Daisy Miller, meşhur romancı Henry James’in kısa romanı; daha doğrusu, novella’sıdır… Geçtiğimiz yıllarda İletişim Yayınları tarafından yeni basımı da yapılan bu romanı, dilimizde yayımlanan ilk baskısı olan, Varlık Yayınları’nın Haziran 1963 tarihli edisyonundan tanıtmaya çalışacağım
Orçun Üçer
Romana geçmeden önce: Varlık Yayınları’nın bu büyük hizmetini (ve elbette bu işin baş mimarı Yaşar Nabi Nayır’ı) minnetle anmak, tüm kitapseverlerin vazifesi olmalı. Günümüzün çok zengin yayın ortamında istediğimiz her kitaba en kolayından ulaşabiliyoruz; fakat 1950’lerin, 60’ların o zor koşullarında, kelimenin tam anlamıyla büyük bir idealistlik göstererek, okurları iyi edebiyatla halvete uğraşan Yaşar Nabi ve Varlık Yayınları’nı anmadan geçmek, bir değerbilmezlik olacağından, saygıyla yâd etmek gerekir.
Varlık Yayınları’nın 989.su, “Varlık Büyük Cep Kitapları” serisinin ise 227.si olan Daisy Miller’ın çevirmeni, İngiliz Dili ve Edebiyatı hocalarından Necla Aytür. ‘Amerikan Romanında Gerçekçilik’, ‘Kitaplar Arasında/Amerikan Edebiyatı, Kültür ve Dil Yazıları’, ‘Başka Bir Amerika’ eserlerinden ve Henry James, Kate Chopin, William Faulkner çevirilerinden tanıyoruz Necla Aytür hocamızı…
1878’de dergide yayımlanan ve 1879’da kitap hâlinde satışa sunulan roman, İsviçre’nin Vevay (yâhut Vavey) kasabasından bir sahneyle başlar. ‘Dent du Midi’ dağı ile ‘Chillon’ şatosuna bakan (s.4) ‘Trois Couronnes’ adındaki kusursuz otelde (s.3) buluruz kendimizi. İlkin, kuvvetli baş ağrılarından muzdarip halasını ziyaret için Vavey’e gelmiş olan genç adam (27 yaşındadır) Winterbourne’u görürüz. Âşık olacağı Daisy Miller’ın küçük oğlan kardeşi Randolph’un, Winterbourne’dan şeker istemesi ve ablasının kardeşini almaya gelmesiyle tanışma başlar. “İfade kudreti olmayan” fakat “güzelliği gözlemleyerek çözümlemeye tutkun olan”(s.8) Winterbourne, kızdan etkilenir. Annesi, kardeşi ve rehberleri Eugenio ile tatile çıkmış bulunan Daisy Miller’ın işadamı babası Ezra B. Miller, yaşadıkları yer olan Schenectady’de kalmıştır.(s.9)
Sosyete yaşamı ve aristokrat zihniyet yargılanıyor
İlk konuşmalarında söz bir ara, romanın temel eleştirilerinden olan ‘sosyete’ yaşamına ve ‘aristokrat’ zihniyete gelir. Amerikalı olan Daisy Miller, Avrupa’da sosyete olmadığını; asıl sosyete hayatını her kış New York’ta yaşadığını söyler.