Türkiye’nin dış politikası ve doğurduğu sonuçlar
12 Mart akşamı Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Görevlisi Soli Özel, Şaar Aşamayim Sinagogu’nda ‘Türkiye’nin dış politikası ve doğurduğu sonuçlar’ konulu bir söyleşi gerçekleştirdi
ABD’nin dış politikasında kabuk değiştirmesinden, Arap Baharı’nın doğurduğu sonuçlara ve tüm bunların ışığında Türkiye’nin politikalarını AKP iktidarının başlangıcından günümüze kadar getiren Soli Özel’in analizinin ana hatları şöyle oldu:
*** Türkiye dış politikada sahip olduğu özgül ağırlığını üst üste kaçırdığı fırsatlarla kaybetti. Polonyalı siyaset bilimci Brzezinski’nin sırasıyla Çin ve ABD için kullandığı terimlerden yola çıkarak, Türkiye dış politikada ‘sabırlı hırs’ın tersine ‘ihtiyatsız kendini kandırma’ yoluna girdi. Her ne kadar ABD ihtiyatsızca kendini kandırmasından dolayı Irak, Afganistan gibi bölgelerde bir fiyaskoya imza atmış olsa da, Türkiye’nin, aynı genişlikte bir ‘hata marjı’na sahip olmadığı için bölgenin gücü olma hayali sona erdi.
***Gücü azalan ve neo-conların baskılarına karşın müdahaleci tavrından vazgeçen Obama liderliğindeki ABD, üzere artık doğrudan çıkarı olmayan ülkelere karışmak istemiyor. ABD gözünü rakibi Çin’in yer aldığı Asya’ya ve Asya’ya kapı olabilecek İran’a çevirdi. Bu bağlamda İran ile Türkiye rakip konuma geldi. Üstünlük şu anda hem coğrafi avantaj (Hazar Denizi, gaz yatakları) hem de Türkiye’nin iç problemlerinden dolayı İran’da. Son zamanlarda ABD’nin Ruhani ile masaya oturma gayretleri bunu doğrular nitelikte. İran ile normalleşmenin getireceği sonuçlardan biri, Türkiye’nin, kaybettiği stratejik avantajı telafi etmek için içerdeki demokrasisini sağlamlaştırması olabilir.
***Soğuk savaş sonrası Türkiye, laik, demokrat, NATO üyesi, AB iddiası olan Müslüman bir ülke olarak; diktatörlükle yönetilen, radikalizm üreten, genç nüfusun yoğun, ekonomik imkânların kısıtlı olduğu, Fas’tan Afganistan’a kadar olan Müslüman bölgede, ABD’nin cephesi konumuna getirildi. Clinton, TBMM’deki konuşmasında Türkiye’nin ‘tercihleriyle 21. yüzyılın gidişatını belirleyecek ülke’ olduğunu söylemişti. İki yıl sonra 2001 ekonomik krizinden Derviş’in reçetesiyle çıkmaya çalışan Türkiye’ye, 11 Eylül saldırısı sonrasında, IMF’nin 16 milyar dolar vermesini sağlayan ABD olmuştu.
2002’de AB üyeliği işinin peşınde koşmak vaadiyle iktidara gelen İslam tabanlı AKP, ilk üç yıl dediğini yaptı, hatta Amerikan ve İsrail karşıtlığı açısından eski iktidara göre ılımlıydı. Bol paranın aktığı dönemde ekonomiyi uçuran AKP, telafisi mümkün bazı hatalarıyla, dış siyasette de konjonktürü çok iyi değerlendirdi ve bu iç politikasında muazzam bir manivela oldu.
***2008’den sonra AKP İsrail’in Ortadoğu’daki hegemonyasını eline geçirmek, bölgede popüler olmak ama en önemlisi içerdeki iktidarını pekiştirmek için İsrail ile 2009-One Minute kriziyle başlayan bir tırmandırma politikası güttü. 2010’da bazı açılardan bu politikanın bir uzantısı olan Mavi Marmara krizi beklenenden çok farklı bir şekilde bir trajediyle sonuçlandı. Bu noktadan sonradır ki Türkiye’nin hata marjı daraldı.
***2010’un sonunda Tunus isyanı patladıktan 15 gün sonra, Dışişleri Bakanı Davutoğlu büyükelçilere yaptığı bir konferansta, Türkiye’nin her şeyi öngören, akil devlet olacağını, kapasitesinin buna tarihsel ve donanım açısından yeterli geleceğini iddia ederken, Tunus’tan bahsetmiyordu bile. On bir gün sonra Tunus’ta diktatörlük çöktü. Sonra Tahrir’de hükümet düşürüldü. Şubat 2011’de Başbakan, Mübarek’e ‘kefenin cebi yok’ derken, bir yandan Libya için ‘NATO’nun orada ne işi var’ demişti (sonradan geri adım atıldı). Tam Mübarek sallantıdayken, Beşar Esad, ‘Halkımın nabzını tutuyorum, bana bir şey olmaz’ diyordu. Türkiye Esad’a desteğini açıkça gösteriyordu. Başbakan martta Irak’a giderek Hz Ali’nin türbesini ziyaret eden ilk Sünni lider oluyor ardından Kürtlerle görüşmeye giderek süreci başlattığını böylece güttüğü mezhep üstü politikayı vurguluyordu. Kuzey Irak ile ticaret hızla gelişmiş, sıfır sorun politikasının amacı olan Anadolu sermayesine yeni pazarlar açma hedefi büyük ölçüde gerçekleşmişti.
