Suriye’deki İran yanlısı Esad rejimine karşı ‘kırmızı çizgilerin’ aşılmasına rağmen askeri bir müdahalede bulunmayan ve nükleer müzakereler uyarınca İran’a yaptırımları yumuşatan ABD, Ortadoğu’da İsrail’in açıkça muhalif olduğu kararlar alırken akıllara başka bir soru geliyor: Washington’daki İsrail lobisinin etkisi azalıyor mu?
Şubat ayının ilk haftası ABD’nin önde gelen İsrail lobilerinden Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC), Senato’da İran’a yönelik yeni yaptırımlar uygulanmasını öngören yasa tasarısı için baskı uygulamaktan vazgeçtiğini açıkladı. AIPAC yetkilileri, yaptırımlara ilişkin yasa tasarısının aciliyetinin olmadığını, İran’la müzakereler sonuç vermediği takdirde yeniden devreye girebileceğini belirtti. Ancak, Barack Obama’nın Ulusa Sesleniş Konuşması’nda(1) Kongre’den çıkacak herhangi bir yeni yaptırım paketini veto edeceğini net bir şekilde ifade etmesinin ardından gelen AIPAC açıklaması bir geri adım olarak nitelendirildi. Obama yönetiminin Suriye’ye askeri bir müdahaleden -Senato desteği sağlayamama olasılığını da hesaba katarak- vazgeçmiş olması, diğer yandan İran’la nükleer müzakereler sonucunda Cenevre’de anlaşmaya varılması ve İsrail’in sert muhalefetine rağmen anlaşma koşullarının yürürlüğe girmesi ABD dış politikasında İsrail lobilerinin etkisinin azalıp azalmadığına dair tartışmaları da beraberinde getirdi.
Biraz geriye dönersek, İsrail 2012’deki ara seçimlerde Başkan Obama’ya karşı Cumhuriyetçi aday Mitt Romney’i desteklemişti. Seçim sonrasında Obama yönetiminin savunma bakanlığına İsrail lobileri hakkında eleştirel demeçleri olan Chuck Hagel’i getirmesi, ilerleyen dönemde Washington’ın İsrail’e karşı daha mesafeli bir dış politika izleyebileceğinin işareti olarak yorumlanıyordu. 2013’ün kasım ayında Cenevre’de ön anlaşmanın imzalanmasının ertesinde basınla paylaşılan ABD-İran arasındaki gizli müzakerelere ilişkin detaylar, iki ülke arasındaki diplomatik temasların en yakın müttefiklerden bile saklanmış olduğunu göstermişti. Ancak buradan İsrail lobilerinin etkisiz hale geldiği sonucunu çıkarmak yerinde olmaz.
ABD SİYASET YAPIM SÜRECİNDE İSRAİL LOBİLERİNİN YERİ
ABD siyasetine yön veren baskı ve çıkar grupları arasında İsrail lobilerinin karar alma sürecinde eskiden beri önemli bir yeri olduğu bilinir. Bu lobilerin başlıca amacı Kongre ve Temsilciler Meclisi üyeleri arasında kamuoyu oluşturarak ABD-İsrail ortak çıkarları doğrultusunda kararlar alınmasını sağlamaktır. Seçim kampanyaları için hayati önem taşıyan finansal destek ve insan ağına sahip olması nedeniyle İsrail lobilerinin etkinliği komplo teorilerine ilham vermiştir. Öte yandan ABD siyasetinde yükselmek isteyen politikacıların yolunun bir şekilde İsrail lobilerinin toplantılarından geçmesi de tesadüf sayılmaz.