(s.11). Winterborne, Miller’dan etkilenir kuşkusuz; bu bahsi halasına da açar. Ne var ki, Miller ailesini uzaktan uzağa gözlemleyen halası, bu durumdan hiç de hoşnut olmaz. Çünkü bu kızın (Daisy’nin) hiç de ‘soylu’ ve ‘ahlâklı’ olmayan davranışları vardır: Başta rehberleri olan Eugenio olmak üzere, arkadaşları olan erkeklerle ‘fazla samimi olması’ gibi… Winterbourne da bu kaygıları taşımaktadır. Hem, ilk karşılaşmalarındaki sohbetlerinde, Daisy “Erkeklerle her zaman ahbaplık etmişimdir.” dememiş miydi?! (s.11). Aristokrat ahlâkının (yani ikiyüzlü ahlâkın) bakış açısıyla malûl olan Winterbourne, bu durumu yadırgar hâliyle. Çünkü ona göre bu türden ‘samimiyetler’, ‘serbest’ ve ‘hafifmeşrep’ kadınların âdetleridir. (s.12). Halasının hiçbir zaman kabul etmeyeceği bu ilişkiyi başlarda heyecanla isteyen genç adam, hemen zihninden ‘hafifmeşreplik’ düşüncesini atar ve olayı kendince rasyonalize ederek, Daisy’i, “flört etmekten hoşlanan güzel bir Amerikan kızı”(s.12) diye ‘görür’. Çünkü Winterbourne bir yandan da, aynı zihniyeti paylaştığı, “toplumun kesin çizgilerle sınıflara ayrılmış düzeni”nden bunalmıştır da… (s.16) Zaten bu “düzen” de nefretengiz bir şeydir. “Halasının konuşmasından Miss Daisy Miller’ın bu düzendeki yerinin hayli aşağılarda olduğunu biliyordu. Genç adam, ‘Korkarım, onları beğenmiyorsunuz?’ dedi. ‘Çok bayağı insanlar. Onlar da Amerikalı ama, insan vatanına olan görevini onlar gibisiyle görüşmekle değil, görüşmemekle yerine getirir.”(s.16) Halasının bu sözleri, burnundan kıl aldırmayan o boşyüceliğin, sözde asâletin resmidir… Bu düşüncelerin etkisinde kalan (çünkü o ‘ahlâka’ müntesip olan) Winterbourne da, aslında sevdiği bu kız hakkında sık sık gelgitler yaşar. Rehberleriyle sıkı fıkı olduğunu her daim yineleyen halasının tesiriyle, birden, “Demek uçarı, hoppa bir kızdı.” demekte çekince duymaz.(s.17) Fakat bu düşüncesinde de istikrarlı olmayacaktır; daha doğrusu, Daisy’i sevdiğinden mütevellit, olamayacaktır. Mensubu olduğu sahte, ikiyüzlü ahlâkın izleri gereği, kof gururdan Winterbourne da nasibini almıştır. Bunun kanıtlarından biri de, anlatıcı-yazarın şu sözleridir: “O zamana kadar, gevezeliğin bu kadar sevimlisini duymamıştı. Daha önce onun ‘bayağı’ olduğu fikrini kabul ettiği hâlde, şimdi bundan pek emin olamıyordu. Yoksa onun bayağılığına alışıyor muydu?”(s.28)
Les Trois Couronnes bölümü
İki bölümden oluşan romanın otelin ismini taşıyan “Les Trois Couronnes” adlı bölümü, Daisy Miller’ın Winterbourne’un kışın Roma’ya gelmesini istemesiyle noktalanır. Bu sayfada, Daisy Miller’ın, genç adama âşık olduğunu iyice anlarız: Roma’ya gelmesi isteğine “Böyle bir sözü kolayca verebilirim; halam kış için Roma’da bir ev tuttu; beni de şimdiden davet ediyor.” diye mukabele eden Winterbourne’a, ancak âşık birisi şöyle cevap verebilir çünkü: “Halanız için değil, benim için gelmenizi isterim.”