Teresa Salgueiro ile yepyeni Portekiz hikâyeleri

Henüz 17 yaşında iken ünlü Wim Wenders filmi ‘Lizbon Hikâyesi’nde başrol oynayan ve dikkatleri çeken, Portekiz’in uluslararası arenadaki en ünlü gruplarından Madredeus’un sesi olarak milyonlar satan Teresa Salgueiro, kariyerinde çeyrek asrı geride bırakırken, kendi şarkılarını yazdığı ilk albümü ‘O Misterio’ ile hayalini kurduğu müzikleri yapıyor.

Cenk ERDEM Sanat
14 Mart 2014 Cuma

Fado’yu aşan ve gelenekselle yeniyi buluşturan şarkılara can veren sanatçı, ilk kez 20 Mart’ta İş Sanat sahnesinde sevenleriyle buluşacak. Teresa ile kariyerini, müziğini, Madredeus’la sürdürdüğü uzun soluklu macerasını ve İstanbul’u konuştuk.

José Carreras, Caetano Veloso, Angelo Branduardi gibi meşhur isimlerle işbirliği yaparak kaydettiği ‘Obrigado’ albümü ile büyük çıkış yakalayan Teresa Salgueiro, ‘O Mistério’ albümünü şiirsel, aydınlık hissi uyandıran ve aynı zamanda gölgeler taşıyan bir albüm olarak tarif ediyor. Dünya müziğinin en yetenekli şarkıcılarından biri olarak eleştirmenlerin övdüğü Salgueiro şarkılarıyla, Portekiz geleneğini ve İstanbul’a çok benzettiği Lizbon’u bizlere tanıştıracak.

 

Kariyerinizde 25 yılı geride bıraktınız, geçmişe dönüp baktığınızda neler hissediyorsunuz? 

Özetlenemeyecek kadar uzun bir yol aldım ama her zaman müziğe olan tutkum ve aşkım yanımdaydı. Müzikle büyümüş oldum ve çok iyi müzisyenlerle çalışarak kendimi geliştirme şansı da yakaladım. Aslında hiç planlamadan, aklımda bile yokken kendimi müziğin içinde bulmuştum ve dönüp baktığımda çok doğru seçimler yaptığımı hissediyorum. 

Son albümünüz ‘O Misterio’ için ilk kez tüm şarkıların söz ve müziklerine imza attınız; peki, kendi şarkılarınızı yazmak için neden bu kadar beklediniz? 

Lise döneminde bir yandan flüt ve piyano dersleri alıyordum ama aklımda şarkı söylemek gibi fikir yoktu. Şarkı söylemek de hoşuma gidiyordu ancak bunu profesyonelliğe dökeceğim hiç aklıma gelmemişti. Madredeus’un vokalist seçmelerine de öylesine girmiştim ama yolumu tamamen değiştirdi. Tüm bu dönemlerde olağanüstü müzisyenlerle çalışarak bir şarkıcı olarak kendimi geliştirme derdindeydim, kendi şarkılarımı yazmanın henüz zamanı değildi.

 

Son projenizin tüm o senelerin ardından yeni bir başlangıç olduğunu söyleyebilir miyiz?

 

O seneler boyunca Madredeus’un başarısı hem bizim hem de Portekiz için bir ilkti ve ben de kendimi turnelerin, konserlerin, albüm kayıtlarının dolayısıyla çok büyük bir maceranın içinde bulmuştum.  Yirmi yıldan sonra Madredeus’dan ayrılıp ilk kez kendi müziklerimi yapmaya başladığımdan beri, yepyeni bir yolculuğa başladığımı söyleyebilirim.

 

Peki, tüm söylediklerinizle son albümünüzün müziklerini nasıl tarif ediyorsunuz?

 

Müziklerim için, daha kişisel ama Portekiz’in köklerinden beslenen müzikler diyebiliriz. Hem köklerimize, hem Portekiz’in birbirinden farklı kültürleri barındıran geleneksel müziklerine bağlı şarkılar hem de yeni bir müzik olarak niteleyebiliriz. Albümüm füzyon ama akustik referansları da buluşturan bir tarz olarak da özetlenebilir.

 

25 yaşında Wim Wenders’ın meşhur ‘Lizbon Hikâyesi’ filminde başroldeydiniz, sizin için bir dönüm noktası sayılabilir mi?

 

Wim Wenders olağanüstü bir sinemacı; ‘Lizbon Hikâyesi’ için Madredeus’un müziklerini kullanmak istediği sırada üçüncü albümümüzü hazırlıyorduk ve kendisine eski şarkılarımız yerine Madredeus’un yeni müziklerini kullanmasını teklif ettik. Böylece hem filmin müzikleri hem de albümümüz için kayıtlara girmiş olduk ve bu, bizim için müthiş bir fırsat oldu.

 

Madredeus, Portekiz’den çıkan en ünlü gruplardan biri ve ekibe katıldığınızda sadece 17 yaşındaydınız; şimdiki müzikleriniz yine Madredeus’un etkilerini de taşıyor mu?

 

Madredeus’la çalıştığım yıllar boyunca çalıştığım çok iyi müzisyenler sayesinde bir şarkıcı olarak kendimi geliştirebildim; ayrıca o süreçte benim için de şarkılar yazıldı. Ancak tüm birikimlerimle artık kendi şarkılarımı ifade etmek istediğim bir dönemdeyim. Şarkılarımın çok daha aydınlık, şiirsel ama aynı anda gölgeler de taşıyan şarkılar olduğunu söyleyebilirim.

 

Eleştirmenler sizi dünya müziğinin en yetenekli şarkıcılarından biri olarak gösteriyorlar, peki sizin favorilerinizi sorsam?

 

Bana kalırsa Brezilyalı Marisa Monte çok özel bir şarkıcı, hem kendine has bir tarzı var, hem de kendi bestelerini yapıyor, üstelik albümlerinin prodüktörlüğünü de kendi üstleniyor. Tam bir sanatçı ve gelenekselle yeniyi buluşturan çok özel bir çizgisi var. Norah Jones ve U2 ‘yu da çok seviyorum.

 

Portekizli bir şarkıcı olarak, günlük hayatınızda Fado’nun ve Portekiz müziklerinin yeri?

 

Fado ‘yu bugüne taşıyan ve dünya müzikleri arasında özel bir yer kazandıran tek isim Amalia Rodrigues. Fado geleneği, bugünkü yerini Amalia Rodrigues’e borçlu. Çok özel bir sesi var. Fado’yu başkalaştıran ve dünyaya ulaştıran da onu o kendine has yorumu. Portekiz’in müziklerini devleştiren çok özel başka isimler de var. Zeca Afonso ve Carlos Paredes de Portekiz’in en büyük isimleri…

 

İstanbul’da, 20 Mart’ta konser veriyor olacaksınız, İstanbul hakkında en çok neler biliyorsunuz?

 

Sanırım İstanbul’a en son geldiğimde 2005 senesiydi ve konser için gelmiştik. Çok hızlı bir ziyaretti, İstanbul’u gezmeye bile fırsatım olmamıştı. Üstelik çok iyi hatırlıyorum her yer bembeyazdı, kar yağıyordu. Fotoğraflarda gördüğüm İstanbul bana Lizbon’u çağrıştırıyor. Köprüleri, boğazı bana Lizbon’u hatırlatıyor ama hiç gezemedim; tek hatırladığım beyaz bir İstanbul. Kendi şarkılarımla ilk kez geliyorum ve şehri tanımayı çok istiyorum.