Salt Galata, sosyolojik, tarihsel bir sergi ile karşılıyor bu ay ziyaretçilerini. ‘Arşivi Parçalamak: Bir Osmanlı Ailesinde Temsil, Kimlik; Hafıza’ sergisi, bir taraftan 1900-1940 yılları arasında İstanbul’da yaşayan burjuva bir aile üzerinden geç Osmanlı – genç Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik bir bakış sunarken, bir yandan da arşiv ve arşivciliğin olanak ve boşluklarını sorguluyor
Beyin anlamaz elle tutulan, gözle görülen ile düşünülenin arasındaki farkı. Ayırt edemez yoğun düşünce anlarında ikisini. Ne gerçek, ne değil bilemez. O yüzden o kadar etkileniriz seyrettiğimiz filmlerden, okuduğumuz kitaplardan. O yüzden kendi kurgusuna inanır ve ona göre davranışlarını belirler insanoğlu. Ve zihin boş durmaz genellikle. Fikirden fikre, düşünceden düşünceye atlar durur. O yüzden bir sergi gezerken, hele bir de gezilen sergi bir aile arşivinin üzerinden yaşadığımız toplumun geçmiş bir dönemine ışık tutan bir sergi ise, bir fotoğraf, ya da bir obje alır götürür izleyiciyi bambaşka bir ortamda bambaşka insanlarla çekilmiş bambaşka bir fotoğrafa. Bir koku ya da bir şarkı taşır kişiyi kendi yaşam arşivinden bir mekâna. Bazan da getirir geçmiş anılarda solmaya yüz tutmuş bir gülüşü, albümlerin sayfalarında unutulmuş kalmış bir aile büyüğünün evine; her ziyarette kişinin elinden düşürmediği mürekkepliği, hokkayı ya da parfüm şişesini tutar getirir, bırakır serginin orta yerine.
Biraz da bu yüzden zordur bir arşivi nesnel olarak bölüp sergilemek. İzleyici kadar arşivcinin de olacaktır sergiye hazırlanacak parçaların seçiminde ve sunumunda parmak izi.
Arşiv, doğası gereği, biriktirme üzerine kuruludur. Yaşadıkça biriktirir insanlar, arşiv niyetiyle değil tabii, ama bir gün gelir bir işe yarar diye, ya da sırf atamadıkları için. Yazdıkları günlükleri, tuttukları ajandaları, yaşam anlarını sabitledikleri fotoğrafları, yazılan mektupları, gönderilen kartpostalları, mürekkebi kurumuş kalemleri, üzerine yaslanılmış bastonları... Yaşamlarına tanık olan bu eşyaların tanıklığında ya da onların üzerinden hafızalarını taze tutmak ve duyguları olabildiğince canlı kılmak üzere... Oysa yaşam, sadece anda gerçekleşir. Gerçekleşen an, geçmeye görsün artık yeni bir andan geçmişe bakışınızdır hafıza dediğimiz. Ve her bakanın her bakışında yeniden şekillenir gerçeklik. Salt Araştırma’da görevli Lorans Tanatar Baruh’la bu sergi üzerinden arşivciliği konuşuyoruz. Çöp evler arşiv olarak nitelenmediğine göre, ailelerde ya da orada burada olan belgelerin ne zaman bir arşive dönüştüğünü soruyoruz. “Her türlü belge arşive dönüşürken de bir elemeden geçiyor. Bazılarını aile ilginç bulmuyor, çöpe atıyor, bazılarını tutuyor. Bazıları, ki aslında bunu aile fotoğraflarında çok görüyoruz, kesiliyor. Dolayısıyla bütün o malzeme elene elene bir noktaya geliyor. Eğer bu noktada bir kuruma bu amaçla bağışlanırsa arşiv adını alıyor. Arşivci de bu malzemeyi olabildiğince bütünlüğü içinde koruyup kataloglamaktan sorumlu. Bu önemli değil diye atma pozisyonu yok; çünkü en ufak bir şey bile, bir başkasının bildiği bir bağlantıyı ya da sonradan bulunacak bir bağlantıyı bize verebilir. Arşive dönüşmesinin en önemli adımı bunu istemektir. Ve arşive dönüştürmek demek, kataloglanarak erişilebilir kılmaktır. “
