“İyi bir hikâye asıl bittiğinde başlar’’ diyor yazar Akilah…
Fi’yi okuduğumda, satır aralarına sızan felsefi bakış, kimi zaman durup soluklanmamı, kimi zaman sabırsızlıkla devam etmemi öngördü. Fi, birçok okuyucu gibi benim için de bir ‘uyanış’ kitabı oldu; belki de bu yüzden ‘farkındalığın’ kitabı dediler ona. Yazar Akilah ile kitabı üzerine soluk soluğa sohbet ettik.
Fi’nin anlamından bahseder misiniz? Hiç bilmeyen biri için nedir Fi?
Güzelliğin matematiksel ifadesidir Fi. Altın oran olarak da bilinen 1,618… rakamıyla kendini gösteren bir oran var, bu oranın olduğu her şeyde güzellik buluyor insan beyni. Bu bir masa, resim ya da bir insan yüzü, bedeni olsun. Bu oran varsa içgüdüsel olarak beğeniyorsunuz baktığınız şeyi. Kısacası bu, beynimizin güzelliği kodladığı oran. Örneğin, burnumuzun alnımıza olan uzaklığı, burnumuzun çenemize olan uzaklığıyla 1,618 oranındaysa Fi’ye uygun yani güzel bir profiliniz oluyor.
Fi ne anlatıyor?
Bir okurun yazdığı yorumla cevap vermek istiyorum bu soruya; “Popüler kültürün sanatı nasıl linç ettiğini; değişen, dönüşen, yozlaşan dünyanın içinde kendi gibi yani insan gibi kalmaya çalışanların varlığının altını çiziyor. Kaybederken kazananların gerçek hikâyesini anlatıyor.” Evet, Fi bunu ve “Farkındalığın ne kadar önemli olduğunu, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, doğduğumuz andan itibaren işkencelere maruz kalarak prototip bir toplum yaratığına dönüştürülmeye çalışıldığımızı, kendimizi gündelik yaşamın sözde ihtiyaçlarından korumazsak asla ‘kendimiz’ olmayacağımızı, ‘Kutsal Merakımızın’ kendi potansiyelimiz dışında her şeye yöneltilmesi için tuzaklarla dolu bir dünyada yaşadığımızı” anlatıyor.
Merak nasıl kutsal olabilir?
Merak, insanoğlunun sahip olduğu en kutsal duygu! Tabii bu benim düşüncem. İnsanı hayvandan ayırıp onu Yaradan’a yaklaştıran şey. Merakımız sayesinde varoluruz; ama günümüzde merakımızın nasıl yönlendirildiğine dikkat edin. Güneş enerjisiyle çalışan bir arabanın kim tarafından, nasıl yapıldığını bilmeyen insanlar, bir şarkıcının çocuklukta kullandığı takma ismi bilebiliyorlar. Bu gerçekten düzeltilmesi gereken bir durum insanlık adına. Yoksa merakımızı feda ettiğimiz saçmalıklara tamamen kapılıp asıl önemli olanı, insanlığımızı kurban edeceğiz. İşte bu yüzden Fi’de anlatmaya çalıştığım merakın kutsallığının keşfedildiği ya da hatırlandığı, dolu bir yaşam için buradayız.
Peki ya gündelik yaşam? Nasıl tuzaklar kurabiliyor insana?
Hikâyenin ilk sayfalarında Can Manay’ın anlattığı bir ‘Tibet’ hikâyesi var. Ancak o hikâyeyle özetleyebildim bu gündelik yaşamın tuzakları durumunu.
Daha önce hiç kitap yazdınız mı? Fi’yi yazmanızdaki motivasyon nedir?
‘Fi’ benim ilk kitabım. Üçlemenin ilk kitabı. Samimiyetle sadece şunu söyleyebilirim ki, ya çıldıracaktım ya birilerine saldıracaktım ya da en kötüsü bu seyirci kalma cehenneminde canavara dönüşecektim. Başka çarem kalmamıştı, Fi’yi yazarak kendime yardım ettim. Köşeden izlenmesi kolay bir dünyada yaşamıyoruz. Müdahil olmak, sorumluluk almak, sahip çıkmak lazım. Ben yazmakla başladım.
