Modern seçim sisteminin çetrefilli yapısını ve tuzaklarını keşfetmeye çalışan oyun,“neye göre oy veririz”,“bizi belli bir adaya oy vermeye iten şey nedir”, “seçmen ve adaylar arasındaki ilişkinin derininde ne yatar?” gibi seçim sürecine dair kritik sorulara cevap arıyor.
Oyun, seçmenin ‘çoğunluk’ ve ‘azınlık’ fikirleriyle olan ilişkisini kurcalarken, çoğunluğun kurmaya meyilli olduğu tahakküme dair de söz söylüyor. Hanımefendiler ve beyefendiler, Dövüş Gecesi başlıyor!
Bütün sanat dalları gibi tiyatro da devamlı değişmek, gelişmek ve evrilmek zorundadır.
Bu evrimin peşinde olan topluluklardan biri de Alexander Devriendt, Joeri Smet ve David Bauwens tarafından Belçika’da kurulmuş olan Ontroerend Goed.
Bütün metinlerini kendileri oluşturan Devriendt ve arkadaşları, her türlü geleneksel formata meydan okuyarak tiyatro ile performans sanatı arasındaki aralığa odaklanıyorlar. Bunun için de, gözleri bağlı seyircilerle algısal deneylerden, anarşik yeniyetme performanslarıyla tiyatro izleyicisi olmanın anlamını derinlemesine irdelemeye uzanan zorlayıcı çalışmalar yapıyorlar.
Alexander Devriendt, dünya görüşümüzün iç dünyamızın bir yansıması olduğunu, seyirciyi bilinçli olarak yüzleşmekle incinmek arasında dengede tutmaya çalıştıklarını, izleyiciye karşı manipülatif tutumlarının da, zaten güvenilirliği kalmamış siyasetle ondan da daha güvenilmez hale gelmiş medya tarafından devamlı yönlendirilmekte oluşumuzun aynası olduğunu söylüyor.
Topluluğun dönüm noktası, tekerlekli sandalyeye oturtulan gözleri bağlı izleyicilerin bütün duyularıyla dalga geçildikten sonra, deneyimin bir oyuncuyla huzur bozucu bir yakınlık yaşatılarak sonlandırıldığı ‘The Smile Off Your Face /Yüzünden Silinen Gülümseme’ olmuş.
2008’de Ontroerend Goed, yeniyetme olmanın acılı ve tutkulu karmaşasının, bunu deneyimleyen gençler tarafından sahnelendiği iddialı bir üçlemeye girişmiş.
“Once and for all we’re gonna tell you who we are, so shut up and listen / İlk ve son kez sizlere kim olduğumuzu anlatacağız, bu yüzden susun ve dinleyin”, 13 yeniyetmenin, gem vurulmamış bir enerjiyle anlam verilemeyen bir kargaşa oluşturmasıyla başlar. Olaylar kontrolden çıkmak üzereyken bir alarm zili çalar ve gençler sahneyi terk eder. Kısa bir süre sonra döndüklerinde, defalarca aynı sahneyi tekrarlayarak, başta spontane gibi görünen karmaşanın özenli bir koreografik ritüel olduğunun ve yeniyetmelikte hiç bir şeyin bilinçsizce yapılmadığının altını çizerler.
Ödüllü üçlemenin ikincisi ‘Teenage Riot /Yeniyetme Ayaklanması’, kübik bir odaya kapatılmış sekiz yeniyetmenin, görüntüleri bir el kamerası eşliğinde oda duvarlarına yansıtarak oynadıkları, fantastik, acımasız ve ilkel oyunlarla başlar. Gençler bilinçlendikçe kızgınlıkları duvarların dışında pusuya yatan topluma/izleyicilere yönelir; görüntü, ses ve öfkenin durmaksızın in-yer-face patlaması, duygusuz bir dünyaya karşı güçlü bir gazap çığlığına dönüşür.
‘Teenage Riot’un bilinçlenebilmeye yönelik kışkırtmasının ve isyanının ardından, ‘All That Is Wrong /Tüm Yanlışlar’, üçlemeyi gençlik ile erişkinlik arasındaki sınıra dokunaklı bir yönelişle sonlandırır. Yaşamının, tutkularının ve kaygılarının ayrıntılarını bir dizi karatahtaya yazmakta olan bir genç kızdan taşan sözcükler tahtaları doldurdukça, büyümenin karasızlıklarının ve umutlarının genç bir insan için anlamı yavaş yavaş ortaya çıkar
Birkaç yıl önce Alexander Devriendt, kız arkadaşıyla bir stand-up gösterisi izlerken, sahnedeki komedyen aniden kıza “o…pu” diye seslenmiş ve başka “b.k”a yaramadığına göre, gelip sahneyi süpürmesini istemiş.
Bu tatsız deneyimden, Devriendt’in Ontroerend Goed’in 2011 projesi ‘Audience /İzleyiciler’ doğmuş. Değişik kültürel ve siyasal bağlamlarda kitlelerin davranışlarının, insanların bireysel kimliklerini ve inançlarını ne dereceye kadar koruyabildiklerinin, etrafın manipülatif davranışının kişisel yorum ve düşünceleri nasıl etkilediğinin irdelendiği ‘Audience’da oyunculardan birinin elinde video kamerayla yaklaştığı kadın izleyiciye sürekli hakaret etmeye başlaması ve diğer seyircilere ancak kadın bacaklarını araladığında duracağını söylediği sahne, izleyicileri afallatmış, hatta dehşete düşürmüş.
Bir Sunucu. Beş Yarışmacı. Beş Round. Sizin ‘oy’unuz.
Bir tek ‘survivor!’