İsrail lobileri denince monolitik bir yapının varlığından söz etmek mümkün değil. Her ne kadar ortak paydaları İsrail’in ve Yahudilerin varlığını güvenceye alacak kararlar yönünde çalışmak olsa da kendi aralarında siyasi yaklaşım farklılıkları sergiledikleri söylenebilir. Örnek vermek gerekirse, İran’la müzakereler sürerken yeni yaptırımların çıkarılması için yoğun bir kampanya yürüten AIPAC, Anti-Defamation League (ADL) ve the American Jewish Committee (AJC)’ye karşılık, J-Street yeni yaptırımların İran’da müzakere karşıtlarının elini güçlendireceği ve görüşmelere zarar vereceğini savunmuştu. Hatta bu sebeple kasım ayında Senato’da yaptırımlara ilişkin yasa tasarının görüşmesine ara verilmesini diplomasiye yer açması bakımından olumlu olarak nitelemişti.(2)
SURİYE, İRAN VE LOBİ FAALİYETLERİ
Buradan kriz oluşturan Suriye ve İran konusuna geri dönersek, lobi faaliyetleri Suriye’ye askeri müdahale, İran’la nükleer müzakereler ve özellikle İran’a yeni yaptırımlar uygulanması konularında neden etkisiz kaldı? Oysaki Suriye’de 21 Ağustos’ta Beşar Esad yönetiminin muhalifleri hedef alan ve 1400’den fazla kişinin hayatını kaybettiği kimyasal saldırının ertesinde AIPAC liderliğinde ABD’nin askeri müdahalede bulunması için Washington’da ciddi bir kampanya başlamıştı.(3) (Haaretz) AIPAC’ın açıklamasına göre 250 aktivistin Senato üyeleriyle birebir gerçekleştirdiği görüşmeler neticesinde Senato Dış İlişkiler Komisyonu’ndan Suriye’ye yönelik sınırlı bir askeri müdahale için destek sağlandı. Tasarının Senato genelinde oylanması halinde sonucun olumlu çıkmama olasılığından Obama yönetimini kurtaran ise Rusya ile Suriye’deki kimyasal silahların imhası konusunda anlaşmaya varılması oldu. Sonuç itibariyle Başkan Obama kimyasal silah kullanımına ilişkin ortaya attığı “kırmızı çizgiler” söyleminden geri adım atarak Suriye’ye askeri müdahale seçeneğini masadan kaldırdı. Bölgede İsrail’e tehdit oluşturan İran yanlısı Esad rejiminin iktidardan kovulması için ele geçen fırsatın değerlendirilememiş olması ise ABD’deki İsrail lobilerinin hanesine eksi olarak geçti.
İsrail tarafından bakıldığında, Başkan Obama’nın uzlaşmacı tavrı ABD’nin yeni bir savaşa girmemek adına İsrail’in güvenliğini feda ettiği şeklinde yorumlandı. Hatta İsrail’in Suriye meselesi ardından İran’la müzakereler konusunda daha da sert bir üslupla baskı yaptığını söylemek mümkün. 3 Kasım’da Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un itirazlarıyla sonuçsuz kalan nükleer görüşmelerin ilk etabının ardından İsrail tarafından gerilimin yükseldiğini gösteren açıklamalar yapıldı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Kuzey Amerika Yahudi Federasyonları’na seslendiği konuşmasında İran’la bir anlaşmaya varıldığı takdirde tüm Yahudilerin ayağa kalkarak karşı durmaları gerektiği çağrısında bulundu.(4) İsrail Ekonomi ve Ticaret Bakanı Naftali Bennett ise bizzat Washington’a giderek Kongre’de temaslarda bulunacağını, İran’la olası bir nükleer anlaşmanın sakıncalarını ve İsrail’in güvenliğinin tehdit altında olduğunu anlatmaya çalışacağını duyurdu.(5) 23 Kasım’da ön anlaşmaya imza atılmasının ardından ise Netanyahu bunun “tarihi bir hata” olduğunu belirtirken, Bennett ise “önümüzdeki beş sene içinde New York veya Madrid’de gerçekleşebilecek nükleer bir patlamadan o gün imzalanan anlaşmanın sorumlu tutulması gerektiğini” ifade eden sözleriyle gündeme damga vurmuştu.
Ön anlaşmanın uygulanmasına ilişkin müzakereler devam ederken İran’a yönelik yeni yaptırım paketinin Senato’dan geçmesi için de ciddi bir lobi çalışması yürütüldü. 2013 Aralık ayında gündeme gelen yasa tasarısına imza veren 33 destekçiden 15’i Demokrat iken, Obama yönetiminin baskısı sonucunda Demokratların desteği kesildi, imza veren Demokrat üyelerden dördü de desteğini geri çektiklerini açıkladı. Ocak ayının sonuna doğru ise hem Cumhuriyetçi hem de Demokratların desteğiyle vetoyu aşacak çoğunluğa ulaşmaya yakınken AIPAC desteğini çektiğini duyurdu.(6)
ABD-İSRAİL ARASINDA SİYASİ ÖNCELİKLERİN AYRIŞMASI
AIPAC’ın bu kararını bir yenilgi yerine uzlaşma olarak tanımlamak daha yerinde olacaktır. Geriye dönüp bakıldığında, yaptırım paketi üzerindeki tartışmaların sebep olduğu gerilim İsrail lobilerini Obama yönetimiyle restleşme noktasına getirdi. Bunda en büyük etken İsrail ile ABD yönetiminin tam anlamıyla çıkar çatışması olmasa da özellikle Ortadoğu’da farklı siyasi önceliklere ve tehdit algılarına sahip olmaları.
