“Korta çıkınca kazanmak için oynuyorum”

Nedim Bey ile konuşmaya gitmeden önce çok heyecanlıydım. Tanıdıklarımla tenis konuşuyorum, kendimi çok rahat ifade edebiliyorum ama daha önce tanımadığım bir insanla hayatta en sevdiğim konuya dair nasıl bir konuşma geçecek, kendimi rahat ifade edebilir miyim diye düşünmekten de kendimi alamıyordum.

Meyzi ADONİ Spor
15 Ocak 2014 Çarşamba

Nitekim, aramızda çok güzel bir sohbet geçti. Nedim Bey’i yakından tanımış oldum. Beraber Türk tenisini eleştirdik, şu andaki tenis gündeminden bahsettik. Çok da ortak özelliğimiz çıktı. Fakat benim en çok hoşuma giden Nedim Bey’in de sıkı bir Nadal hayranı olması oldu.

“Tenise çok geç başladım. Hep hayatım sporla geçti. Türkiye’de erkeklerin çoğu futbola ve basketbola meraklıdır. Ben de futbol oynadım. Keşke tenis oynasaymışım (gençken),” diye başlıyor sözlerine Nedim Bey. “Keşke 30 yerine 9 yaşında başlasaydım, dünyada kendime bir yer bulurdum. Bir arkadaşımın teşviği ile başladım. 35 yaşında ilk şampiyonluğuma ulaştım. 40 yaşında klasmana girdim. Sonra da hep 1 numara oldum. Bu sene Türkiye’de iki, İstanbul’da da açık ara farkla 1 numarayım.” Neden hep 1 numaradayken, bu sene Türkiye’de 2 numara olduğunu merak ettim. “Bu sene turnuvaları hazirana yoğunlaştırdılar. Benim de yoğun dönemime denk geldi. Sadece beş turnuva oynayabildim. Ama puanlarım 2 numara olmama yetti. 2014’te tekrar düzenleme yapacaklar.”

Küçükken antrenman sonrası hep veteran tenisçileri izlerdim. Hep aklıma takılırdı, “Acaba bu işi ciddiye mi alıyorlar, yoksa eğlencesine mi oynuyorlar” diye. Çünkü 45 yaşındaki insanlar yeri geldiğinde işlerinden fedakarlık yaparak turnuvalara geliyordu. Nedim Bey’i yakalamışken, bu soruyu sormadan sohbetimiz eksik kalır diye düşündüm. Aslında tahmin ettiğim cevabı aldım. “Hedef için değil sosyallik için katılıyorum. Ama korta girince tabii ki işler değişiyor. Korta çıkınca kazanmak için çıkıyorum.”

Nedim Bey’le konuşurken, birkaç sene önceki düşüncelerim canlandı kafamda. Turnuvalar için hep seyahat etmem, yaz olduğunu bile umursamadan her sabah saat 8’de antrenmana gitmem. Ben ilk kez 12 yaş oynarken milli takım çok önemliydi. Nedim Bey’e de milli takıma girme düşünceleri olup olmadığını sordum. “Yaşım ilerledikçe performansım da artıyor. İstesem milli takıma girerim. Mersin, Adana, İzmir gibi yerlere gitmek lazım bunun için. Belirli dereceler elde etmek lazım.” Burada lafın arasına girmeden edemiyorum, ‘bu yerlerin hepsinde ben de turnuvalarda oynadım, kesinlikle gitmelisiniz,’ diye ekliyorum.

TÜRKİYE’DE TENİSE ÇOK ÖNEMLİ BİR YÖNELİM VAR

Son 35 senedir tenis camiiasının içinde olan bir insanla günümüz tenisini tartışmadan da olmaz tabii ki. Türkiye’de tenisle ilgili görüşlerini merak ediyorum Nedim Bey’in. “Türkiye’de tenis son beş yılda gelişim gösterdi. Çağla’yı çok severim. Yeni dönemlerde Melis Sezer, İpek Soylu gibi tenisçiler var. Türkiye tenisinde kadın tenisi daha iyi. Ya kadınlar işi daha ciddiye alıyor ya da erkeklerin ortamı daha çekişmeli olduğu için beklenen başarılar gelemiyor. Şu anda ilk 50’ler zor ama ilk 500, ilk 200’lerde olmak bile çok çok iyi.” ‘Aslında Türkiye’de tenis son senelerde çok farklı bir boyuta geldi. Artık daha fazla tanınıyor,’ diye ekliyorum ben de. “Türkiye’de tenise çok önemli bir yönelim var. Eskiden sadece futbol konuşulurdu. Sonra onun yanına basketbol geldi. Yavaş yavaş da tenis ekleniyor.”

Konu tenisin neden hep belirli bir yaşta bırakıldığına geliyor. Hepimiz karşılaşıyoruz sonuçta. Çok büyük tenisçi olma yolunda ilerleyenler bile bir noktada bu işi bırakıyorlar. “Tenisin öğrenim ve veteran dönemi var. Bu dönemlerin ortası çok önemli. Hem sosyal hem eğitim var. Ya bırakılıyor ya da profesyonel hale geliyor. Bizim toplumumuz performansa yönelmek için sahip olunması gereken yaşama sahip değil. Ama alınan eğitim, bir temel olduğu için veteranda yetiyor.” Bu yorumlardan sonra da ekliyor, “Sana da bizzat tavsiye ediyorum, sakın bırakma, hep içinde ol!”

