Müzik kitaplığımda sıralı CD’lere baktığımda Barok dönem kayıtlarının ne çok olduğunu görür sanki farklı dönemlerin (Romantik ya da Klasik dönemin) yapıtlarından fazla onlara ayrıcalık tanıdığımı düşünürüm.
Bu seçki acaba bilinçli bir ayrıştırma mıdır benim için? Öyle olduğunu sanmam; her dönem kendi bestecileriyle müzik değerlerini oluşturmuş, beğeniler kazanmış ve kalıcı olanlar da dünya müzik tarihinde yerini almıştır.
Müzik tarihinde 1600-1750 yılları arasında yer alan Barok dönem, aslında çok sesli müziğin üslup ve biçim yönünden sürekli gelişim gösterdiği yıllar olarak bilinir.
Concertant tarzı doğmuş ve sürekli bas önem kazanmıştı. Devrimci bir nitelik olarak Armonide yeni denenen modülasyon uygulanmaya başlamıştı. Kilise modlarının yerini majör ve minör tonlar almış ve yapıtlar artık tonaliteleriyle anılmaya başlamıştı. Belki de en önemlisi gerek mitolojiden öykülerin, gerek günlük yaşam olaylarının müzik diliyle anlatıldığı sahne yapıtları önem kazanmıştı.
Kısaca sanatın bütün türlerini etkilediği gibi müzik türlerini de oldukça etkileyen Barok dönem, Rönesans’ın tekdüzeliğinden doğan sıkıcılığı yok etmek için başlamıştı. Yapıtlardaki kuralcılık ve düzenlilik hali müzikte yeni arayışları gerektirerek, ‘kontrast’ kavramının doğmasına neden olmuştu. Kontrast, müzikte aynı tınılardaki enstrümanların zıtlıklar oluşturularak çalınmış halleri ile yorumlanmasıyla oluşan daha süslü, daha abartılı bir müzik türü olarak çıkmıştı. Barok dönem müziği, tutucu müzik çevrelerince her ne kadar aşağılanma ile karşılaşmış olsa da, birçok armoni kuralının da bu dönemin ustaları tarafından geliştirilmiş olduğu görülür.
Müziğin bu renkli döneminde Batı, çok sesli arayışlar, formlar ve biçimler üzerine yoğunlaşan yapıtlar doğururken Doğu’da olup biten bundan farklı mıydı acaba?
16. yüzyılın başlarında Doğu’ya düzenlenen seferler sayesinde, Osmanlı sarayına Ortadoğu’dan getirilen müzik ve sanat adamlarının faaliyet gösterdiği, Şiî-Sünnî mezhepler arasında derin ayrışmaların oluştuğu ‘Şark Dönemi’ adı verilen bir dönem sürmekteydi. 17. yüzyılın ortalarından Lâle Devri’nin sona erdiği 1730’a kadar, Avrupa-i Barok ve Rokoko etkilerin Osmanlı sarayına gelişiyle, zamanın Şark kültürüyle apayrı bir sentez oluşturduğu yeni bir ‘Klâsik Dönem’ süregelmişti. 1730’dan İsmâil Dede Efendi’nin 1836’daki ölümüne dek uzanan dönem ise ‘Son Klâsik Dönem’ olarak adlandırılır. Tanzimat Fermanı’nın ilan edildiği yıllardan II. Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1945’e kadar süren akım ise ‘Romantik Dönem’ olarak anılır. 20. yüzyılın ortalarından günümüze kadar gelen dönem ise ‘Çağdaş Dönem’dir.
Böylelikle, 500 seneyi aşkın renkli Türk Musikisi tarihinden bahsetmiş oluyoruz…
Özellikle Batı ve Doğu’nun Barok dönemi ve eserleri karşılaştırıldığında Batı’da besteleri günümüzde de bilinen ve sıkça seslendirilen Girolomo Frescobaldi, Antonio Vivaldi, Arcangelo Corelli, Friedrich Heandel, Domenico Scarlatti, J. Baptiste Lully, Hanry Purcell gibi sayılı besteciler yer alır.
Buna karşın Doğu’da, İran, Irak ve Afganistan’da, İslam’ın etkisiyle de tek sesli müziğin doğu makamlarıyla icra edildiği birçok ülkede, Tunus, Fas, Cezayir, hatta güney İspanya’da dönemin önemli bestecileri yaşamıştı. Dönem etkileriyle Osmanlı Saray Müziğine bakacak olursak Ali Ufki Bey, Dimitrie Cantemir, Buhurizade Mustafa İtri, Hafız Post, Derviş Frenk Mustafa ve Tamburi Mustafa Çavuş gibi dönem saray müziklerine önemli yapıtlar kazandırmış bestecileri görürüz.