“Bu hikâyenin sadece inanılamaz tarafları gerçektir,” diyorsunuz kapakta. Bu ne demek?
Fi öyküsünü gerçeklerden aldığı için herkes hikâyenin ardındaki o ‘inanılamaz’ olan ‘gerçeğin’ peşinde. Maalesef ki bu, ancak okuduktan sonra cevap bulabileceğiniz bir başka soru. Kısaca, Fi inanılmaz olanın gerçekliğini anlatıyor diyebilirim.
Fi’nin karakterlerinden bahseder misiniz?
Beş ana karakter etrafında dönüyor hikâye. Ne pahasına olursa olsun açlığını çektiği şeyin peşine düşme cesareti gösteren bir avcı, köşeye sıkışmışlığının içinde kendi potansiyeline doğan bir savaşçı, kendi yeteneğinin ağırlığı altında ezilen bir müzisyen ve lanetlenmiş şansızlığının içinde hayatta kalmayı başarmış bir bilgenin macerası var Fi’de. Hayata sahip çıkanların dünyayı nasıl değiştirdiğini ispatlayan bir macera bu. İşte bu anlamda hikâyesini gerçeklerden almasını çok umut verici buluyorum. Diğerlerinin nasıl başardığını bir yöntem gibi ama hikâyenin içinde sunuyor bize.
Kitabın başında Tanrı’nın kendini deneyimlemesinden bahseden bir dörtlük var; Fi’nin hikâyesinde Tanrı kendini nasıl deneyimliyor?
Her an, içimizdeki potansiyeli bir adım daha keşfedip, olmak için yaratıldığımız kişiye bir adım daha yaklaşabilmek için yaratıldığımıza inanıyorum. Eşimin bana anlattığı çok güzel bir hikâye var; öldükten sonra varılan yerde seni bir aynanın karşısına koyuyorlar, bu özel bir ayna. O aynadaki yansımanda, yaşarken olabileceğin potansiyelin tamamını görüyorsun. Olabileceğin şeyle, olmayı seçtiğin yani olduğun şeyi kıyaslıyorsun. İçine doğduğun bu hayat bir olasılıklar harikası ve buradaki hedefimizinse olasılıklarımızın içinden en üst seviyede kendimizi deneyimleyebileceğimiz, yani potansiyelimizi doldurduğumuz bir organizmaya dönüşebilmek. Yaşam bana göre, potansiyelin kendini deneyimlemesi için yaratılmış bir gerçeklik. Tanrıysa, potansiyelin kendini tamamlaması.
Fi’nin belirli bir hedef kitlesi var mı?
Tabii ki var; ama bu yaş, eğitim ya da cinsiyet gibi birbirimizi kategorize etmemizi kolaylaştıran kavramlarla çizemeyeceğim bir sınır. Yani her cinsten, yaştan, kültürden ve eğitimden kişi için yazıldı Fi, ama tabii ‘herkes için yazılmadı’. İlla kimin için yazıldı dersek, tek bir cümleyle, ‘Farkındalığın değerini bilenler için’ diyebilirim.
Fi’de felsefe cinsellikle birleşmiş. Hikâyeyi anlatırken özellikle cinsel içerik kullanmanızın bir nedeni var mı?
Tabii var. Dünya da cinselliği deneyimlememiş kaç kişi vardır, bir düşünün. Nerdeyse hiç. Bu kadar yoğun bir şekilde deneyimlenen ve insanlığın devamlılığını sağlayan önemli bir deneyimden bahsetmek, oradan yola çıkmak çok mantıklı değil mi? Birinin nasıl seviştiğini anlamadan onu gerçekten tanımak imkânsızdır. Fi’deki cinsellik kaynağını bu karakter analizinden yani nedensellikten alır, “Yapacak başka bir şeyimiz yoktu biz de seviştik” gibi bir yaklaşımla hedonizmden değil. Fi’de cinsellik etki-tepki boyutunda işlendi.
Neden üçleme?