Başkan Obama İran’ın nükleer silaha sahip olmasına karşı olduğunu söylemekle birlikte o güne kadar izlenmiş olan politikaların nükleer silahlanma sürecini durdurmakta başarısız olduğundan yola çıkarak diplomasi yoluyla İran’ın siyasi ve ekonomik entegrasyonun yolunu açmayı ve böylelikle molla rejimini ılımlı bir çizgiye çekmeyi hedefliyor. Diplomatik temasların sürdürülmesi aynı zamanda İran’ın nükleer enerji tesislerinin Uluslararası Atom Enerji Kurumu gibi aktörler tarafından gözetimine imkân vermesi bakımından olumlu değerlendiriliyor. Elbette, tam karşıt görüşler de mevcut. İran’ın geçmişteki sicilinin pek temiz olmaması- uluslararası kurumlara vermiş olduğu sözlere ters düşerek, gizliden uranyum üretimine devam etmiş olması gibi birtakım tecrübeler, Ruhani yönetiminin içtenliğini tartışmalı kılıyor. Bu sebeple ABD düşünce liderleri arasında İran’la müzakereleri fazlasıyla iyimser bulan yorumlar da var. Müzakere sürecinin başarısız olması durumunda ABD’nin nükleer bir İran gerçeğiyle ve savaş seçeneğiyle baş başa kalacağı gibi, başta İsrail olmak üzere Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkeleri de karşısına alacağından, müttefiklerinin desteğini kaybedeceğinden endişe ediliyor.(7)
Ancak hatırlayacak olursak, iktidara gelişinden itibaren, Başkan Obama yönetimi boyunca izleyeceği belli başlı dış politika hedeflerini çeşitli kereler dile getirmişti. Bunlar, devam etmekte olan savaşların bitirilerek askerlerin geri çekilmesi, İsrail-Filistin sorununun çözümü ve İran’ın nükleer silah üretimini engelleyecek bir anlaşmaya varılmasıydı. İktidara gelişini takiben bastıran ekonomik krizin de etkisiyle sosyo-ekonomik yapılanmaya öncelik veren bir yönetimin savaş karşıtı bir kamuoyuna rağmen yeni askeri maceralara insan ve para kaynağı aktarmasını beklemek gerçekçi olmazdı. Yine de Başkan Obama’nın Suriye konusunda çelişkili mesajlarla ve hamlelerle ABD’nin dış politikada güvenilirliğini ve caydırıcılığını erozyona uğrattığı da ayrı bir tartışma konusudur.
İsrail tarafından bakınca, Irak’tan çekilmiş, Afganistan’dan -her türlü tehdit edici gelişmeye rağmen- çekilmekte kararlı, Suriye’de İran yanlısı Esad rejiminin iktidarda kalmasına göz yummuş, müzakereler kapsamında belirlenen oranlarda İran’ın uranyum zenginleştirmesine izin vermiş ve buna mukabil ekonomik ambargoyu kademeli olarak gevşetmiş, diğer taraftan da kendi ulusal savunma harcamalarını hızla kesmeye devam eden bir ABD yönetiminin varlığının kaygı verici görülmesini garip karşılamamak gerek. Tüm bu gelişmeler İsrail’in kendini en güçlü müttefiki tarafından savunmasız bırakıldığını hissetmesine sebep oluyor. Diğer yandan İsrail-Filistin barış süreci konusunda İsrail’i hedef alan boykotların ve siyasi baskının giderek artması bu kaygıları daha da besliyor. İsrail barışçıl amaçlar için de olsa İran’ın uranyum üretmesine kesinlikle karşı çıkıyor. Daha önceleri de müzakerelerin devam etmesi için ön koşul olarak tüm uranyum işleme tesislerinin kapatılmasını talep ediyordu. Netanyahu’nun bu konudaki ısrarı iki lideri restleşme noktasına taşıdı. Obama yönetiminin İsrail’in endişelerini yatıştırmaya yönelik açıklamaları ise her seferinde yetersiz kaldı.