Said Bey 1900’lerde, geç Osmanlı döneminden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte İstanbul’da yaşayan, o zamanki adıyla Mekteb-i Sultani (Galatasaray lisesi) mezunu bir aile babasıydı. Aynı okulda hocalık yapıyor, sarayda tercüman olarak çalışıyordu. Evinde bir piyanosu ve bir müzik meraklısı olarak seçkin bir plak koleksiyonu vardı. Çocukları ile dönemin şartlarına uygun yaşarken, ajandalar tutuyor, alacak/verecek hesaplarını defterlere işliyor, çekilen fotoğraflara tarih ekliyor, kiminin arkasına, kiminin ön yüzüne ufak notlar, sevgi sözcükleri ekliyor bazen de ailesine veriyordu. Gidilen seyahatlerde kart postallar alıyor, yakınlarına yolluyordu. Tanıdık geliyor değil mi?. Bir çoğumuzun nesil değişimlerinde, evler küçüldükçe elden çıkarıp belki de çöpe attığı bir çok belge, Said Bey’in ailesinde yıllarca saklanmış ve nihayetinde Salt Araştırma’ya bağışlanmıştı. Kızı Semiramis hanımı evlendirirken yaptığı tüm masrafları özel bir deftere kaydetmişti mesela Said Bey. Oradan öğreniyoruz, diğer tüm masraflarının arasında Semiramis’e duvak için 432 kuruş, Semiramis ve hanımın gelinlik esvaplarına 8100 kuruş, saçaklar için Yahudi’ye 972 kuruş ödendiğini. Fotoğrafların, alacak verecek defterlerinin, ajanda ve diğer belgelerin bir araya gelmesinden dönemin giyim alışkanlık ve yaşam alışkanlıklarına dair ne çok bilgi bırakabilirmiş meğer bir aile.
Tarihçi Ece Zerman’ın yüksek lisans tezi olarak incelediği bu arşivi, Said Bey’in dördüncü kuşak torunu, Fransa’da yerleşik Hititolog ve Arkeolog Hatice Gonnet Bağana’nın aşağı yukarı aynı dönemlerde Salt Araştırma’ya bağışlaması ile hummalı bir çalışma da başlamıştı. Her bir belge incelenecek, gerekiyorsa ve imkân varsa restore edilecek, dijital arşive aktarılacak ve uygun şekilde fiziksel olarak da korunacaktı.
Okudukları, sahip oldukları kitaplar, Fransızca Türkçe sözlük, Arapça yazışmalar, ajandalar, yüzükler, kişisel mühürler, hatta Semiramis Hanım’ın gelin duvağı, çektikleri fotoğraflarda ötekileştirdikleri, her biri ayrı ayrı fikir verdiği gibi, toplu olarak da dönemin yaşamına dair parçalı bir fikir vermekte, bir döneme dair yaşam illüzyonu sunmakta izleyiciye.
İllüzyon çünkü “Biyografi gibi arşivler de lineer, tamamlanmış bir süreç değildir; bölüm bölüm, oda oda bir takım fragmanlardan oluşur. Ece Zerman da zaten bu nedenle serginin bir bölümüne Fransız toplumbilimci ve filozof Pierre Bourdieu’nün bir alıntısından yola çıkarak bu ismi verdi” diye açıklıyor Lorans Tanatar Baruh. “Çünkü bir biyografi yazmak, bir insanın doğumundan ölümüne hiç eksiksiz bir biyografi yapmak aslında bir illüzyon. Onun bütün boşluklarını dolduramıyorsun. Mutlaka boşluğu vardır. Aynen arşivde ya da hafızada olduğu gibi... ”
Ve illüzyon çünkü, izleyici de o dönemi izlerken ancak kendi algısıyla izleyecektir aileyi. Dışarıdan bakmasına rağmen, ailenin bir bireyi gibi katılacaktır serginin önümüze serdiği yaşam anlarına. Belki de kendi yaşamında hangi anlamlı belgeleri çöp sayıp attığını, zaman içinde anlamsızlaşabilecek hangi belgeleri inatla saklamakta olduğunu düşünerek.
Said Bey’in belgeleri üzerinden yaşamı, temsili, tarihe ve bir döneme ışık tutan, bunu yaparken de arşivciliği gündeme getiren hafızanın bütünlüğünü sorgulayan ‘Arşivi Parçalamak: Bir Osmanlı ailesinde Temsil, Kimlik; Hafıza’ sergisi, Salt Galata’da 23 Mart tarihine kadar gezilebilir.