolarında sahnelemeye devam ediyor.
Adresi: Çevre Tiyatrosu Kuvayı Milliye Cad. Çevre Sok. Kocamustafapaşa.
Ulaşımı öyle zor değil. Taksim ve Eminönü’nden hareket eden 35 no.lu otobüs veya Taksim’den kalkan dolmuşlarla Kocamustafapaşa’ya ulaşılabiliyor. Özel aracınızla gidecekseniz (0212) 585 59 35’den sorun, çok güzel tarif ediyorlar.
Mutlaka izleyin derim.
Hepinize iyi seyirler.