Alexander Devriendt ve Ontroerend Goed’la ilgili bu kadar uzun bir tanıtım yapmış olmamın sebebi, sadece sizleri bu son derece ayrıksı ve kışkırtıcı topluluk hakkında bilgilendirmek değil, DOT’da sahnelemeye başlanan son oyunları ‘Fight Night/Dövüş Gecesi’nin konusu hakkında yukarıdaki kısa tümcenin dışında verebileceğim her türlü bilginin, oyunu izlemenin, daha doğrusu oyunla bütünleşmenin tadını kaçırmaktan başka hiç bir işlevi olmayacağı.
Sadece ‘Fight Night’ın yüzde yüz interaktif bir oyun olduğunu ve her raundunda bir yarışmacının elendiği bildik televizyon yarışmalarında olduğu gibi, tüm gelişimin izleyici oylarıyla belirlendiğini söylemekle yetineyim.
Devriendt’in mediyatikleşmiş demokrasilerde oy verme sistemlerinin karmaşıklığının ve tuzaklarının izini süren bu huzur bozucu son çalışması, siyasetin dönüşmüş olduğu gösteri dünyasıyla medya arasındaki zehirli ilişkiyi ve demokratik idealin en büyük kusuru olan ‘çoğunluğun zulmü’nü mercek altına alıyor. Çoğunluğun zorbalıkla, dışlayarak, düşman ilân ederek, kendini donattığı yetkileri kullanarak kendinden farklı düşünenlerin hakkını nasıl geçersiz kılabileceğini inceliyor.
‘Fight Night’, izleyiciye yönelttiği her türden soruyla, oy verme sistemlerinin dinamiklerinin ve psikolojisinin eleştirisini de aşarak, seyirciyi kişisel görüşlerini destekleyen kendi önyargılarıyla, kendinden kaçışlarıyla ve kendine söylediği yalanlarla yüzleşmeye çağırıyor. Üstelik bu zorlayıcı ve son derece politik gösteriyi, seyirciyi sıkmadan, eğlendirerek, oyun oynadığına ve oynanan oyunun bir parçası olduğuna inandırarak müthiş keyifli bir deneyime dönüştürüyor.
Melisa Kesmez’in çevirdiği oyunu Murat Daltaban yönetiyor. Işık tasarımı ve tanıtım fotoğrafları Serkan Salihoğlu’na, müzik Özgehan Özturan’a, yazılım desteği Eren Can Sinecan’a ait.
Belirli bir formatı izlese de, interaktif yapısı gereği ‘Fight Night’, her gece farklı bir şekilde oynanıyor ve farklı bir şekilde bitiyor. Bu da oyunun sahnelenmesini ve oynanmasını iddialı bir meydan okumaya dönüştürüyor. Her oyuncu hem bütün karakterlerin metinlerini ezbere bilmek zorunda, hem de oyunun herhangi bir anında, izleyicinin yapacağı seçim doğrultusunda, farklı bir karaktere bürünerek o karakterin repliklerini yorumladığı kişiliğe mal ederek söylemek zorunda. Böyle bir performans için gerçekten de olağanüstü bir kadro gerekiyor. Ece Dizdar, Gizem Erdem, Pınar Töre, İbrahim Selim, Mert Öner, Serkan Altunorak ve Tuğrul Tülek’den oluşan DOT’un ‘A Takımı’nın tamamı bu zor sınavı büyük başarıyla veriyor.
Sunucuyu, kuruluşundan beri DOT’un çocuğu olan, birkaç senedir kendini epey özlettikten sonra ‘Makas Oyunları’yla yuvaya dönen Mert Öner yorumluyor. Geriye beş yarışmacı için altı oyuncu kalıyor ama aynı yarışmacıyı Gizem Erdem ve Pınar Töre değişerek oynuyorlar. Böylece seyirci bütün sevdiği oyuncuları kıyasıya yarışırken izlemenin tadını çıkarırken oyuncular da, DOT takımındaki bütün arkadaşları ile kimi zaman ilk kez, aynı sahneyi paylaşmanın mutluluğunu yaşıyorlar.
Böyle zorlu bir yorumlamanın oyuncu için keyif verici tarafı da, ‘Fight Night’ın aylarca, hatta yıllarca bile oynansa, hiç rutinleşmeyen, her gece farklı bir heyecan ve farklı bir bakış açısıyla yenilenen bir oluşuma dönüşmesi. Bu sadece kişisel tahminim değil; gerçekten de, oyunu yedinci temsilinde izledikten sonra ekiple söyleştiğimizde, onlar da yedi gecedir yedi farklı oyun oynamış olduklarını söylediler.
Tabii aynı durum seyirci için de geçerli. İnteraktif değişkenlik izleyicinin bazen uyarılmış, bazen kızmış, bazen kışkırtılmış, bazen da kendinden bile saklamaya çalıştığı kimi yönleriyle bilinçlenmiş olarak oyunu defalarca farklı bir deneyim olarak yaşamasına fırsat veriyor.
‘Fight Night’, bu tiyatro mevsiminin en önemli olaylarından biri. Mutlaka gidin ama sadece izlemekle yetinmeyin! ‘Dövüş Gecesi’nin her anına katkıda bulunarak bir parçası olun. Gülün, eğlenin ama arada kendinizi “burada ne halt ediyorum” diye sorgulayın da;
neyi oyladığınızı bile bilmeden çoğunluğa koyun gibi uyum sağlayışınızla bol bol dalga geçin! Ve… Pazar, mührünüzü oy pusulanıza basmadan önce, gırgır şamata dış kabuğunun altında tokat gibi sert olan bu oyunun asıl vermeye çalıştığı mesajı hatırlayın! Hepinize çoklu iyi seyirler dilerim.