Bir babanın isyanı

Sevgili okurlar, bu yazımızda bir babanın, dönemin putlarına kaptırdığı oğluna yaptığı konuşmayı aktaracak sonra da size bir sürpriz yapacağım

Estreya SEVAL VALİ Kavram
26 Mart 2014 Çarşamba

Bu oğlu kendim için yetiştirdim. Gururumu paylaşsınlar diye. Ama sen, ey oğlum, sıkıntılı zamanında bile bana seslenmedin. Aksine, putlara başvurmayı tercih ettin çünkü bana bağımlı olmaktan çok çabuk bıktın.

Bayramlarda yanıma gelmedin, beni hiç onurlandırmadın, hep putlarını tercih ettin. Oysa senden çok şey istemedim ki! Örneğin babaannen öldüğünde sana külfet vermedim çünkü bu bir yükümlülük değil, gönüllü bir seçenekti. Ayrıca tek yapman gereken yanımda bulunmaktı. Seni meldadolarla da yormadım. Gelenek ne de olsa. Annenle bana yemek ikramında bulunmadın, buna gerek kalmadı çünkü arkadaşlarımız hep etrafımızdaydı. Sözün gelişi bir peynir ekmekle beni doyurmadın. Aksine, sana külfet vermememe, seni meşgul etmememe karşın, sen günahlarınla bana külfet verdin, suçlarınla beni yordun. Hatırla, başkaları seni basit bir rakibe teslim ettiğimi söylemesin diye, savrukluğuna karşı ceza olarak seni iflas ettirmemeleri için, özellikle en güçlü şirketin piyasayı ele geçirmesine yardımcı olmak durumunda kaldım.

Benim işte o! Başkaldırılarını tamamen görmezden gelen benim! Bunu hak ettiğin için değil, kendi onurum için yaptım. Sırf ihmallerinden dolayı tamamen yok olmayasın, ismimizi toplum içinde küçük düşürmeyesin diye... Günahlarını unutmayı, aklımdan silmeyi tercih ettim.

Bütün bunları zaten hak ettiğini mi iddia ediyorsun? Haydi, varsa öyle bir şey, bana hatırlat ki kimin haklı olduğuna birlikte karar verelim. Hatta önce sen anlat ki, hakkın korunsun. Sana yapmış olduğum iyilikler karşısında haklı çıkman mümkün mü? Daha Bar Mitsva’n sırasında sözlerime teminat isteyerek günah işledin. Araya koyduğun annen bile bana isyan etti.

Kısacası günahlarınla her türlü belayı da, cezayı da hak ettin. Artık yükünü taşımıyorum, seni bu kez utanca teslim ettim.

Ama seni her ne kadar ağır bir şekilde cezalandırıyorsam da, oğlumsun. Bir baba oğlunu tamamen gözden çıkarmaz, sadece onu terbiye etmek için cezalandırır. Bu yüzden, şimdi sana yapacağım iyilikleri dinle, oğlum.

Tanrı ile ortak olarak seni yaratan, annenin karnında biçimlendiren ve sana hep yardım edecek olan baban şöyle diyor: “Korkma oğlum, atalarımın soyundan gelen! Senden önce vardım, öldükten sonra da baban olmaya devam edeceğim. Bu gerçeği değiştirmen mümkün değil. Kim gelip benim yerimi alabilir? Bunu yapabilecek biri varsa, gelsin marifetlerini sıralasın! Doğduğundan beri sana söylediğim, seni uyardığım ne varsa gerçekleşmedi mi? İşte şahidim sensin!

Kendini kaptırdığın bu sahte dünya boş! O arkadaşlarının adeta özenle süslediği, hayatını adadığı, taptığı putlar işe yaramaz. Utanç duymalı hepsi! Kim bu kadar aptal olabilir? Paraya, pula, şaşaa ve gösterişe, markalara, lükse, pahalı arabalara, katlara, yatlara, teknolojinin en yenisine köle olanların hepsi utandırılacaktır. Bunları yapan insan! Bir insanın tanrı yapması mümkün mü? Gün gelecek hepsi, hem put yapanlar, hem puta tapanlar bir araya gelip yaptıklarını düşünecek. Sonunda Tanrı’dan korkacaklar ve yaptıklarından ötürü birlikte utanç duyacaklar.

Bu çağdaş putları yapanlar, boş yere ne çok emek sarf ediyor! Plazalara, fabrikalara kapanıp köle gibi çalışıyorlar. Aç ve güçsüz kalsalar, su içmeyip bitkin düşseler bile bu boş işlere kendilerini o kadar çok kaptırırlar ki, çalışmalarına ara vermezler. Kimi aynı işi evinden de sürdürür, akıllı telefonuna köle olur, gözü karısını, çocuğunu çoluğunu görmez. Putun en güzelini yapmaya uğraşırlar. Bütün bunlar putun bir köşeye kurulması için. Çünkü o put, kendi başına bir yere kıpırdayacak değildir. Bir tek gösteriş içindir!