(s.31) Winterbourne, ocağın sonuna doğru Roma’ya gittiğinde, halasından, Daisy ve ailesinin oraya kendinden evvel geldikleri haberini alır: “Geçen yaz Vevay’da peşlerinden ayrılmadığın kimseler, rehberleriyle falan, burada da ortaya çıktılar. … Bir iki ahbap edinmişler ama, gene de en çok rehberle senli benliler. Küçük hanım, asillikten uzak birkaç İtalyan’la da sıkı fıkıymış; bunlarla gezip tozmaları herkesin dilinde.”(s.32) Halasının tahkir ederek söylediği doğrudur. Daisy, daha sonra bir arkadaşın evinde karşılaşacak olan Winterbourne’u, “Dünyanın en yakışıklı erkeğidir. Mr. Winterbourne’u katmazsak tabii.”(s.37) diye tanıttığı Mr. Giovanelli ile tanıştırır. Winterbourne, hiç kuşku yok ki kıskanır bu durumu. Giovanelli’yle bir gece buluşacak olan Daisy’e eşlik eder. Aslında Winterbourne’a âşık olan Daisy îmâ yoluyla istemiştir onun gelmesini. Adamı görünce kıskançlığı iyice artar Winterbourne’nun (çünkü genç İtalyan, çok yakışıklıdır); fakat kurtulmak istediği ama pek de kolay olmayan ‘aristokrat’ refleksi devreye girer ve bir nevî tatmin sağlar: “Winterbourne kendi kendinden memnundu. Adamın ne mal olduğunu anlamıştı. ‘Kibar sınıftan değil.’ diye düşündü. ‘Kibarlığı ustaca taklit ediyor o kadar. Müzik hocası, ucuz bir yazar, ya da ressam olmalı. Yakışıklılığının Allah cezasını versin!’ … Bu da yine Daisy’nin kibar bir kız olup olmadığı sorusunu akla getiriyordu. Kibar bir kız, küçük, flörtçü bir Amerikalı da olsa, tutup aşağı tabakadan olduğu anlaşılan bir adamla buluşmaya kalkar mıydı?” (s.41) Daisy’i, bazı ‘ahlâkçı’ aristokratlar da, davranışlarının Amerika’da normal olabileceğini; fakat buraya uymadığını söyleyip ikaz edecekler; hatta meclislerinden dışlamakla tehdit edeceklerdir. Saf ve içinden geldiği gibi davranan, yani doğasını yaşayan bu kız, haklı olarak, “Buralı kadınların hayatı korkunç derecede sıkıntılıymış diyorlar. Kendi âdetlerimi onlarınkine benzetmek için en ufak bir sebep göremiyorum.” diyecektir.(s.49). Aslında aynı ikiyüzlü köhne ahlâkı paylaşan ve cesaret gösterip de aşkından yana net bir tavır alamayan Winterbourne, nasıl olduysa, ‘sevgilisini’ uyarmak zorunda hissedecektir kendisini:
“Benim başkaları kadar katı olmadığımı da anlayacaksınız.”
“Nasıl anlayacağım?”
“Başkalarının evine giderek.”
“Ne yapacaklar bana?”
“Sırt çevirecekler.”
Winterbourne’un söylediği doğrudur. O ‘düzmece ahlâka’ uymadığın zaman dışlanırsın…
Romanın son sahnesi, Daisy ile Giovanelli’nin ‘Forum’ da yürüyüş yapıp, ‘Kolisium’ da (Collesium) oturdukları gecedir. Winterbourne da gizlice gider; fakat Daisy onu görür. Konuşurlar. Genç adam, İtalyan delikanlıya kızar; çünkü sıtma salgını vardır ve Daisy’i düşünmemekle suçlar. Oysa orasını ay ışığında görmeyi arzulayan Daisy istemiştir gece gezisini.
