Yazar Thomas Harding, büyük amcasının cenazesinde bu akrabasının Rudolf Höss’ü tutuklayan kişi olduğunu öğrendi. Altı yıllık bir araştırma sonucu kaleme aldığı ve İngiltere’de yayınlanan, ‘Hanns and Rudolf’ adlı kitap bilinmeyen bir gerçeği gün yüzüne çıkarıyor
Gazeteci ve yazar Thomas Harding, büyük annesinin erkek kardeşi Hanns Alexander hakkındaki çarpıcı bir ayrıntıyı onun 2006 yılının Aralık ayında gerçekleşen cenazesinde yapılan övgü konuşmalarından öğrenmişti. Bu karizmatik, şakacı, açık saçık fıkralar anlatan akrabanın Auschwitz komutanı Rudolf Höss’ün izini bulup yakalayan kişi olduğunu o gün öğrendi.
Büyük amcasının yaşam öyküsü hakkında pek fazla bilgi sahibi olmayan Thomas Harding’e, çocukken büyüklerine çok fazla soru sormaması gerektiği öğretilmişti; ayrıca Hanns Alexander de geçmişinden söz etmeyi pek sevmezdi. Harding’in tek bildiği, ailesinin 1930’larda Berlin’den Londra’ya geldiği ve Hanns Alexander’ın da İngiltere ordusunda görev yaptığıydı.
Fakat Alexander’ın cenazesinde öğrendikleri yazar Thomas Harding’in merakını uyandırdı ve bu konuyu araştırmaya karar verdi. Araştırmalarının sonucunda ‘Hanns and Rudolf’ adlı kitabı yayınladı. Kitapta yazar, belirli bir dönemde yaşamları çok ilginç bir şekilde kesişen iki Alman’ın biyografisini parallel bir şekilde anlatmakta. Çok ayrıntılı bir araştırmanın ürünü olan, birçok fotoğraf, mektup, belge ve yaşanmış gerçek bir öykü içeren bu İngilizce kitap şimdilerde İbranice yayınlandı.
KİTABA BİYOGRAFİ DALINDA ÖDÜL
Thomas Harding, Bedfordshire’daki bir müzenin askeri istihbarat bölümünde araştırmalarına başladı ve Höss’ün yakalanmasına ilişkin bilgiler arasında büyük amcası Hanns Alexander’ın ismine ulaştı. Bundan sonra altı yılını alan hazırlık sürecinin ardından yayınladığı kitap, İngiltere’de biyografi dalında (British Costa Biography Book Award) saygın bir ödüle layık görüldü.
Thomas Harding kitabını bir gazetecinin bakış açısından ele aldı. Yazar şu sözlerle açıklama getirmekte, “Bir kişi Auschwitz komutanı konumuna nasıl gelebilir, soykırımları, dünyadaki en korkunç kitlesel katliamları yapan bir katile nasıl dönüşebilir? Bunu anlamaya çalıştım. Aynı şekilde, bir zulme maruz kaldıktan sonra, o zulmü yapan kişi ile nasıl yüzleşirsin. Ve bu yüzleşmenin ardından adalet ve intikam kararlarını nasıl alırsın?” Harding sonuçta bu sorulara yanıt bulmanın tek yolunun bu iki kişiye insani boyutlarından yaklaşmak olduğuna karar verdi. Ancak bu yöntem onu çarpıcı bir sonuçla yüzleştirdi: “Eğer Rudolf Höss bir canavar değil de bir insan ise, bu tekrar vuku bulabilir anlamına geliyor.”
Yazarın araştırmasının heyecan veren diğer bir yönü de Höss’ün ailesinden kişilerin izini sürmek oldu. Höss’ün Washington’da yaşayan 80 yaşındaki kızı Brigitte ile bir araya gelişi oldukça tedirgin ediciydi. Tedirginliğin tek nedeni Brigitte’in yatağının üstünde hala ebeveynlerinin fotoğrafının asılı olması değildi. Brigitte babasının iki farklı yönü olduğunu ileri sürüyor, Höss’ün dünyanın en iyi babası olduğunu söylüyordu.
Höss’ün ailesine yazdığı mektupları, halkına ve çevresine yaptığı konuşmaları da içeren araştırmadan Harding’in çıkardığı sonuç, Höss’ün bir psikopat olmadığı, empati kurabilen ve duygulanan bir kişi olduğu. Harding, Hannah Arendt’in teorisinin Holokost felaketine kısmi bir yanıt olabileceğine inanıyor.
Thomas Harding’in büyük amcası Alexander, İngiliz ordusunun öncü birliğine gönüllü yazılmış. Bu Yahudi göçmenlerden oluşan özel bir birlikti. Kampın özgürlüğüne kavuşturulmasının hemen ardından Bergen-Belsen’e tercüman olarak gönderilmiş, 1945’teki duruşmalarda yeminli ifade vermişti. Bergen-Belsen’de Almanların insanlığa karşı işledikleri suçlara tanık oldu. Bu deneyim Alexander’ın doğduğu ülke Almanya’dan nefret etmesi için yeterli sebepti. 1946’da İngiltere’ye dönen Alexander bir daha Almanya’ya ayak basmadı.
SES KAYITLARINDA ORTAYA ÇIKAN GERÇEK
Thomas Harding, aile yakınlarından birinde Hanns Alexander’ın Höss’ün tutuklanmasını anlattığı ses kayıtlarını buldu. Kayıtlarda, Höss’ü tutuklayan asker olarak Alexander emrindeki askerlere Höss’ü hapsetmeden önce, 10 dakika süresince dövmelerine izin verdiğini anlatıyordu. Kayıtlarda Alexander, Höss’ün anılarından bölümler okumaktaydı. Anılarında Höss, onu tutuklayan asker dışında genelde İngilizlerin kendisine iyi davrandığını açıklıyordu. Kayıtta küçük bir sessizlikten sonra Hanns hiçbir pişmanlık belirtisi göstermeksizin Rudolf Höss’ün dövülmesinin sorumluluğunu üstleniyor ve bunu yaptığından da pişmanlık değil tam tersine gurur duyduğunu söylüyor.
Nurenberg mahkemelerinde yargılanan Rudolf Höss, işlediği insanlık suçlarından dolayı 1947 yılının Nisan ayında Auschwitz’de idam edildi.
Kitabın son sözünde Thomas Harding’in Höss’ün erkek torunu ve eski gelini ile birlikte Auschwitz’i ziyaretleri anlatılır. “Bu benim Auschwitz’i ikinci kez ziyaretimdi ve gerçekten zor bir gündü” diyen Harding, Auschwitz müzesinde Höss ailesinin çok çeşitli fotoğraflarını gördü. Auschwitz ölüm kampının bitişiğindeki villalarında normal bir aile yaşamının görüntüleri, piknik yaparken, bisiklet binerken çekilmiş fotoğraflar…
Thomas Harding tamamladığı kitabının nasıl bir etki yapacağını kestiremiyordu. Yazarı öğrenmeye ve araştırmaya sevk eden bu proje Holokost’un bilinmeyen bir yönünü ortaya çıkarırken, “Ailemizde intikam alan bir Yahudi vardı” ifadesi ile tamamlanıyordu.