‘Cinderella Collection 2014’ sergisi ismiyle, bizi masalsı bir görsel şölenin beklediğinin ipucunu veriyor. 29 Mart’a kadar sergilenmeye devam edecek olan bu masalın yaratıcısı Selin Kohen Levi ile eserlerine ev sahipliği yapan Galeri Apel’de bir araya geldik
Peri kızı güzelliğinde bir cam sanatçısı… “Tutku ile aşk, büyük işlerin kanatlarıdır,” demiş Goethe; işte Selin Kohen Levi, yaptığı işe tutkuyla ve büyük bir aşkla bağlı olduğundan, sergilediği tüm cam eserler hayranlık uyandırıyor. Onları izlerken, yaşamın farklı dönemlerinde yaşanmışlıkların izlerini görüyorsunuz; gençlik, flört, evlilik, ayrılık ve lohusa gibi çeşitli zaman dilimleri camın üzerine büyük bir ustalıkla aktarılmış. Değişik malzeme kombinasyonlarından, her biri farklı tekniklerle oluşturduğu cam eserler, bir yandan 21. yüzyıl marka bağımlısı Cinderella’lara gönderme yaparken, adeta bir defile için özel tasarlanmış giysi, ayakkabı ve çantaların sunumuyla karşılaşıyorsunuz. Sanatçı, cam eserleriyle, kadınların güzellik algısında giyim kuşamın önemine ve bu döngüde kadının öz benliğe değer katma arzusu ile yaratılan görsel imajın kırılganlığına dikkat çekmeyi amaçlamış.
Cama olan tutkunuz nasıl başladı; neden cam?
Aslında, evlenene kadar bankacıydım. Demirbank Yurtdışı İlişkiler bölümünde yoğun bir tempoda çalışırdım. Evlendikten kısa bir süre sonra evimi dekore ederken, bir mağazada çok özel bir lamba gördüm. İçinde kütle kütle camlar vardı ve fiyatı çok pahalıydı. Işığın camın içinde kırılmasına âşık oldum. O camları bulmak istedim. Aradım, buldum ve aynı lambayı kendim yaptım. Hâlâ evimdedir. Sonradan tek arzum cam kesmeyi öğrenmek oldu. Kimden öğrenebilirim diye düşününce, evime gelen camcı ve aynacıların atölyesine gitmeye başladım. Türkiye’de 12 sene önce henüz bir cam ocağı bile yoktu.
Cam sanatçısı olmak için nasıl bir eğitim aldınız?
Özel bir eğitim almadım. Bir gün Londra’dan bir cam sanatçısının geldiğini duydum: Yasemin Aslan Bakiri; soluğu onun yanında aldım. Ondan cam teknikleri ile ilgili dersler almaya başladım. Cam sanatında, öğrenmenin sonu yok. Çok teknik ve çok prosedürü olan bir şey; hatta seramikten daha zor. Daha sonra, cam ocağına da gittim, cam bilgim eski usul kalmış. Vitraycılardan da eğitim aldım bir müddet. Kendi kendimi yetiştirdim diyebilirim.
Bu sanat biraz da tehlikeli gibi…
Cam ocağında uzaylı gibiydim. Kullandığım kimyasalları duymamışlar. Zararsız denebilecek hiçbir şey yok yapım aşamasında. Kimyasal cam yapmadığım dönemde ciddi bunalıma giriyorum. Bu işte ne eldiven ne de maske kullanırım. Evimde, oksijen ve gaz tüpleri var.
Cam sanatında prosedür nedir?
Önce kil, sonra kalıp, kimyasallar, fırınlanma aşaması, renklendirme gibi çok detaylı bir işlem. Tek bir aşamayı bile bilmiyorsanız, tüm emek fırında çöpe gidebilir. Bunu defalarca yaşadım. Eser, sanayi fırını gibi dev bir fırında bir hafta süreyle kalır. Evdeki fırın gibi basit değil; onu çalıştırabilmek için fizik, kimya ve matematik bilmelisiniz. Her iş için farklı bir program yazmak gerekiyor. Onu çözmek neredeyse on yılımı aldı diyebilirim. Deneme yanılmalarla, tam mantığını yeni anladım. Her seferinde bir kalp çarpıntısı. Fırından bir pat sesi geldi mi, telafisi yok. Baştan yapılmalı.
Hem anne hem sanatçı olunca…
Pek de kolay değil. 6 yaşında bir kızım ve eserlerimi ortaya çıkarabilmek için kullandığım epey kimyasal çeşidi var. Tabii ki onlar, evde kilit altında özel bir odadalar. Evin içinde gizli bir atölyem var. Camdan zarar gelmez ama bu kimyasallar tehlikeli olabilir. Biraz büyüdüğünde kızıma bu odayı gösterdim ve gözlerine inanamadı. Gizli bir hazine keşfetmiş gibiydi. Ancak, o atölyeye kesinlikle girilmeyeceğini çok iyi bilir.
