İstanbul’un kalbinde bir İtalyan Hazinesi: CASA GARİBALDİ
İtalya devletinin kurulmasına öncülük eden, İtalyanlar tarafından İtalya’nın en büyük yurtsever ve kahramanı olarak da bilinen Giuseppe Garibaldi’nin bir dönem İstanbul Beyoğlu’nda yaşadığını biliyor muydunuz? İtalyanların büyük bir çoğunluğu tarafından İtalya’nın Atatürk’ü olarak ta kabul gören bu efsanevi ismin gençlik yıllarının bir bölümü İstanbul’da geçiyor
Geçtiğimiz pazar günü İstanbul Rehberler Odası, profesyonel tur rehberlerine yönelik gerçekleştirdiği eğitim gezisi ile tarihin gizli sayfalarında kapalı kalan bir döneme de ışık tutmayı başardı. İRO ikinci başkanı ve profesyonel tur rehberi Sedat Bornovalı tarafından düzenlenen tur sayesinde şu an restorasyonda olan ve bir yıl sonra açılması beklenen Casa Garibaldi-Societa Operaia binasını ve içerisindeki 1700’lü yıllardan haritaları, kitapların, kayıtların bulunduğu arşiv bölümünü de gezme fırsatı buldum.
Sizlere bu muhteşem eser ve içerisinde barındırdığı hazinelere değinmeden evvel öncelikle isterseniz Garibaldi ve 1863 yılında öncülüğünde kurulmuş İtalya İşçi Yardım Derneği’nden söz edelim. Bugünkü modern İtalya’nın kurulmasına öncülük etmiş Garibaldi, denizci bir aileden gelmesi nedeni ile küçükten beri bir deniz adamı olarak yetiştiriliyor. 1828 yılında tayfa olarak içerisinde bulunduğu gemide rahatsızlanıyor ve gemi kaptanı Karadeniz’e gitmekte iken onu en yakın durak olan İstanbul’da indiriyor. O zamanki hesaplara göre Garibaldi iyileşip tekrardan dönüşte gemiye binecekken, kendisini üç yıl sürecek bir İstanbul macerası içinde buluyor. Aslen o zaman Nizza adı ile bilinen ve İtalyan şehri olan Nice doğumlu Garibaldi, İstanbul’da kaldığı dönemde Fransızca öğretmenliği yapıyor ve Yeni Çarşı Caddesi’nde bir apartmanda hayatını sürdürüyor. Bu süre zarfında da günümüzde Casa Garibaldi olarak tanınacak İtalya İşçi Birliği Derneği’nin de kuruculuğunu üstleniyor. Derneğin ilk başkanı Garibaldi, onursal başkanı da yine bir İtalyan devrimci olan Giuseppe Mazzini oluyor. Geçmişe yönelik derneğin üye kayıtları incelendiğinde Beyoğlu mimari tarihine ışık tutacak birçok isimle karşılaşıyorsunuz. Bunlar arasında Saint Antonio Klisesi Mimarı Julio Mongeri ve Alexandre Vallaury ilk dikkat çekenler oluyor. Özellikle de Alexandre Vallaury birçok araştırmacı tarafından bir Fransız mimar olarak tanınırken, dernek kayıtları kendisinin İtalyan kimliğini ele veriyor. Vallaury’nin kendisini İtalyan değil de bir Fransız olarak tanıtmasında da İtalyanların o dönemdeki imajları önem taşıyor. Toplum gözünde daha çok kalfa mimarlar olarak benimsenen bir İtalyan olmak yerine Vallaury usta tabir edilen Fransız mimarlar grubunda kendisini tanıtıyor. Alexandre Vallaury eserleri arasında en bilinenlerini Galata Osmanlı Bankası (Salt Galata Binası), İstanbul Arkeoloji Müzesi, Pera Palas Oteli, Duyun-u Umumiye (Cağaloğlu Anadolu Lisesi), Haydarpaşa Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane (Haydarpaşa Lisesi), Boğaz’da birkaç yalı ve Büyükada Rum Yetimhanesi’ni sayabiliriz.
