Geçtiğimiz günlerde İspanya, 522 sene önce (1492 yılı) ülkeden sürdüğü Sefarad kökenli Yahudileri ülkeye tekrar davet etti. Bu sebeple başta İspanya ve İsrail olmak üzere ülkemizde dâhil, Sefarad Yahudilerinin yaşadığı ülkelerde İspanya sürgünü yeniden gündeme geldi
Nuh Arslantaş
Sefarad’ın Lidyalılara başkentlik yapan antik kent Sardes (Manisa’nın Salihli ilçesine bağlı Sart kasabası) olduğu söylense de, esasen ‘Sefarad’ Yahudilerin ‘Espemya’ olarak isimlendirdiği İspanya ülkesidir. İslam hâkimiyetinde ise bölge Endülüs olarak isimlendirilmiştir.
Ülkedeki kökenleri Hz. Süleyman’a dayandırılsa da Yahudiler İspanya’ya Babil (MÖ 586) ve Roma (MS 70) sürgünlerinden sonra gelmişlerdir. Önce Vandallar, sonra Vizigotlar’ın hâkimiyetinde iken 711’de Tarık b. Ziyad’ın bölgeyi fethi ile Müslümanlarla birlikte yaşamaya başlamışlardır. Önceki dönemlerde çok kötü şartlar altında yaşadıkları için, fetihler sırasında Müslüman fatihlerin gönüllü müttefikleri olmuşlardır. Değişik şehirlere yerleştirildikleri ve önemli bürokratik görevlere atandıklarına dair pek çok örnek vardır. 950’lerde Endülüs emiri III. Abdurrahman’ın veziri ve özel doktoru Hasday ben Şaprut (ö. 970), Roma İmparatoru I. Otto’nun elçileriyle resmi müzakereler yapmış; Yahudiliğe giren Hazar Hakanı Yosef’le mektuplaşmıştır. 1020’lerde Granada’da Şmuel ben Nagrela (ö. 1056) 30 sene süreyle vezirlik yapmıştı. İbn Nagrela, Müslüman âlim İbn Hazm (ö. 1064) ile tartışacak kadar İslamî ilimlere vakıftı. Bu ikilinin birbirlerine yazdığı reddiyeler günümüze kadar gelmiştir. Moşe ben Meymun (Maimonides), İbn Gebriol, Bahya ben Pakuda, İbn Ezra ve Yahuda ha-Levi gibi pek çok düşünür ve Yahudi, Endülüs’te o sırada Avrupa’daki dindaşlarının yaşadıkları baskı ortamından uzak, liberal koşullar altında verimli bir Müslüman-Yahudi birlikteliği yaşamıştır. Tevrat (Tora), Yahudi hukuku (halaha), şiir, felsefe ve mistisizm gibi çok değişik alanlarda önemli eserler kaleme almışlardır. Yahudi tarihinde bu dönem “Altın Çağ” (Tor Zahav) olarak isimlendirilmektedir.
İSLAM HÂKİMİYETİ SONRASI DÖNEM
İslam hâkimiyetiyle birlikte Katolik Hıristiyanlar etkinliklerini kaybetmiş ve nüfus olarak da İspanya’nın kuzeyinde yoğunlaşmışlardı. Ancak Müslüman Endülüs Devleti’nin iç çekişmelerle zayıflayarak parçalanması, öte yandan Katoliklerin toparlanarak “Reconquista” (Yeniden istila) mefkuresi ile birlik olarak güneye doğru saldırılar düzenlemeleri neticesinde Endülüs coğrafyasında inisiyatif Hıristiyanlara geçmiştir. 1490’larda İspanya kralları Kastilyalı İsabella ile Aragonlu Ferdinand’ın katı mezhep kurallarına bağlı Katolik bir İspanya kurmalarıyla Müslümanlarla Yahudilerin Endülüs’te sekiz asır boyunca ilmek ilmek dokudukları medeniyet de yerle bir edilmiştir. 1492 yılında çıkarılan fermanla hem Müslümanlar hem de Yahudiler ya Hıristiyan Katolik olacaklar ya da ülkeyi terk edeceklerdi. Pek çok Müslüman ve Yahudi, din ve inançları uğruna asırlardır yaşadıkları Endülüs’ü terk etmek zorunda kaldı. Değişik sebeplerle terk etmeyenler ise vaftiz edilerek Katoliklik yapıldı. Din değiştirerek kalan Müslümanlar Morisko (Arapça Müdeccen), Yahudiler ise Marrano (İbranice Anusim/ Kripto-Yahudi) olarak isimlendirilmektedir.