***Türkiye ayrıca Suriye-İsrail ve Filistin-İsrail barışını getirme iddiasındaydı ama İsrail ile kopan ilişkilerinden ve Hamas ile fazla yakınlaşmasından dolayı bu denklemden çıktı. Hamas Türkiye’nin kendisine yönelik büyük desteğinin karşılığını vermedi. Gazze’de kaçırılan İsrailli asker Gilad Şalit’in serbest bırakılması anlaşmasını Almanya gercekleştirdi. (2011)
***Mayıs 2010’da İran, Brezilya ve Türkiye arasında uranyum takası anlaşması yapılmış fakat ABD iyi bir anlaşma olmasına rağmen karşı çıkmıştı. Bir ay sonra BM Güvenlik Konseyi’nde Türkiye, İran’a yaptırımlar teklifine Obama’nın özel ricasına rağmen ‘hayır’ oyu vermişti. Bir ay sonra G-20 toplantısında Obama Başbakan’dan eksenini batıdan kaydırmadığına dair işaret istedi. Türkiye, dört ay sonra Lizbon’daki NATO zirvesinde İran’dan gelebilecek bir tehlikeye karşı kullanılması için Kürecik’te füze kalkanı planına ‘evet’ dedi.
***Arap Baharı patlayınca Tunus, Libya, Mısır ve Suriye’de Müslüman Kardeşler gücü ele geçirebilirdi. Nitekim Mısır’da ve Tunus’ta bu gercekleşti. Batı kendi çıkarları doğrultusunda bu ülkelere Türkiye modeli çözüm önerdi. Ne de olsa ümmetçi formasyondan gelen iktidar ‘Biz bu sürecin takipçiyiz’ diyerek, rolü sahiplenerek ihtiyatsızca kendini kandırıyordu. Türkiye bu fırsatı kendi ideolojik tasavvurunun gerçekleşmesi için bir fırsat olarak ele alınca 2012’de Suriye’de çuvalladı. Suriye’nin iç savaşı, İran ile Suudi Arabistan’ın müdahale alanına giriyor ayrıca Rusya ve Çin de Suriye’nin yanında, batıya sert tutum alıyordu. Batı zaten Suriye’ye saldırmaya niyetli değildi. Rejim değişecek diyerek Suriye muhalefetini cesaretlendiren fakat bir yandan Rusya ve İran’ın gazına muhtaç Türkiye’nin uçağı Suriye tarafından düşürülmesine rağmen eli kolu bağlanıyordu. Türkiye 1 milyon Suriyeli mülteci sorunuyla karşı karşıya kaldı. Ayrıca bir iç savaşın tarafı olup El Nusra gibi radikal örgütleri destekledi.
***Temmuz 2013’de Mısır’da darbe oldu. Türkiye tüm kurgusunu Müslüman Kardeşler’in iktidarı üzerine yapmıştı. Darbeye direnerek, Türkiye bir tek Sisi’yi değil; Mursi’ye karşıt devrimi başlatmış Suudi Arabistan’ı karşısına alıyordu. Türkiye’nin tek kalan müttefiği Katar da geçen hafta itibariyle Suudi Arabistan, Bahreyn ve BAE tarafından elçilikleri geri çağrılmak suretiyle yalnız bırakıldı.
***Geçen yılı Başbakan Erdoğan’ın Şangay İşbirliği Örgütü’ne üye olma arzusuyla geçiren Türkiye, yeniden AB sürecine döndü. ABD’den gelen Kıbrıs sorunu çözülsün talebi yerine getirilecek gibi duruyor. Seçimlerden sonra İsrail ile barış sinyalleri geliyor. İsrail ve Kıbrıs’ın gazı, Türkiye’ye bunları gerçekleştirmesi için bir motif sunuyor. ABD’nin stratejisi için de bu üçlü ittifak önemli ve Türkiye’nin de AB yolundaki engelini kaldıracak nitelikte.
***Türkiye’nin dış politikada geldiği nokta özerk hareket etme kabiliyetinin yitirilmesi, büyük ölçüde ABD’nin güdümüne girilmesi ve salt coğrafi konumundan dolayı olaylara bir şekilde dâhil edilmesi olarak özetlenebilir.