Dahası var. Dünyanın kaynaklarını tüketiyorlar bu uğurda. Kimi çam ağacı diker, ağacı yağmur büyütür, adam da onu bekler kesmek için! Bu derece yani! “Put tanrı” üretmek için diktiği ağacın bir kısmı, lüks villaların şöminelerinde yakacak olacaktır. Adam, dallarından bazılarını alır ve ısınır; hatta fırını yakar ve ekmek pişirir. Yine aynı ağaçtan ilah yapar ve önünde eğilir; oyma put haline getirir ve onlara doğru yere kapanır! Bir kısmını ateşte yakmışken, bir kısmı ile et pişirip yer; ateşte ızgara yapar ve doyar. Hatta ısınır ve “Oh!” der; “ısındım, ateş yüzü gördüm.” Kalanını da puta dönüştürür, ona doğru yere kapanır, eğilir, ona şükreder.

Bilmezler, anlamazlar. Gözleri görmekten, kalpleri de anlamaktan alıkoyulmuş şekilde örtülü. Onlarda tahtaya, taşa, metale, plastiğe doğru eğilip yere mi kapanacağım diyecek zekâ ve anlayış yok!

Bütün bu putlar yakıldığında küle dönüşür. Hatırla bunları çünkü oğlumsun sen. Beni unutma. İsyanını hemen dağılan bir bulut gibi, günahını da pus gibi sildim oğlum. Bana dön, seni hemen kurtarayım.  

***

Acaba bu metin neydi sevgili okurlar? Sürpriz geliyor işte: Bu ay içinde okunan Vayikra peraşasının aftarası. Aşem’in Yisrael’e konuşmasını, sadece basit birkaç değişiklikle, bir babanın, oğluna karşı isyanına dönüştürdüm. Bazı kısımlarına hiç dokunmadım. Özgün şeklini okumak isterseniz, Gözlem’ın yayımladığı beyaz kapaklı Humaş (5 kitap) dizisinin üçüncüsü olan Vayikra Kitabı’nın 743. sayfasına bakabilirsiniz. İzninizle, okurlarımın Türkçe açıklama ve yorumlu Tora okumasını naçizane tavsiye ediyorum.

Şimdi sıra birkaç hatırlatma ve açıklamada. Aftara neydi hatırlıyor musunuz? Daha önce üzerinde çalıştığımız aftaralardan biri Şunamlı Kadın idi.

Tora’nın her hafta peraşalar halinde okunması Moşe Rabenu zamanından beri kesintisiz olarak sürmüştür. Ancak çeşitli dönemlerde Erets Yisrael’i işgal eden imparatorluklar, Tora öğrenimini ve okunmasını yasaklamayı denemiştir. Bu gibi dönemlerde Tora her ne kadar gizli bir şekilde öğrenmeye devam edildiyse de, Tora’nın halk arasında açık bir şekilde okunması sorun yaratacağından, Tanah’ın haftanın peraşası ile ilgili ya da özel bir Şabat ise, o günle ilgili bir parçası okunurdu. O zamandan itibaren, haftanın peraşasının ardından bu bölümler sürekli olarak okunur hale geldi ve bunlara aftara (kapanış, ayrılış) dendi.

Aftara, genellikle peygamberler kitabı Neviim’den seçilmiştir. Şimdi işlediğimiz bölüm, Yeşaya 43:21-44:23’ten alınmıştır.

Hep Tora’nın zamandan ne kadar bağımsız olduğunu anlatmaya, göstermeye çalışıyorum. Daha önce metni hafifçe değiştirerek günümüz koşullarına uydurma işini bir teilim ve iki Yom Kipur duasında yapmıştım, hatırlarsanız. İnternet candır yazımı hatırlıyorsunuz, değil mi? Eski yazılarıma Şalom’in internet sayfasından kolaylıkla ulaşabilirsiniz. İki köşem var, biliyorsunuz: Tora’nın Yolunda ve Dar Açı.

Tora öyle bir cevherdir ki, her dönem ve koşula uyarlanabilir. Bazıları Tora’yı çocukça görmekte ısrar ediyor. Üzülerek söylemek zorundayım ki, büyümemekte ısrar edip çocukça bakış açılarını muhafaza etmek isteyenler için Tora, uyku vakti okunacak bir konsejika (küçük masal) kılığına da bürünebilir. Ancak artık büyümek gerek, öyle değil mi? Masallar çocuklar içindir. Yetişkinler, yaşlarına uygun bir şekilde düşünmeyi ve yalan yanlış aklında kalanlarla Tora’yı eleştirmeyi (has ve şalom) bırakmalı, Tora’nın doğru metni üzerinden, senelerce çeşit çeşit yorum okuduktan sonra (minicik de olsa) kendi yorumlarını yanlışsız bir şekilde katmalıdır. Tora yaşar, canlıdır. Bu candan can almak, kendimize yapacağımız en büyük iyiliktir. Yorumlar, vahyin devamını sağlar. Vahyin devamı ise, Sina deneyiminin sürekli tekrarlanması demektir.

Tora, hayatınızdan hiç eksik olmasın sevgili okurlar.