HER ZAMAN VARIM ELİMDEN GELEN KATKIYI SAĞLARIM

Nedim Bey ile Maccabiatlar ve Türkiye hakkında özellikle konuşmak istedim aslında. Onun da eleştirilerini ve düşüncelerini merak ederek sordum; Maccabiatlar’da Türkiye neden bu kadar başarısız kalıyor diye. “Maccabiatların ana amacı dünya üzerindeki Yahudi toplumu bir arada tutmak ve bu manevi duyguyu mümkün olduğu kadar yaşatmak. Sporu hedefleyenler de var tabii ki. Türkiye bu felsefe içinde sadece yer almayı düşünüyor. Türkiye adına ana hedef orada oynamak, orada bulunmak. Şampiyon olmak değil yani. İşin ana amacı spor değil.” Özellikle tenisi soruyorum bu sefer. Bir hazırlık eksikliği var mı ya da antrenör eksikliği var mı diye. “Benim zamanımda Ali Göreç’i antrenör olarak tutmuştuk. Organizasyonu ben ele almıştım. Ama artık durum ‘Aranızda yapın’ oldu. Tabii böyle olunca işe maddiyat da karışıyor.”

Son olarak bir mesaj iletiyor Nedim Bey, Maccabiat Komitesine; “Bugüne kadar ‘Nedim sen şunu organize et’ diye bir teklif beklerdim. Ben her zaman varım. Elimden gelen katkıyı sağlarım.”

İLK TURNUVA İLK ŞAMPİYONLUK

Konuşacak daha çok konu var! Fakat kupaları konuşmadan da olmaz. Nedim Bey benim için bazı kupalarını sergilemiş. Bazı dediğime bakmayın bir masa dolup taşıyor. Çok büyük önem taşıyan kupaları anlatmaya başlıyor... “1986’da ‘Rising Stars’ adına ilk turnuvama katıldım. İlk turnuvamda şampiyon oldum, kupa aldım. Türk donanmasının düzenlediği bir turnuvada Yahudi toplumu adına da çok önemli bir şampiyonluk kupası kazandım. Kupayı alırken amiraller, paşalar beni ayakta alkışladılar. 2007 yılında İstanbul Cup öncesinde de bir turnuvaya katıldım. Final maçım İC’nin başladığı güne denk geldi. Şampiyonluk kupamı Sharapova’nın elinden aldım. Bir de Sara Beceren’in anısına düzenlenen bir turnuvaya katıldım. Bu turnuva özeldir, kupası bende bulunsun istedim. Şampiyon oldum.”

MAÇ İZLEMEYE ÇOK ÖZEN GÖSTERMİYORUZ

Senelerdir kendimce eleştirdiğim bir konuyu açıyorum. Türkiye’de olan iki eksiklikten bahsediyorum: ATP turnuvası olmaması ve Challenger turnuvalarına ilginin çok az olması. “Biz maç izlemeye çok özen göstermiyoruz. Eğer oyuncular çok ünlü ve iddialı değilse. Dünya starları gelince tabii ki de talep doğuyor. Fakat sıradanlara ilgi yok.”

Aslında bu konuda benim de dikkat çekmek istediğim bir nokta var. İlgi görmeyen turnuvalardan çıkan şampiyonları kimse görmüyor. Onlar ünlü olunca peşlerine düşünüyorlar. Kaç kişi biliyor ki, şu anda ilk 20’lerde olan, küçük Federer diye adlandırdığımız Dimitrov Ted Open’a geldi. Ya da tarihin en uzun maçını oynayan Mahut, zamanında Ted Open’da boy gösterdi. Nedim Bey ekliyor, “Bunlar geleceğin öncüleri. Haas da zamanında geldi ülkemize, şampiyon oldu..”

LAKABIM AGASSİ

Türk tenisini bir kenara bırakırsak Nedim Bey’in biraz da özel tenis yaşantısına, sevdiği tenisçilere gelmek istiyorum. “Tenis camiiasında lakabım Agassi. Backhand’lerimden mi, taktığım bandanadan mı bilmiyorum”.

Nadal’a olan hayranlığımı dile getiriyorum. “Ben de Nadal hayranıyım.” diye ekliyor Nedim Bey. “Tenisteki monotonluğun şova dönüştüğü aktörlerle oynanan maçları çok seviyorum. Mesela Moya, Agassi, Nadal, Monfils...”

Sohbetin sonunda Nedim Bey’den bir antrenman sözü alıyorum. İnşallah en yakın zamanda oynarız. Nedim Bey son bir şey ekliyor; “Gençlere tavsiyem; herkesin belirli konularda yetenekleri var. Yeterki kendinizi keşfedin! Sonra da o yeteneğinizin üzerine gidin ve başarılı olun.”

 

Nedim Akkohen Türkiye’nin en iyi veteran tenisçilerinden biri, tenis camiasında herkes tarafından çok sevilen ve tanınan bir isim, geçtiğimiz yıllarda bizi Maccabiat oyunlarında da başarıyla temsil etmiş bir tenisçi...

NOT: 13-26 Ocak arası yılın ilk Grand Slam’i Avustralya Açık oynanıyor. Uyku tutmazsa hiç üzülmeyin, hemen televizyonu açın. Uykusuzluğunuza eşlik edecek mükemmel bir maç bulacağınıza eminim!