19. İstanbul Tiyatro Festivali: BİLETLER SATIŞTA

9 Mayıs-5 Haziran tarihleri arasında, yurtdışından yedi, Türkiye’den 35 topluluğun 100’e yakın gösterisini İstanbul’un on üç farklı mekânında tiyatroseverlerle buluşturacak olan 19. İstanbul Tiyatro Festivali’nin programı açıklandı. Biletler Lâle üyelerine 3-7 Mart arasında, genel izleyicilere 8 Mart’tan itibaren satışa sunuluyor. Önümüzdeki tiyatro mevsiminde izleme olanağı bulamayacağımız oyunlarla ilgili olarak bir ön bilgilendirme yapmak istedim

Erdoğan MİTRANİ Sanat
5 Mart 2014 Çarşamba

Festivalin bu seneki yıldızı, büyük olasılıkla geçtiğimiz festivale Thomas Ostermeier’in ‘Hamlet’iyle konuk olan Schaubühne Berlin olacak. Topluluğun dramaturg Florian Borchmeyer ve yönetmen Thomas Ostermeier işbirliğiyle sahneye koyduğu Henrik Ibsen’in ‘Bir Halk Düşmanı’nın güncel ve mizah dolu çarpıcı yorumu, Ibsen’i çevre ve finans krizlerinin modern dünyasına başarıyla taşıyor. Özüne sadık kalarak, eleştirel yönünü kusursuz bir biçimde günümüze taşıyan çalışma, güçlü finaliyle seyircileri oyun sonundaki tartışmaya dahil ediyor. Festivalin olamazsa olmazı!

2014, Shakespeare’in doğumunun 450.yılı. Bu nedenle festivalde yerli ve yabancı yedi farklı Shakespeare yorumu izleme fırsatımız olacak.

Yazarın sahnedeki anlatımında daha cazip yenilikçi yollar keşfetmek, oyun metni ve performansı arasındaki ilişkiyi daha belirgin biçimde seyirciye sunmak amacını taşıyan, sadece Shakespeare oyunları sahnelemesiyle ünlü İngiliz topluluğu Propeller Theatre Company, Shakespeare’in eğlenceli ve akıl dolu iki oyunu, ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’yla ‘Yanlışlıklar Komedyası’nı ilk kez İstanbul’a getirecek.

Metinle çağdaş estetik görünümün çok titiz bir yaklaşımla birlikte ele alınıp işlendiği, maskelerin, klasik ve modern her türlü projeksiyonun, animasyonun, her yaşa hitap eden müzik türlerinin kullanıldığı iki oyunu da topluluğun sanat yönetmeni Edward Hall sahneye koyuyor. 

Polonya’dan gelen Baltic Dance Theater, ‘zamansız’ bir komedi olarak nitelenen ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’nın, müziğin ve dansın diliyle, teknolojiye çok fazla başvurmadan nasıl da akıcı olarak sunulabileceğinin örneğini, Goran Bregovic’in müzikleri eşliğinde izletecek.

Dört ilginç Shakespeare yorumu da Türkiye’den.

Martı’, ‘Bernarda Alba’nın Evi’,Rozencrantz ve Guildenstern Öldüler’ gibi klasik oyunları çağcıl yorumlarla sahnelemiş olan Tiyatro Oyunbaz, Abdullah Cabaluz’un yönettiği ‘Kral Lear’le festivalde prömiyer yapacak. Cabaluz’un, topluluğun neredeyse tamamının katıldığı İş Oyuncuları’nda ‘Onikinci Gece’ye getirdiği olağanüstü yorumu izlemiş olduğumdan, ünlü tragedyayı nasıl ele alacağını merak ve heyecanla bekliyorum.

Altıdan Sonta Tiyatro – Pangar - İstanbul Tiyatro Festivali ortak yapımı ‘Kral (Soyatrım)Lear’, Lear’ın ve çevresindekilerin hikâyesini, Lear’a en yakın kişi olan, gerçekleri ve fikirlerini hiç çekinmeden dillendirebilen Soytarı’nın gözünden anlatıyor. Amaç oyunu grotesk bir dille yeniden yaratarak, groteskin o acıtıcı gerçekliğiyle baş başa kalacak seyirciyle ‘soytarıca’ bir Lear hikâyesi paylaşmak. Uyarlayan ve yöneten Yiğit Sertdemir.

Derme Çatma Kollektif’in Hamlet’in öyküsüne bir yanıt olarak tasarladığı ‘Derme Çatma Hamlet’, sosyal kimlikleri meçhul birkaç kişinin dağılmış halde buldukları Hamlet metnini birleştirme sürecini, bir firar ve bölünme hikâyesi, ‘olmak’ üzerine bir araştırma olarak ele alıyor.

