Modern sanat, klasik olanı tersyüz ederek, toplumların sosyal bütünleşme, dayanışma ve yeni bir şeyler söyleme isteğinden doğmuştu. Bu nedenle artık geçmişte kalan, klişeleşmiş ve gelenekselleşmiş ilkelerin yerini anlamların özgürlüğü almıştır. Artık bu farklı özgürlük arayışı ‘sanat’a, hem zamana karşı direşken bir hafıza, hem direniş ruhu kazandırmıştır
Sanat tarafsız değildir ve her koşulda siyasi ve ideolojik art anlamlarını amacı doğrultusunda kullanır.
Bu da sanatçının varlık sorunsalının çözümüne çağdaş bir yol gösterici olarak olanak sağlar. Bugün ise teknoloji, kültürü ve sanatları öylesine bir örnekleştirdi ki, sanatları karşılaştırmak bile önemini yitirdi. Son Contemporary yapıtlarında bunları fazlasıyla gördük. Örneğin fotoğrafçılığın gerçekçi bir sanat olarak yükselmesi, öteki sanatların marjinalleşmelerinde önemli bir rol oynadı. Sanatçılar çoklu değerlere yöneldiler. Kimlik arayışı sanatlarda aranan bir değer oldu. Statü, içeriğin belirleyici özelliği olmaktan çıktı. Estetizm iflas etti. Kalıcılığın yerini geçicilik, güçlünün yerini zayıf aldı. Düşünce olabildiğince özgürleştirildi. Bu da; sanat nesnesi ile ona bakan göz arasında duyulan hazzın, sanatçı tarafından sürekli ve eleştirel bir paradigmaya dönüşmesine olanak sağladı.
Nietzche, “Her yeni başlangıç geleneklere, kabul görmüş dünya görüşlerine, inançlara, değerlere, karşı bilimsel kuramlara yaslanan mutlak gücü tehlikeye sokar,” demişti. Bu nedenle politik yaklaşımlar ve kültür endüstrisinin toplumsal baskısı, sanatın direniş sahasını sınırlamaya çalışsa da, özündeki direnişten doğan sanat toplumsal gerçeklikle bütünleşmiştir artık.
Bütün direniş biçimleri arasında en çok ses getireni, doğal olarak halkın kendiliğinden örgütlenerek direndiği, karşı koyuşlarla kendini ifade etmek istediği, yanlış, yersiz ve kötücül amaçlı çevre ve mimarlık politikaları olmuştur.
Haziran ayında İstanbul’da eşi görülmemiş ‘Gezi Direnişi’ üstelik nükteli anlamlarıyla yoğun bu özdeş dayanışma kendi sanatını da doğurdu. Farklı disiplinlerde birçok sanatçı üretimleriyle hem ‘direniş süreci’ne katkısı hem toplumsal belleğin yeniden yapılandırılmasıyla geçmiş ve gelecek arasında köprü oluşturdu. Post-modern bakış açısı, sanat yapıtının hiçbir zaman tek ve asal anlamı olmayacağı düşüncesiyle günümüzde yer etti; yapıtı, izleyici ve üretim sürecinin devamlılığıyla dinamik ve diyalektik ortamda yaşattı. Bu durum elbette sanatçıya geçmişten hak iddia etmeyi, geleceğe küresel mesajlar vermeyi haklı kılmaktadır.
Dünyada direnişle doğan sanatların etkisi öylesine çoktur ki birçok rejim için kendini yeniden yapılandırma arzusuna yol açmıştır. Apartheid’in (Afrika’da yıllardır süregelen ırk ayrımcılığı) en kanlı yıllarında gelişen direniş kültürü, yüzlerce sanatçıyla ait resimler, heykeller, enstalasyonlar, duvar resimleri, posterler, grafittiler ve bunların arasında dolaşan özgün müziklerle ‘Direniş Sanatı’nın ikonografik en çağdaş anlatımını doğurmuşlardı.
1937’de Alman Faşizminin dünyada yankılanmasına sebep olan Guernika bombalanmasıyla yaşanan korku, karmaşa ve dehşetin Picasso’nun ünlü tablosuyla anlatılabilmiş 20. yüzyılın savaş karşıtı ikonu olmuştu. Ve bu ikon, o soyutlama dilini kullanarak savaş sonuçlarına karşı tüm insanlığı direnmeye çağırmış, yıllar geçse de o baskıya karşı direnişin varlık sorunsalına adını yazmıştı.
Yaşadığımız coğrafyada da tarih sürecinde birçok kıyım, baskı, katliam, savaş dönemleri geçmiş, kültürler ve etnisite yok edilmeye çalışılmıştı. Örneğin 1993 yılında yaşanan Sivas Katliamı bir grup aydın sanatçının yakılmasıyla kalmamış, toplumu da ateşe atmıştı.
Ortamda yaşanan toplumsal hezeyan ile bu 35 sanatçının fikirleri duygu ve düşünceleri ateşlerle yok edilmek istenmişti. Direnişin karşısına politik baskılarla ve adaletin yok edilmesiyle karşı çıkılsa da ve artık bu sanatçılar yapıtlar yeniden üretemeseler de toplumsal bellek bu uğurda yepyeni sanatçılara Direnişin Sözcüsü olarak ihtiyaç duyuracaktır.
Geçtiğimiz hafta açılan ve ‘Unutmamak’ adıyla sergilenen her biri kaybedilen bir sanatçıya ithaf edilen tam 35 yapıt Sivas yangınının halen sönmediğini ama buna rağmen bir daha yaşanmaması gerektiğinin altını çiziyor. Resim, heykel ve gravür sanatlarının en bilinen önemli isimleri Bubi’nin organizasyonunda bir araya gelerek yaptıkları ve bir taraflarını yaktıkları yapıtlarını sergilemeye devam ediyorlar.
Sivas katliamının zaman aşımına uğrayarak toplumsal belleğin dışına atılması çabaları, sanatçıların bu duyarlı yaklaşımlarıyla, izleyiciyi bu ateşin ve dumanın içine çekip 20 yıl öncesinin yeniden hatırlanmasını sağlıyorlar. Ayrıca bu sergileme ‘Unutmamak Müzesi’ adıyla oluşturulan kalıcı bir müzenin yapımına önayak olmuştur.
Direnişin sanatı, salt üretilen yapıtlarıyla değil, yapıtların direnişi doğuracağı mekânları da üretebilme özelliği taşır. Mimarinin bir direniş sanatı olarak yorumlanması ülkeler ve coğrafyalar ile sınırlanmaz, aklın ve belleğin toplumsal yansıması olarak karşımıza çıkar. Bugün Berlin Jews Museum bile, Yad Vaşem bile bir direnişin ve toplumsal hafızanın yansıması gelecek toplumlara aktarılması olarak görülmelidir.
2012 yılında Pritzker Mimarlık Ödülü’nün sahibi Wng Shu, ödülünü Pekin’in Tiananmen Meydanı’ndaki dev boyutlu buyurgan yapı özelliği taşıyan halk evinde almıştı. Bu yapıt bütün mimarlığa direnişçi tasarımlar konusunda bir 21. yüzyıl mesajıdır.
Theodor Adorno, “Bütün çağdaş kültür fenomenleri (bunlara erdemler ve yapıtta tamamlanmışlık niteliği dahil) kitch üretimiyle boğulacaklardır,” demiş. Bu saptama aslında bir tür direniş beklentisini ima etmekte olduğu gibi, sanatın toplumsallığının evrenselliğinin ve sözcülüğünün de önemini vurgular.