LÜSET KOHEN FİNS ve ödüllü romanı ‘ON DERİN AYAK İZİ’

Tanıştığımız her yeni insanın yaşamımızdaki yadsınamaz etkisi, kariyer, para, şans, rüya ve ölüm gibi hayatın içinden birçok kavramı ele alıyor ‘On Derin Ayak İzi’… Daha doğrusu, Lüset Kohen Fins bu temaları okuyucuya kendi hayal ürünü olan Zhuizm felsefesi üzerinden aktarıyor. Birçok satırının altını çize çize ve ilgiyle okuduğum bu kitap adeta bir film izler gibi okunurken, insanın eline yapışıyor. Geçtiğimiz yıl bu ilk romanıyla ‘Uluslararası Harper Collins Authonomy’ altın madalya ödülünü alan Lüset Kohen Fins’le keyifli bir söyleşi gerçekleştirmek üzere buluştuk...

Miryam ŞULAM Sanat
19 Şubat 2014 Çarşamba

Şulam ve Fins


Lüset, seni oldum olası hep yayıncı-editör olarak tanıdım. Kurgu roman yazarlığı sürecin nasıl başladı?

1997-2009 yılları arasında ‘City Plus İstanbul’ dergisini yayınladığım sıralarda, kendimi birçok farklı projeyi eş zamanlı olarak yürütürken buldum. Fuarlar düzenledim, gün geldi Türkiye’nin yurtdışı tanıtımlarında aktif projeler üretip hayata geçirdim. On iki yıl boyunca hem Türkçe hem İngilizce makale yazarlığı yaptım. Arada New York’ta ‘NYC Food&Mood’ adında bir şehir rehberi çıkartıyordum, bu yüzden tam dört yıl boyunca her ay İstanbul - New York arasında seyahat ettim. Belli bir zaman sonra da yaşam tempomu yavaşlatıp 2010 yılında bir sinema okuluna yazıldım ve hayatımın geri kalanını kurgu-roman yazarı olarak geçirme kararı aldım. Yıllardır boş zamanlarımda roman yazıyor, günü gelince yayınlamak üzere biriktiriyordum zaten. Düzenli olarak yazı yazmanın ister istemez kalemini güçlendirdiğine inanıyorum. ‘On Derin Ayak İzi’ni iki yıl boyunca günde ortalama yedi saat yazı yazarak bitirdim.

Orijinalini İngilizce olarak yazdığın kitabını Türkçeye de kendin uyarladın. Kitapta en çok beğendiğim noktalardan biri de, karakterlerine diyalog esnasında iç seslerini katman. Bu özel bir teknik mi?

Bence bir roman, yazım aşamasında özel bir teknik ihtiva etmekten ziyade okuyucusuna bilinçaltı algılama yaptırabilme özelliği taşımalıdır. Neticede yazarın görevi, okuyucunun kendi içindeki dehlizlere ulaşmasını sağlamaktır.

Kitabında çok güçlü ve sıra dışı karakterler var. Birçok kadın yazarın kaleme almaya cesaret edemeyeceği türden tabulara da değinmişsin. Tabular hakkında ne düşünüyorsun?

Bu biraz malumun ilanı olacak ama tabular gerçekten yıkılmak üzere inşa edilmişlerdir. İnsan doğasının sırlarını hep merak ettim ve ‘durum felsefesi’ sorgulayan her türlü temanın ne pahasına olursa olsun peşinden gittim.

Authonomy yarışmasının sayfalarına girdiğimde, The Butterfly Effect’in yazarı Graham Whittaker’ın yorumu ilgimi çekti: “En nihayetinde kurgusal zekâ, özgünlük ve derin gözlem içeren bir roman” demiş, On Derin Ayak İzi için.  Romanın kurgusunda son derece matematiksel bir denklem var, daha doğrusu bir sonraki gelişmeler ve sonu tahmin edilemiyor…

Hayatta neyi tahmin edebiliyoruz ki…

Kitabını okumaya başladığımda, her bölüm başındaki bilge sözlerin sahibi Wen Bau Zhu ismini Google’da arayanlardan biri oldum. Bulamadım tabii…

Romanın ana karakteri Wen Bao Zhu da dâhil olmak üzere kitaptaki tüm karakterler tamamen kurgusal… Tıpkı hikâyenin ana temasını oluşturan Zhuizm düşünce akımı gibi.