Osmanlı geleneğinde padişah, devlet ve saray birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Osmanlı’nın İstanbul fethinden sonra makam musikisine öncülük yapmış olan Doğu başkentleri, üstlendikleri görevleri İstanbul’a devretmişler ve 16.yüzyıldan sonra İstanbul özellikle doğu ve batıdan gelen müzisyenlerin buluştuğu bir kültür merkezi haline gelmişti. Arap, İran ve Türkmen saraylarının fasılları ile raks, ilahi teşbih, türkü, semai, batılı müzisyenlerinin de etkisiyle enstrümantal müzik formlarına dönmüş ve farklı makam türlerinde eserler ortaya konmuştu.
Bu müziğin tarihsel olgusuna güzel bir örnek olacak şekilde 16. yüzyıldan 18. yüzyılın ilk yarısına kadar Avrupa ve Osmanlı Saray Müzikleri adı ile İzmir Barok (Barok Müziği Topluluğu) tarafından seçme eserlerin yorumlarıyla kaydedildi.
Topluluk Bülent Oral ve keman sanatçısı Hakan Özaytekin tarafından kuruldu. 25 yıla yakın birlikte oda müziği çalışmaları ve konserleri yapan bu ikili, sonunda hayalini kurdukları grubu hayata geçirmeyi başardılar. Geliştirdikleri topluluğa zamanla, Hakan Özaytekin barok keman, Bülent Oral violada gamba ve Tuğçe Özaytekin klavsen ile katıldı. Son olarak da grup Atilla Oral’ın Barok flüt ve soprano Linet Şaul’un katılımıyla bugünkü halini aldı.
1970 yılında İstanbul’da doğan Linet Şaul, Amerika’da Hartford şehrindeki Hartt School of Music Üniversitesi’nin Şan Bölümü’nden 1995 yılında mezun oldu. Dokuz Eylül Üniversitesi Konservatuarı’nda yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı. Şan çalışmalarını, İtalyan Bariton Licinio Montefusco ile sürdürdü.
1995 yılında ilki gerçekleşen Leyla Gencer Şan Yarışması’nda finale kaldıktan sonra, 1996’da ilk temsili olarak Cemal Reşit Rey Salonu’nda, Donizetti’nin Aşk İksiri operasında Adina rolünü seslendirdi.
1998 yılından beri İzmir Devlet Opera ve Balesi’nde görev yapan Linet Şaul’un seslendirdiği operaların en belirginleri Agrippina (Agrippina), Don Giovanni (Zerlina), La Bohème (Musetta Cosi fan tutte (Dorabella), Ariadne auf Naxos (Komponist)’dur.
Sanatçı ayrıca, İtalya, Almanya ve Türkiye’de çeşitli konserler verdi. Bunların arasında Barok müzik üzerine tanınmış, I Suonatori della Gioiosa Marca Orkestrası ile İtalya’da, Boccherini’nin Stabat Materi de yer alır.
Linet Şaul’un soprano ses niteliklerinin güzel tınısıyla Barok dönem müzikal değerlerini ön plana çıkartarak kaydettiği bu son CD’yi büyük beğeni ile dinledim.
Özellikle C.Monteverdi’nin ‘Si dolce e’l tormento’ (Eğer acı çekmek tatlıysa) adlı eserinde Şaul’un dramatik yorumu, gerek sözlerin derinliğini, gerek melodik yapının bütünlüğünü tamamlar nitelikteydi.
CD’deki yapıtların sıralaması da Barok dönem bestelerinin en güzel örneklerini Saray Müzikleri olarak veren Jean Baptiste Lully’den başlayarak Osmanlı saray bestekârlarının eserleriyle devam etmesi ve bu bağlamda dönem tınılarını rahatlıkla karşılaştırabiliyor olmanız kaydın çok önemli bir özelliği.
En güzel karşılaştırma olanağını da, özellikle Purcell ve Heandel yapıtlarından sonra Tanburi Mustafa Çavuş’un 1750 yıllarında bestelediği ‘Dök zülfünü meydane gel – Hisar Buselik Şarkı’nın Linet Şaul’un olağanüstü güzel sesiyle yorumladığı tadı damağınızda kalacak melodilerde bulacaksınız.