Shakespeare, ‘aşk’, kimliğimiz, sosyal seviyemiz, kültürümüz ne olursa olsun bizi kaçınılmaz olarak Romeo ve Juliet’e çevirir mi demek istiyor? Eğer böyle ise; Romeo ve Juliet olmaya cesaretimiz var mı? Mehmet Birkiye’nin Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda sahneleyeceği ‘Romeo ve Juliet’ yorumunun çıkış noktası, bu soru.

İstanbul Devlet Tiyatroları, Heiner Müller’in, Shakespeare’in ‘Hamlet’iyle bağlantılı olmakla birlikte, ondan çok daha fazlasını içeren ‘Hamlet Makinesi’ni yorumlayacak. Çağdaş tiyatroda klasik dramatik yapıyı aşma girişimi olarak yerini alan, izleyicinin tüm önyargılarını bir kenara bırakarak farklı bir tiyatro seyrettiğini fark etmesini talep eden oyun, tarih anlayışından diktatörlerin yıkımına, kadınlara uygulanan baskı ve şiddetten, devrimlere, pek çok temaya değinen görsel bir şölen. Devlet Tiyatroları’nın‘Hamlet Makinesi’ni yüzlerine gözlerine bulaştırma olasılığı yok değil; tek umudum yönetmen koltuğundaki Ayşe Emel Mesci’de.

Bu yıl Polonya ile Türkiye’nin diplomatik ilişkilerinin 600. yıldönümü. Bu vesileyle festival Baltık Dans Tiyatrosu haricinde üç oyuna daha ev sahipliği yapacak.

TR Warszawa kışkırtıcı uyarlamalarıyla tanınan Grzagorz Jarzyna’nın yönettiği iki ortak yapımla geliyor. Dorota Masłowska’nın sarsıcı romanından uyarlanan Schaubühne am Lehniner Platz’la ortak çalışmaları ‘Ne Yaptıysak Nafile’ toplu çürüme ve ayrışmanın ayyuka çıktığı, sıkı bir kapitalizm eleştirisi. Oyun sonrası Dorota Masłowska ile bir söyleşi yapılacak.

TR Warszawa’nın Teatr Narodowy w Warszawie ile birlikte gerçekleştirdiği, Jarzyna’nın Bram Stoker’in gotik romanı Dracula’dan esinlenerek yeniden kurguladığı, Alman dışavurumcu sinemasının bu ilk örneğini sinemanın görsel öğeleriyle zenginleştirerek sahneye koyduğu ‘Nosferatu’, açıklanamayana karşı duyulan, insanın doğasına derinden kök salmış korkuyla, dünyamızın vardığı bilimsel, teknolojik ve dijital seviye arasındaki çatışmayı ele alıyor. Popüler kültür ikonuna dönüşen vampir öykülerinin tiyatro sahnesinde farklı bir dille seyircinin karşısına çıktığı ‘Nosferatu’ için 13 yaş sınırlaması var.

Festival, Krzysztof Garbaczewzki ve Koyuncuoğlu’nun yazıp yönettiği Opole Tiyatro yapımı, Proust’un ‘Kayıp Zamanın İzinde’ ile Orhan Pamuk’un ‘Masumiyet Müzesi’ ve ‘İstanbul Hatıralar Şehri’ metinlerinin ilham kaynağı olduğu ‘Proust-Pamuk-Bellek’in dünya prömiyerine de ev sahipliği yapacak. Yurtdışından gelen bütün oyunlar özgün dillerinde Türkçe üstyazıyla sahnelenirken, batı ve doğu gelenekleri arasındaki kültürel farklılıklara odaklanan ‘Proust-Pamuk-Bellek’ İngilizce ve Türkçe simültane çeviriyle izlenecek.

Mesut Aslan’ın yönettiği, İngilizce üstyazısız sahnelenecek olan Harold Pinter’in ‘Aldatma’Onderhetvel, Platform 0090, Toneelhuis, Dommelhof, ‘T Arsenaal, WPZimmer ve İstanbul Tiyatro Festivali’nin ortak yapımı. Çalışma Pinter’in klasikleşmiş oyununa deneysel bir yaklaşım getiriyor. Görsel sanatçı Lawrence Malstaf’ın NEVEL adını taşıyan, kendi ekseni etrafında dönen dokuz panelin oluşturduğu, mimarisi sürekli değişen labirentte zamanın ve hafızanın oyununu yansıtan uzam durmaksızın yeniden oluşturuluyor.

Festivale İstanbul dışından iki Türk topluluğu misafir gelecek.

Diyarbakır Şehir Tiyatrosu, Aziz Nesin’in ünlü ‘Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ını Ferhat Keskin’in yönetmenliğinde Türkçe üstyazıyla Kürtçe sahneleyecek.

