İlişkilerimizi şekillendiren, renk veren, derinlik ve anlam kazandıran en önemli etken duygularımızdır. Sevgilerimizi, aşklarımızı, üzüntülerimizi, sevinç ya da kızgınlıklarımızı benliğimizde istem dışı gelişen bu duygular oluştururlar. Bunları kontrol etmek aslında oldukça güçtür. Çoğu zaman özel bir çaba ve deneyim gerektirirler.
İki yaşındaki bir çocuğun, elinden oyuncağını zorla çekiştirerek alan bir yaşıtına öfkelenerek ona vurması ve çığlıklar atarak ağlaması buna bir örnek olabilir. Ergenlik çağındaki bir genç kızla delikanlının tanışmaları ve birbirlerinden hoşlanmaları sonrasında, romantik bir ortamda müzik dinlerken kendiliğinden gelişen o ilk sarılma ya da öpücük, aralarında oluşacak duygu fırtınasının ilk belirtileridir. Sevdiğiniz birinin seyahate çıkmasından dönüşüne kadar onun için duyduğunuz merak, hissettiğiniz o derin özlem bu duyguların ürünleridir. Bir mağazanın vitrininde gördüğünüz bir giysiyi, bir objeyi, zihninizde hemen sevdiğinizle özdeşleştirerek ona bunu alma isteğiniz de öyle!
Ondan ayrı olduğunuz zamanlarda sürekli onu düşünmeniz, onun için kaygılanmanız, kendiniz için isteyebileceklerinizden çok daha fazlasını onun için istemeniz, ona duyduğunuz dayanılmaz özlem, sarıldığınızda tüm bedeninize dalga dalga yayılanlar, birlikte olduğunuzda duyduğunuz o tarifsiz doyum işte bu duygulardır.
Bunları hepimiz sık sık yaşarız… Ama onları ifade edebilmeyi ne yazık ki çoğu zaman beceremeyiz. Duygularımızı yüklenebilecek kelimeleri bulamadığımız için cümleleri kuramaz, kurduğumuz cümlelerin ise yetersiz kaldıklarını, duygularımıza ihanet ettiklerini görürüz. Dünyada en çok kullanılan “Seni çok seviyorum” kelime üçlüsünü günde 100 kez kullansanız, 101.’sinde duygularınıza hizmet etmediklerini görür, kullanmaktan vazgeçersiniz.
Duygular derinliğini arttırınca sözler yerine bir bakışın, kelimeler yerine bir el tutuşun, sözlü ifadeler yerine yüreğinizden taşan bir hareketin ne denli daha anlamlı olduğunu fark edersiniz. Ve o yalnızca ikiniz arasındadır. Yeter ki karşınızdaki sizinle aynı derinlik seviyesinde bunları algılayabilsin…
Uzun zaman önce okuduğum ve belleğimde yer eden “Un nudo en la sabana” başlıklı İspanyolca bir öyküyü anımsadım.
Bir okulun veli toplantısında okul yöneticisi, babaların çocuklarına vermeleri gereken destek ve ilginin öneminden bahsetmekteymiş. Babaların çocuklarına mümkün olan en fazla zamanı ayırarak çocuklarının yanında olmalarını öğütlüyormuş. Babaların büyük bir çoğunluğunun zor şartlarda çalışanlar olduğunu bilmesine rağmen, çocuklarını anlamaları ve yakın ilişki kurmaları için onlara zaman ayırmaları gerektiğini söylüyormuş.
Tam bu sırada, veliler arasından yüz ifadesi oldukça üzgün bir baba ayağa kalkarak söz istemiş. Çalışma saatleri nedeni ile oğluna hafta arası günlerde hiç zaman ayıramadığını, onunla görüşüp konuşma fırsatı bulamadığını anlatmış. İşyerine zamanında yetişebilmek için sabah çok erken henüz oğlu uyurken evden çıkıyor ve akşamları o yatıp uyuduktan sonra evine dönebiliyormuş. Ailesini geçindirebilmek, onların ihtiyaçlarını karşılayabilmek için başka çaresi yokmuş. Çocuğunu görememek, konuşamamak onu da çok üzüyormuş. Her akşam eve geldiğinde, elini yüzünü yıkadıktan sonra usulca oğlunun yatak odasına gidiyor, o uyurken onu öpüp kokluyor ve odadan çıkmadan önce çarşafının bir köşesine bir düğüm atıyormuş. Bunu her gece hiç bıkmadan tekrarlıyormuş.
Oğlu sabah uyanıp düğümü gördüğünde, babasının gece yanına geldiğini, kendisini öpüp kokladığını ve o düğümle kendisini çok sevdiğini iletmekte olduğunu anlıyormuş. Bu düğüm baba ile oğul arasında her gün tekrarlanan bir iletişim aracı haline gelmiş.
Yönetici, babanın ağzından duyduğu oğlu ile arasında yaşanmakta olan bu sıradışı ilişkiden çok etkilenmiş. Hele bu babanın çocuğunun okulun en parlak öğrencilerinden birisi olduğunu öğrenmek onu oldukça şaşırtmış.
Bu öykü bize, yanlarında olmasak bile sevdiklerimizle iletişim kurabilmenin, onlara duygularımızı aktarabilme yollarının ne denli farklı ve çeşitli olabileceğini göstermekte. Fiziksel olarak onun yanlarında olmamamıza rağmen, ruhen ne denli yakınlarında hatta içlerinde olabileceğimizin örneğini vermekte.
Bu baba bunun basit ama çok etkili bir yolunu bulmuştu. Ve daha önemlisi bu küçük çocuk, babasının attığı basit bir düğümden, babasının kendisine sözlerle söyleyebileceklerinden çok daha fazlasını algılayabilmekteydi.
Bazen söyleyeceğimiz cümleleri o kadar çok düşünürüz ki, aslında onların duygularımız aracılığı ile oluşup karşımızdakine o şekli ile ulaşmaları gerektiğini unuturuz. Basit bir öpücük veya çarşafın bir köşesine atılan bir düğüm gibi küçücük jestlerin, birçok sevgi cümlesinden, birçok özürden, birçok hediyeden çok daha değerli, çok daha anlamlı olduğunu gözden kaçırırız. Sonra da ortalıkta duyguları tamamen yitirmiş anlamsız cümleciklerin başıboş uçuştuklarını ve kulaklarımızı tırmaladıklarını fark ederiz.
Sevdiklerimiz için kaygılanmak tabii ki çok anlamlıdır. Ancak önemli olan bu kaygılarınızın onlar tarafından algılanması ve duyumsanmasıdır…
Duygu iletişiminin oluşabilmesi için karşınızdaki insanın kalbinizin dilini anlaması, onun sessiz sesini kelimelerden çok daha güçlü duyabiliyor olması gerekir.
İşte bu nedenledir ki sevgi yüklü bir öpücük bazen baş ağrınızı dindirebilir, boynunuzdaki adale ağrısını giderebilir ya da karanlık korkunuzu tamamı ile yok edebilir.
İnsanlar çoğunlukla sevgi ifade eden cümleleri yeterince algılayamazlar. Fakat sevgiyi kendilerine taşıyan basit bir jesti yüreklerinde hissederler.
O jest basit bir düğüm olsa bile…
Sevgi, aşk, özlem dolu bir düğüm…