İlk eseriniz neydi?
İlk başlarda, açıkçası bir obje yapmaya çalışmadım. Teknikleri çalıştım. Pişirebilmek, eritebilmek yani camı anlamaya çalıştım ilk yıllar. Daha sonra ilk yapmayı düşündüğüm şey Adidas ayakkabıydı. İki günlük kurs için cam ocağına gittim. İki günde bu ayakkabıyı yapmam mümkün değildi; yerine yeşil bir hamam terliği yaptım. Bu eserimle, Dolmabahçe Sarayında Türkiye’nin ilk cam sanatı sergisine katılmaya hak kazandım. O terlik epey beğeni toplamıştı.
Adidas ayakkabıya ne oldu?
İki - üç sene düşündükten sonra, Adidas’ı da yaptım. O eserimi, Eskişehir’de kurulan Türkiye’nin ilk Cam Müzesi’ne bağışladım. Artık hep orada kalacak.
Modayı takip eder misiniz?
Sadece ihtiyacım olunca alışverişe giderim. Markalarla alakam yok. Eserlerimde ise Louis Vuitton, Channel ve Louboutin gibi markları çalıştım. ‘Cinderella Collection – 2014’ aslında bu sergiye ait bir fikir değil. Bu objelerin yapımı çok uzun süre aldı. Yıllarca düşünüyorum bir parçayı. Üç yıl sonra da olsa yapıyorum. Mesela Louis Vuitton çanta. Şimdi artık aylar yerine, iki üç hafta sürüyor. Her parça farklı teknikle üretiliyor. Bugünkü avantajım, kendi atölyemde yapabileceğim tüm teknikleri uzun yıllar içinde öğrenmiş olmam.
Sergin için, hayatının belirli dönemlerinde değişim gösteren ruh hallerinin bir yansıması diyebilir miyiz?
Kesinlikle diyebiliriz. Bunu da kendi sergimi herhangi biri gibi gezerken anladım. Bilinçli bir şekilde olmadı. Mesela ‘Lohusa’ adlı eserimin üzerinde, hamileyken göğüslerim çatlamasın diye sürdüğüm ampullerin başlarından var. Farkında olmadan 38 beden yapmışım. O dönemde ben de o bedene çıkmıştım. Dikenli gibi görünüşü de lohusa sendromunu yansıtıyor.
Bu ilk kişisel serginiz…
Evet. Ocak 2013’te bir karma sergiye ‘Cinderella’nın Gardrobu’ ile katılmıştım. Aralarda küçüklü büyüklü sergilendi ama camcıların içinde kalmak başka, sanat ortamına geçmek başka bir şey. On yıl, kendimi cam sanatını keşfetmeye adadım. İlk defa bütün eserlerimi bir arada sergiliyorum. Sergi için konsept gerekiyormuş, o da bende otomatik oluştu; ayakkabı çanta ve giysiler. Camla başka türlü bir bağım var. Cam atölyesine girdiğim anda neye üzülürsem üzüleyim, artık başka bir boyuttayım.
Son eserlerinde camla danteli kombinlemişsin. Bundan sonra da, eserlerine tekstili katmaya devam edecek misin?
Bilmiyorum; sürekli üretime yeni tasarımlar hazırlıyorum. Ama o dönem bambaşka bir şey olabilir. Akıştayım.
Bu sergi hepimize şu soruyu düşündürsün istiyor sanatçı: “Cinderella o balo kıyafetini giymemiş olsa, cam ayakkabıları olmamış olsa, yine de o prensin gönlünü çelebilir miydi?” Asıl tema bu; görsel imajdan kasıt da bu. Kadın zaten güzel; bir peri gelip vurgulayınca prens ona âşık oluyor. Bu sorunun cevabını Selin Kohen Levi’ye sorunca, “Umarım beğenirdi,” diye cevapladı. Bunun yanıtını bilemeyeceğiz belki ama bu sergiye gidenlerin ‘Cinderella Collection 2014’ü çok beğeneceklerine eminim.
Selin Kohen Levi, 1977’de İstanbul’da doğdu. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Satış Yönetimi’nden mezun oldu. 2002’den itibaren füzyon, vitray, cam mozaik, kalıpla cam şekillendirme, farklı kalıp teknikleri, polisaj ve finisaj teknikleri, cam için seramik, cam üfleme, ısıyla şekillendirme gibi çeşitli cam sanatı eğitimleri aldı. 2005’de ‘Camda Sanatsal Yansımalar’ sergisi için, Dolmabahçe Sarayı Camlı Köşk’te eseri sergilenirken, 2007’de Çağdaş Türk Cam Sanatçıları sergisine katıldı.