Winterbourne’u kıskandırmak adına İtalyan delikanlı ile nişanlandığını söyler Daisy. Sonra evlerine dönerler ve birkaç gün sonra Daisy’nin çok ağır hasta olduğu ortaya çıkar. Winterbourne ziyarete gider; Giovanelli ise, ortada görünmez. Daisy’nin annesi Mrs. Miller, Winterbourne’a “Daisy geçen gün sizden bahsetti” der. “Çoğu ne dediğini bilmiyor, fakat bu sefer galiba aklı başındaydı. Benimle size bir haber gönderdi. Size bildirmemi istediği bir şey var. O yakışıklı İtalyan’la nişanlanmadığını size söylememi istiyor.” (s.62). Ve bir hafta sonra Daisy Miller ölür. (s.63). Annesi vasıtasıyla ilettiği mesajda Winterbourne’a olan aşkını yinelemiştir. Genç adam “O zaman ne demek istediğini anlamamıştım. Şimdi anlıyorum. Anlıyorum ki, o da takdir edilmeye önem verirmiş.”(s.64) diyerek nedamet getirir… Zavallı Daisy’nin tek ‘suçu’, Avrupalı aristokratların o ikiyüzlü ‘ahlâk’ kurallarını reddedip, özgür yaşamayı seçmesi olur. Birey olma isteği, anlaşılan, hiçbir toplumda cezasız kalmaz.
Öyle görülüyor ki Henry James de, bu kızı öldürmekle, Avrupa’ya kurban sunmuştur…
Anlatıcı yazar devrede
Bu romanında da bir Henry James yöntemi olan “anlatıcı-yazar” devrededir. Bu anlatıcı-yazarın James’in kendisi olabileceği kuvvetle muhtemeldir. Romanın iki yerinde, okuyunca bana Ahmet Mithat Efendi’yi hatırlatan ‘anlatıcı’ ile karşılaştım: “Verdiğimiz bilgilerden okuyucunun da anlayacağı gibi…”(s.44) ve “ Okuyucunun alayla gülümsemesi tehlikesini göze alarak bildirelim ki,…”(s.52). Jale Parla hocamız, bizi uyarır: “Henry James ‘güvenilmez anlatıcıyı’ anlatının merkezine taşır[…]”1
NOT: Bu yazıya hazırlanırken, Henry James hakkında bazı okumalar yapıp notlar çıkardım. Amacım, James’le alâkalı [romancılığı, üslûbu gibi] bilgiler vermekti; fakat sonradan fark ettim ki, bu yazının konusu değiller yazacaklarım. Yine de, bu yazım vesilesiyle okuyup bilgilendiğim ve faydalanmak isteyen okurlara da yardımcı olacağını sandığım bazı kitapları anmak isterim:
1) “Yazar, Yazar” David Lodge, Ayrıntı Yayınları, 2011.
2) “Kitaplar Arasında/Amerikan Edebiyatı, Kültür ve Dil Yazıları” Necla Aytür, YKY, 2010.
3) “Don Kişot’tan Bugüne Roman” Jale Parla, İletişim Yayınları, 2007.”
4) Manzaradan Parçalar/Hayat, Sokaklar, Edebiyat” Orhan Pamuk, İletişim Yayınları, 2010.
5) “Edebiyat Üzerine Düşünceler” T.S.Eliot, Paradigma Yayıncılık, 2007. Çeviren: Doç.Dr. Sevim Kantarcıoğlu
6) “İngiliz Edebiyatı Tarihi”, Mîna Urgan, YKY, 2010.
7) “Klasikleri Niçin Okumalı”, Italo Calvino, YKY, 2008, s.181-4. Çeviren: Kemal Atakay
(Calvino, James’in, “yaşam dolu kız kahramanıyla” (Daisy Miller), “genç Amerika’nın önyargısızlığını ve masumluğunu simgelemeyi amaçla[dığını]” söyler. [s.181])
1 “Don Kişot’tan Bugüne Roman”, Jale Parla, İletişim Yayınları, 7.Baskı, 2007, sayfa 169) 1;a: James’in roman anlayışı hakkında fikir vermesi açısından: “Henry James’in The Art of Fiction’da [Kurmaca Sanatı] belirttiği gibi, roman, edebiyat türlerinin ‘the most elastic’ [en esneğidir]. Düzyazıyla kaleme alınması koşuluyla, bir romanın içinde yer alamayacak yazı türü yok gibidir. …” [Mîna Urgan, “İngiliz Edebiyatı Tarihi”, YKY, 2010 -6. baskı-, s.743])