İtalyan İşçi Derneği’nin yine öne çıkan bir başka üyesi olarak mimar Edoardo De Nari’yi de arşivlerde görüyoruz. Mimar Denari, 1910 yılında İtalyan Mübadelesi esnasında padişahın ‘makbul kişi’ olarak kabul etmesi ile yurtdışına gönderilmeyen az sayıda İtalyan vatandaşlarından biri de oluyor. De Nari’yi de Sakıp Sabancı Müzesi (Atlı Köşk), Elmadağ Surp Agop Apartmanları ve Beyoğlu’ndaki diğer mimari eserleri ile tanıyoruz. Dönemin cemaat yöneticilerinin de Neve Şalom Sinagogu’nun ilk çizimlerini kendisini, Beyoğlu’ndaki ofisinde ziyaret edip, De Nari’den talep ettiğini bilmekteyiz. Birliğin bilinen diğer bir üyesi ise Birinci Ulusal Mimari akımın öncülerinden sayılan Guilo Mongeri. Maçka Palas ve Eski İtalyan Büyükelçiliği olarak kullanılan Maçka Teknik Meslek Lisesi dediğimiz de aklımıza gelen mimar da Mongeri oluyor. Birinci Grup tarihi eser kategorisinde bulunan Casa Garibaldi uzun yıllar İtalyan Cemiyet-i Hayriye’si yani Hayır Cemiyeti olarak hizmet veriyor. Şu anda Cezayir Lokantası olarak işlev veren binanın da aynı dernek tarafından bir okul olarak yaptırıldığı kayıtlarda gözüküyor. Özellikle Cumhuriyet sonrası başkentin Ankara’ya taşınması, Avusturya binalarının da İtalyanlara geçmesi ve yönetim binalarının taşınması ile birlikte bir nevi İstanbul’da bir İtalyan binası artışı başlıyor. Bu durum bir derece de derneğin sonunu hazırlıyor. 1951 yılında kapanma noktasına gelen dernek bulunduğu binanın ilk katına taşınıyor ve zemin katı farklı amaçlarla kiraya veriliyor. İtalyanların tüm tarih boyunca ülkemize gösterdiği ilgi ve Beyoğlu’nda yaşamış mimar ve işçi sınıf ile ilgili bilinmeyen birçok bilgi dernek binasının ilk katındaki arşivin gözden geçirilmesi ile gün yüzüne çıkıyor. Bir dönem İstanbul mimarından kalfaya ve basit işçisine kadar birçok İtalyan’a ikinci bir vatan görevi görüyor. İtalyan bankacı, hekim, şirket memuru, tabip, rahip, öğretmen, usta, amele, lokantacı, şekerlemeci, hizmetçi ve işsiz bir kesimin varlığı da bu arşivlerde kayda alınmış. Bir dönem sayısı 30 bini bulan bir İtalyan cemaatin olduğunu da yine bu vesile ile öğreniyoruz. Casa Garibaldi’nin 2700 ciltlik arşivindeki 1700’lerden kalma eserlere bu vesile ile temas etmek ve restorasyonu öncesi canlı şahit olmak da gezimizi unutulmaz kılıyor. İstanbul’un 1738 tarihli Venedik’te basılmış en erken tarihli gerçekçi gravürü arşivde bulunan eserler arasında yer alıyor. 1784 yılında Antonio Zatta ve Mahdumları tarafından yayınlanmış olan Türkiye Asya toprakları haritası da egzotik antet bölümü ile Casa Garibaldi’nin en önemli eserleri arasında yer alıyor. Casa Garibaldi’de Sedat Bey ile kayıt defterlerini incelerken karşımıza çıkan “Nahum, Welstein” gibi soyadlar da yine derneğe kayıtlı olan İtalyan Yahudileri konusunda bizi heyecanlandırıyor. İtalyanlar böylesi arada kalan binaya bir tiyatro salonu da inşa etmekten de geri kalmıyorlar. Muhteşem dekoru ile bizi karşılayan salonun sahne üstündeki “Chi Ama La Patria Onor con le opere / Vatanını seven onu eserle onurlandırsın” ifadesi de derneğin amaçları konusunda ipucu veriyor. Aynı yazının Cezayir Lokantası binasında da bulunduğunu biliyoruz.
Şu anda harıl harıl çalışmaların devam ettiği ve bir yıl içinde Türsab’ın desteği ve İRO’nun emekleri ile açılacak olan bina şimdiden yoğun bir ilgi ile karşılaşıyor. Restorasyon sonunda bir kültür merkezi olarak geziye açılacak bina istenildiğinde kültürel eserlerin de aslı korunarak nasıl hayata kazandırılacağının güzel bir örneğini biz İstanbullulara sunacak. Başta Sedat Bornovalı ve İRO olmak üzere projede emeği geçen tüm hemşerilerimize teşekkür ederiz.