SÜRGÜN FERMANI 476 SENE YÜRÜRLÜKTE KALDI
Aşağıdaki Ferdinand ve İsabella’nın Yahudileri İspanya’dan sürme fermanının tercümesini okuyacaksınız. Ferman 476 sene yürürlükte kalmış, 1968 yılında iptal edilmiştir. Burada vereceğimiz ferman metni, Giritli Yahudi tarihçi Eliyahu Kapsali’nin (1483–1555) Seder Eliyahu Zuta isimli kitabından alınmıştır. Kapsali’nin ferman metnini hangi kaynaktan aldığı bilinmemekle beraber, metnin İspanyolca resmî metinden farklı olduğu ifade edilmektedir. Kapsali’nin aşağıda verdiği metnin, sözlü anlatıma veya bu anlatımdan alınan notlara dayandığı söylenebilir. Zira dünyanın değişik bölgeleri olduğu gibi, İspanya’dan sürülen Yahudilerden bir kısmı da Girit’e yerleşmiş; Eliyahu’nun babası Elkana Kapsali sürgünlerin adaya yerleşmesinde etkin rol almıştı. Aşağıdaki ferman, sürgünü bizzat yaşayan birinin ağzından sürgün psikolojisini yansıtması açısından önemlidir.
KAPSALİ KRONİĞİNDE FERMAN METNİ ŞÖYLE KAYDEDİLMİŞTİR:
“Tanrı’nın inayeti ile ülkeyi, yani Kastilya, Aragon, Leon, Mursia, Mayorka, Sardunya, Granada ve Navara’yı yöneten biz Ferdinand ve İsabella… Anusim’in (Marranos: zorla Hıristiyanlaştırılanlar) feryat ve figanları bize kadar ulaştı. Onların bazılarının yakılması bazılarının da ömür boyu hapsedilmesine karar verilmiştir. Zira onlar yeni dinlerini (Hıristiyanlık) yaşama konusunda gevşeklik gösterirken, bir kısmı da cezasız kalmıştı. Kendilerine işte böyle bir ceza takdir edildi ki, belki pişman olup girdikleri yanlış yoldan dönerler.
Engizisyon memurları onların şeytanî davranışlarını[!] araştırmaya başlamışlardır. Bunlar, Anusim’in serkeş tavrı ve Hıristiyanlığın gereklerini yerine getirmemelerinin asıl sorumlularının Yahudiler olduğunu tespit etmişlerdir. Yahudiler onlara kendi yaşam tarzlarını, hukuk kurallarını ve inançlarını öğrettikleri gibi, oruç ve bayramlarının esaslarını da belletiyorlarmış. Bu sebeple, İspanya’da Yahudiler bulunduğu sürece, onların (Anusim) gerçek anlamda dinin bütün gereklerini yerine getiren Hıristiyan olamayacakları aşikârdır. Bu sebeple, suçlarının cezası daha ağır olmasına rağmen, biz, onların krallığımızdan çıkarılması ile yetinmiş bulunmaktayız. Gerçi biz (böyle yapmakla) kendilerine merhametli davrandık; böyle bir sürgün cezasıyla yetindik.
Bu sebeple erkek-kadın, genç-yaşlı krallığımızda yaşayan Yahudilerin sürülmesine, yaşadıkları yerleri terk etmelerine karar verdik. 1 Mayıs’tan [1492] itibaren Temmuz ayının sonuna kadar üç ay içerisinde Yahudilerin krallığımız topraklarından bir başka memlekete gitmeleri gerekmektedir. Bu emrimize itaat etmeyen, belirtilen süre içerisinde ülkemizi terk etmeyen Yahudiler, bulundukları yerde ya idam edilecekler ya da Hıristiyanlaştırılacaklardır.
Ancak, bu günden itibaren kendi rızası ile din değiştirip Hıristiyanlığı seçenler önceden olduğu üzere, sahip olduklarıyla kendi evinde, menkul ve gayr-i menkulüne malik bir şekilde oturmaya devam edeceklerdir. Bunlar 10 yıl süre ile vergiden muaf olacaklar. Herhangi bir ceza ile de muhatap olmayacak, engizisyon takibatına da maruz kalmayacaklardır.
Biz yine bütün yargıç, bürokrat, müşavir, vali ve memurlarımızı da (ülkeyi terk edecek) Yahudilere göz kulak olmalarını, herhangi bir şahıs ya da memurun meskûn ya da gayrimeskûn mahallerde bunların can veya mallarına herhangi bir zarar vermemeleri konusunda da uyarıyoruz. Uyarıya rağmen Yahudilere herhangi bir şekilde zarar veren olursa, bunların darağaçlarında sallandırılacaklarını da şimdiden duyuruyoruz. Herhangi muhtemel bir zararın daha baştan önlenmesi için köy, kasaba, şehir ya da bölgelerdeki Yahudilerin evleri kraliyet mührü ile işaretlenecektir.
Yargıç, bürokrat, müşavir, vali ve memurlarımıza ilan ederiz ki, iş bu fermanımız, Yahudilerin yaşadığı her yerde Mayıs ayının ilk gününde tellallar çıkarılmak suretiyle ülkenin her tarafında duyurulsun.
Memur ya da bürokrat, bu fermana karşı gelip savsaklayan herkes, tekdir edilip hak ettiği cezaya çarptırılacaktır.”
* (Konuyla ilgili olarak bkz. Nuh ARSLANTAŞ, Yahudiler ve Türkler, Yahudi Tarihçi Eliyahu Kapsali’nin (1483-1555) Seder Eliyahu Zuta İsimli Kroniği Bağlamında Bir İnceleme, İz Yayıncılık 2013)