ZAMANINDA ÇEKİLMEK YENİLGİ SAYILMAMALI
İran konusunda baskının dozunu giderek artırılması, lobilerle yaptırım karşıtı Obama yönetimini karşı karşıya getirdi. Zaten bir süredir, İsrail lobilerinin dinsel bağlarını milli aidiyetlerinin önüne koydukları ve ABD çıkarlarına zarar verecek şekilde hareket ettikleri yönünde eleştiriler yapılmaktaydı.(8) Bunun en çarpıcı örneği New York Times’da Thomas Friedman’ın Suriye’ye askeri müdahale için baskılar sürerken “Biz Amerikalılar, başka ülkelerin çıkarlarını savunacak avukatlar değiliz,” şeklindeki yorumuydu.(9) ABD basınında İsrail-ABD çıkarlarının yeniden tanımlanması gerektiği üzerine tartışmalar yapılırken, en sık dile getirilen sorun ise İsrail’e herhangi bir eleştirel yaklaşımın doğrudan antisemitizm olarak nitelendirilmesinden duyulan rahatsızlıktı.
Başkan Obama’nın İran’a uygulanacak yeni yaptırım kararlarının yürütülen müzakere sürecini sabote edeceğini ve bunun da ABD’yi yeni bir savaş seçeneğiyle karşı karşıya bırakacağını ifade etmesinin ardından AIPAC’ın yasa tasarısından geçici olarak vazgeçtiğini açıklaması olumlu olarak değerlendirilmeli. Siyasi gerilimin ters teperek İsrail lobilerinin hanesine bir başka eksi puan yazılması böylelikle engellenmiş oldu. Başkan tarafından veto edilerek geri gönderilecek bir yasa tasarısının başarı sayılması mümkün olmadığı gibi, müzakereler bu sebeple durduğu takdirde siyasi sorumluluk İsrail lobilerine en çok da AIPAC’a yüklenebilirdi. Günün sonunda bu gelişme lobilerin etkisinin azalmasından değil, Washington elitlerini aşan savaş karşıtı bir kamuoyunun ve en önemlisi siyasi iradenin varlığını doğru okuyamamaktan kaynaklanmıştır.
1 http://www.whitehouse.gov/the-press-office/2014/01/28/president-barack-obamas-state-union-address
2 “Jewish groups embrace Senate sanctions announcement,” Times of Israel,Kasım 22, 2013, http://www.timesofisrael.com/jewish-groups-embrace-senate-sanctions-announcement/
3 “AIPAC to deploy hundreds of lobbyists to push for Syria action,” Haaretz Eylül 7, 2013, http://www.haaretz.com/news/diplomacy-defense/1.545661
4 “PM Netanyahu addresses Jewish Federations of North America,” 10 Kasım 2013, http://mfa.gov.il/MFA/PressRoom/2013/Pages/PM-Netanyahu-addresses-Jewish-Federations-of-North-America-10-Nov-2013.aspx
5 “Bennett to personally lobby Congress against Iran deal,” The Times of Israel, 10 Kasım 2013, http://www.timesofisrael.com/bennett-to-personally-lobby-congress-on-iran-deal/
6 “Potent Pro-Israel Group Finds Its Momentum Blunted,” The New York Times, 3 Şubat 2014, http://www.nytimes.com/2014/02/04/world/middleeast/potent-pro-israel-group-finds-its-momentum-blunted.html?_r=0
7 Walter Russel Mead, “Threading the Needle,” American Interest, 25 Ekim 2013, http://www.the-american-interest.com/wrm/2013/10/25/threading-the-needle/
8 Robert W. Merry, “Obama and Netanyahu Go to War,” The National Interest, 19 Kasım 2013, http://nationalinterest.org/commentary/obama-netanyahu-go-war-9420
Michael Cohen, “Frenemies: the US-Israel relationship gets rocky over Iran and peace talks,” The Guardian, 13 Kasım 2013, http://www.theguardian.com/commentisfree/2013/nov/13/us-israel-relationship-strained-iran-nuclear-talks
9 Thomas Friedman, “What about US?” The New York Times, 14 Kasım 2013, http://www.nytimes.com/2013/11/13/opinion/friedman-what-about-us.html