Psikolojiyi cinsellikle nedenselleştirdiğim, felsefeyi gündelik yaşamın darbeleriyle netleştirdiğim bir kitap Fi. Sonrasında ‘Çi’ geliyor. Yaşam enerjisine, her anımızın ne kadar değerli olduğuna, uyanışların ancak darbelerle geldiğine dokunuyorum Çi’de ve Pi’deyse atalarımızın, “Ne ekersen onu biçersin” dediği, Uzak Doğuluların ‘karma’ diye adlandırdığı döngüyü tamamlıyorum. Ama bunları gerçeklerden alınmış bir hikâyeyle anlatıyorum. Burada anlatmak istediğim konu, binlerce yıldır insanlığın sorguladığı birçok şeyi kapsıyor. Bunu bir kitapta anlatacak ustalıkta olamadığımdan ancak üç kitapta anlatabildim diyebilirim. Ya da bir kitaba sığdırılacak kadar yoğunlaştırılmış bilgilerin anlaşılmadığı ve bu nedenle kabul görmediği bir algı var bugünün toplumunda, bu yüzden üç kitaba sığındım da diyebilirim. Karar okuyucunun olsun isterim.
Kitap bu kadar kısa zamanda reklamsız nasıl yayıldı? Bu satışı neye bağlıyorsunuz?
Deneyimlerimize sahip çıkmayı değil, yaşayabileceklerimizden korkmayı öğreniyoruz önce, ancak sonradan uyanıp aslında bu gezegene saklanmaya değil, öğrenmeye geldiğimizi anlıyoruz. Fi, deneyime sahip çıkanların hikâyesi, cesaret veriyor okuyucusuna, bence bu yüzden insanlar birbirine tavsiye ediyor.
Akilah sizin gerçek adınız değil, niçin takma isim kullanmayı seçtiniz?
Akilah, cinsiyetsiz, yersiz yurtsuz bir isim. Nerden geldiği belli olmayan bir algı yaratıyor bende. Fi’nin de yersiz yurtsuz, cinsiyetsiz bir kitap olmasını istedim. Sınıflandırılmadan, kalıplaştırılmadan okunması benim için önemliydi ve bu yüzden Akilah’yı kullanmayı seçtim. Bundan sonraki kitaplarımı da bu isimde yayınlayacağım.
Peki, siz kimsiniz?
Hakkında merak edilmeye değecek hiçbir şeyi olmayan sıradan biriyim. Hayatla ilgili en büyük başarının farkında ve mutlu olmak olduğuna inanıyorum ki bu ikisi aynı anda çok zor varolan kavramlar. Mutluyum ve farkında olmak için yaşıyorum. Radyo, televizyon ve sinema yanında ekonomi ve psikoloji eğitimi aldım. Ama kendimi hâlâ vahşi hissediyorum, çünkü insan bilgiyle ehlîleştirilmiyor ne yazık ki. Bana ilham veren bir eşim var. Biraz önce anlattığım hikâyedeki aynanın etkisini bende yaratan biriyle evliyim ve bana kendimi seçilmiş hissettiren bir oğlum var.
Buradan okurlarınıza tek bir cümleyle ne söylemek istersiniz?
“Korkmayın… Evrim daima kazanır.”
“Eksikliklerimizde eşitiz” diye başlıyor Fİ. Nasıl bir eşitlik ya da ayrım bu bahsettiğiniz?
Varolan her canlının birbirinden üstün olduğuna, ama eksikliğini çektiği duygularda özde eşit olduğuna inanıyorum. Hepimiz sevilmek, beğenilmek, kabul görmek, anlaşılmak, tolere edilmek, takdir edilmek, fırsat verilmek, önemsenmek istiyoruz. İhtiyaç duyuyoruz. Karşılanmayan bu ihtiyaçlarımızdadır eşitliğimiz. Üstünlüğümüzü ise biz yaratırız, hissettiğimiz eksikliğe rağmen güçsüz hissetmeyerek güçlü olmayı seçeriz. Neyi seçerseniz onu deneyimlersiniz. Farklılığımızınsa, açlığını çektiğimiz eksikliklerimize rağmen, aciz olmamayı seçebilme oranında, kendini net bir şekilde gösterdiğine inanıyorum.