Zhuizm düşünce akımı nedir?

İnsanoğlunun kısıtlı yaşam süresini, kendine ve insanlara fayda sağlayarak geçirmeyi tercih etmesi, huzura her şeyi bilerek değil de bilinmeyene teslim olarak kavuşması, sevdiği işi yaparak yeteneklerini geliştirmesi ve bu sayede para kazanması, yani ekolojik ve evrensel dengeleri gerçekçi gözlerle kavraması olarak özetleyebilirim.

Bir erkeğin karısının yanında bir başka erkek tarafından onuru kırılarak cinsel tacize uğramış olması kanımca kitabındaki en vurucu sahneydi…

Çoğu toplumlarda genelde hep kadınların ve çocukların tacize uğradığı görülür. Burada ise başka bir olasılık üzerinden yola çıktım.

‘On Derin Ayak İzi’ ismi nasıl doğdu?

Daha önce yayınlanan hiçbir kitabın veya filmin ismini kendi kitabına vermek istemiyorsun, daha doğrusu vermemen gerekiyor. Bu yüzden sürekli yeni bir isim peşinde iz sürmeye başlıyorsun. Derken romanın konusu, içeriği ve vermek istediğin mesajlar ağır basıyor ve bir gün aklına öyle bir şey düşüyor ki, bir bakmışsın isim, eldiven gibi oturmuş üzerine.

Eskiden yazar denildiğinde çoğumuzun aklına utangaç ama mağrur, sırça köşkte yaşayan ulaşılmaz bir portre gelirdi. Oysa günümüzde, yazar ile okuyucu arasında ‘sosyal medya’ dediğimiz çok güçlü bir organik köprü mevcut…

Haklısın, hatta 19. yüzyıla geri gidersek, yazara ‘uzun kaşkol ve şapka takmadan sokağa çıkmayan, ekseriyetle ağırbaşlı ve az konuşan’ gibi sembolik ilaveler de yapılırdı. Devir değiştikçe, doğal olarak hayata bakış açımız ve düşüncelerimiz de evrim geçirdi. Sanal paylaşımla gerçeği etkileme olarak adlandırabileceğimiz yepyeni bir yaşam modeli oluştu. Bu çağın verimli yazarlarının, okuyucusuyla temasa geçme cesaretini gösterenler olacağını düşünüyorum.

Peki, sen ‘On Derin Ayak İzi’ni yazarken neler öğrendin?

Çok şey. Başkalarıyla tarafsız empati kurabilmenin önemini, ifade becerilerimi sonuna kadar kullanmam gerektiğini, bir başka deyişle yılmadan kendimi geliştirmem gerektiğini öğrendim. Bence bu hayatta, frenleri patlak olduğunda en çok işe yarayan şey hayal gücü.

Sırada yeni bir roman var mı?

Evet, 2015 ortalarında çıkmış olmasını hedeflediğim ‘Enginar Mevsimi’ adında yeni yazmaya başladığım bir hikâye var.

 

Mutluluk tanımın?

Hayata gözlerini açtığı ilk gün eline verilmiş olan iskambil kartlarını zamanla en iyi şekilde oynamak üzere strateji üreten, kendi ve etrafı için faydalı işler yapan her insan elbet bir gün mutluluğu tadacaktır. Yeter ki, ölümlü olduğunu hep hatırlasın.

Karma korkusu, bağımlılıklarımız, şehvetin aşka bürünmüş hâli, cimrilik ve takıntılarımız gibi kavramları cesurca ele almışsın. Bunlar bana aynı zamanda birer manifesto gibi geldi…

Öyle de denebilir. Kurguyla hikâyeyi çarp, zamana böl ve aklından çıkart. Geride hafızana kazınmış bir kaç sahne kalıyorsa manifesto gerçekleşmiş demektir.

Gözlemlerin ve hayal gücünle ortaya çıkardığın bir romanın uluslararası bir ödül alması nasıl bir his?

İniş takımlarını açmadan piste hızla inen, ama içinden sağ salim çıktığın bir uçak misali, adrenalin mideden salgılanıyor.