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Emmanuel Roblès’in insanlığın özgürlüğünü elde edebilmek için ödemek zorunda kaldığı bedele odaklanan, geçen sezon çok iyi eleştiriler almış oyunu ‘Monserrat /Özgürlüğün Bedeli’yle geliyor.

Festivalde prömiyeri yapılacak 33 yerli yapımın geri kalanlarına ait izlenimlerimi önümüzdeki tiyatro mevsiminde paylaşacağım.

NEDİM SABAN’dan

Müziksiz Evin Konukları

Tiyatroya on iki yaşında çocuk oyunları yazarak başlayan Nedim Saban, tiyatro bölümünden mezun olduğu New York Üniversitesi’nde sinema ve televizyon eğitimi de almış. Türkiye’ye döndüğünde, hâlen yazar, oyuncu, yapımcı ve yönetmen olarak çalışmalarına devam ettiği Tiyatrokare’yi 1992’de kurmuş. Televizyonda yazarlık, oyunculuk ve Türkiye’nin ilk ineraktif talk show’unun sunuculuğunu yapmış, halkın telefonla katıldığı Dr.Stress on üç yıl devam etmiş. Çeşitli dergilerde röportajlar, köşe yazıları, tiyatro, siyaset ve günlük yaşamla ilgili makaleler yazan Saban eğitmenlik de yapmakta.

1992’de Tiyatrokare’yi yönettiği ilk oyun ‘Lost In Yonkers’da büyük oyuncu Macide Tanır’ı tekrar sahnelere kazandıran Saban, 22 yıllık tiyatro serüveni boyunca benzersiz bir kadirşinaslık örneği sergileyerek Macide Tanır’ın ardından Türk Tiyatrosuna damgasını vuran, ancak bir yaştan sonra fiilen ya da dolaylı olarak emekliliğe zorlanan Pekcan Koşar, Çiğdem Selışık, Rüçhan Çalışkur ve Celile Toyon gibi oyunculara yeniden sahneye çıkma olanağı yaratmış.

35 yıldır tiyatro yapan Saban, gerçek bir savaşçı. Demokratik bir Türkiye özleyen tüm saygın tiyatrolarımız gibi, devlet yardımının kesilmesiyle yaşam savaşı vermekte olan Tiyatrokare’nin boğuştuğu maddi sıkıntılara rağmen, geçen yıl kaybettiğimiz Macide Tanır’ın anısına, kuruluş oyunu ‘Lost In Yonkers / Müziksiz Evin Konukları’nı, başrolünü 50. sanat yılını kutlayan Devlet Tiyatroları’nın kıdemli oyuncusu Serpil Tamur’un devraldığı yeni bir yorumla tekrar sahneye koyuyor.

Neil Simon’un 1991’de Pulitzer ve Tony kazanmış oyunu 1942’de, yeni ölen eşinin tedavi masrafları yüzünden borçlanan ve bir süre uzaklarda çalışmak zorunda olan bir babanın iki genç oğlunu annesinin yanına bırakmak zorunda kalışıyla çocuklarının, kendisini sevgiye kapatmış bir babaanne ve çocuk ruhlu bir halayla, Müziksiz bir Evde sevgisizliğe mahkûm olarak yaşamalarının öyküsü.

Benzerlerini 1960-70’lerde modern tiyatro adı altında izlediğimiz çok sayıda oyunu anımsatarak gençlik anılarımın nostaljik tadını bırakan, Saban’ın kendi yaptığı yeni çeviriye dayanarak yönettiği bu duygusal aile komedisinin biraz eskimiş bir çekiciliği var.

Nedim Saban’ın finaldeki selâmlama düzenlemesini bile düşündüğü titiz sahnelemesi çok başarılı. Oyuncu yönetimi dört dörtlük. Çocuklarını kendi yetiştirilmiş olduğu gibi katı yöntemlerle, ödlerini patlatarak eğiten ve onlara vermiş olduğu farklı zararların bilincinde olmayan (ya da olmak istemeyen) Alman Yahudisi hoşgörüsüz babaanne Serpil Tamur’la, çocuk kalarak gerçeklerden kaçmayı yeğleyen kızı Bella’ya çok etkileyici bir yorum getiren Özge Özder müthiş bir ikili oluşturmuş. Onlara eşlik eden Abdül Süsler, Asuman Çakır, Emrah Düzkaya, Selim Tezin ve Abdullah Semercioğlu’nun takım oyunculuğu da çok iyi. Barış Dinçel’in işlevsel dekoruyla Serpil Tezcan’ın dönemin ruhunu veren kostümleri de öyle. Alıştığım tarzın dışında da olsa keyifle izledim. Öneririm. Hepinize iyi seyirler.