Düşünceden çıkıp eyleme geçtiğimizde, aynalarla cesurca göz göze geldiğimizde mi yaşamaya başlarız? Esas yolculuk, biriktirdiğimiz anılarda yaptığımız yanlışları sorgulama ve onca yalnızlıklar sonrasında mı başlar? Eddi Anter’le son kitabı ‘Kabile’ hakkında sohbet ettik
Kabile romanını, bir iç dökme, bir kendinle hesaplaşma kitabı olarak algıladım. Mutlaka sonunda sana bir şeyler katmıştır. Neler kazandırdı, yolculuk nasıl başladı?
Yolculuk doğar doğmaz başlıyor, adına da hayat diyoruz. Rüya gibi bir yaşam... Kimisi yirmili yaşında uyanıyor, kimisi kırkını çıkarınca, kimisi de hiç uyanmıyor. Yaşadığımız hayatın bir rüya, uyurken gördüğümüzün de gerçek olduğunu hele bir düşünün... Yarım asırlık yaşantımın sonrasında kimsenin kimseyi uyandıramayacağını anladım. Herkesin alarm saati vakti gelince çalıyor. Farkındalık denilen olgu, bilinç sonrasındaki bir aşamadır. Gördüğün, duyduğun, tattığın, kokladığın ve dokunduğun her şeyi bir ilkmiş gibi algılamaktır. Bunu neden yaptım? Bunları niçin söyledim? Bu düşünceler niye kafamın içinde? Benzer soru ve sorgulamalarla insan farkındalığını arttırıyor. Arttıkça da zaman uzamaya başlıyor. Gün içinde düşünceye dalıp, geçmişi hatırlamak veya ilerisi ile ilgili hayal kurmak vaktiyse azalıyor. Düşünceden çıkıp yaşamaya geçiliyor. Zamanın farkındalığını kimisi ‘sıkılmak’ diye görürken kimisi de hayatın en büyük lüksü olarak alabilir. Kabile benim yolculuğum da olabilir, aynı yolu yürüyen bir başkasının da. İtiraf ve günahları dile getirip tövbe ederek, okuyanların kendinden bir şeyler bulmasını umuyorum.
Kendini keşfetme yolculuğuna, her serüven gibi ‘yalnız’ çıkılır, kaybolunur... Kitabında başkarakter kendini bulup geri dönüyor; bu ona nelere mal oluyor?
Bu dünyaya yalnız gelir yalnız gideriz. Hayat yolunda da herkes yalnız yürür. Bunun ne demek olduğunu anladığımda, hayatımda kimselere yer yok demek olmadığını da öğrendim. Kalabalıklar içinde kendini yalnız hissetmekten, fiziksel yalnızlığa kadar olan tüm yolculuklardan en zor olanı ruhsal yalnızlıktır. Kendine yolculuk yapmak için ruhen ve zihnen hazır olunmalıdır. Nepal ormanları, Hindistan dağları veya Afrika’da mağaralardan birine gitmek gerekmiyor. Olduğunuz yerde, dış etkenlerden arınıp aynı işi becerebilirsiniz. Ben beş senedir televizyon izlemiyor, gazete okumuyorum; dünyadan haberdar değilim. Fakat kendi dünyamdan haberdar oldum. Yol da, yolculuk da çok uzun ve bitecek gibi de gözükmüyor.
“ Aslında kayıp değiliz, kendimizi başkalarında arayanlarız’’ diyorsun. Bu arayışların bir sonu var mıdır?
İnsanoğlunun hayatına giren herkes ona bir şey öğretmek için görevlidir. İşi, dersi, öğretisi bitince de çıkar. Bu kişinin illa öğreten, bilge, yaşını almış biri olması gerekmiyor. Bazen bu kişilerin yaptıkları hatalardan da öğreniyoruz. Kimi zaman iyi kimi zaman kötü şeyleri deneyimler, zihnimizde kayıt etmeye başlarız. Sürekli hem aynılarım hem aynalarımla birlikteyimdir. Ya bana beni gösteren ya da benim aksimi yansıtan kişilerle dolaşmaktayım. Bunun farkındalığı önemlidir. Dışarıda arayıp, bulmayı umduğum her şey aslında bende mevcut olan, varlığından habersiz olduğum olgulardır. Ben beni bulduğumda başkasında da aramıyor olacağım. Bu dünyaya öğrenmek için geldiğime inanıyorum. Ben hayat öğrencisiyim. Sanırım arayışlar diplomayı alınca bitecek. Hayat diplomasının nerede, ne zaman verileceği belli ancak tören tarihi henüz bilinmiyor.
Kitabında sürekli vurguladığın, erkek evleneceği kadında annesini, kadının da babasını aradığı... Ne yazık ki çoğu zaman onlar gibi oluyor, aynı hataları yapıyoruz. Bunu değiştirmenin bir yolu da kendimizi önce kabul etmek midir?
Derin bir soruya kısa cevap verip, her okuyanı tatmin etmenin yolu yok. Kendini kabul etmek için önce insan kendini aramalı, bulmalı, tanımalı ve ondan sonra kabullenmelidir. Çoğu insan kendisiyle karşılaşmaktan korkar ve aile, okul, çevre, eş, dostun onu dönüştürdüğü kişiyle yaşamaya alışır ve bunu kabullenir. Fakat bir insanın kendine yabancılaşmasından daha büyük bir uzaklık yoktur. Belli bir zaman sonra insan artık kendisini tanımaz hale dönüşür. Yıllar sonra terapi veya seminerlere gidip, kişisel gelişim kitapları okuyarak kendisini aramaya başlar. Olan biteni sorgulamadan hayat çarkının içinde dönmek boşunadır. Yazık ki, anne veya babamızı sorgulamak hiç bir zaman öğretilmedi. Bizler anne veya baba olduğumuzda, onları daha iyi anlamaya başlıyoruz. İşin kolayı, gördüğünü, duyduğunu ya da bildiğini aynen tekrar etmektir. Herkes eninde sonunda ya “yapabileceğimin en iyisini yaptım” ya da “doğru bildiğimi yaptım” diyerek avunacaktır.
Kabile’de anlattığın yaşam kesitinde baba karakterinin “İşin en zor tarafına geldin, şimdi kendini affetmek zamanıdır” deyişi ve Tövbe bölümü beni çok etkiledi. Yaşamda en zor ve uzun süren yolculuk, kendini affetmek değil midir?
Özür dilemek kadar bir başka insanı affetmek de zordur. Ego işin içine girer; insanın aklına da kalbine de hükmeder. Çoğu zaman geriye dönüp baktığımızda cereyan eden bazı olayları, sarf edilen sözleri ne kadar da ciddiye aldığımızı, aslında o kadar da vahim olmadıklarını fark ederiz. Ancak yine de bu konuda bir şeyler yapmak yerine hep karşımızdaki kişiden bir hamle bekleriz. Gelmeyince de es geçer, içimize atarız. Kimi zaman öfke, kin veya nefretle içimiz dolar farkına varmayız. Dışarıda bir suçlu aramak, olan bitene anlam yüklemek açısından en kolay olanıdır. Ardından kendini suçlayıp, yiyip bitirmek de gelebilir. İnsanın doğası hata yapmaya meyillidir ancak yaptığı hatalardan öğrenmesi de beklenir. Sadece -sözün gelişi- bir eşek aynı hatayı devamlı tekrar eder. Her şey her an değişiyor ve yenileniyorsa ben de bu değişim ve yeniliğe uymalıyım demektir. İş kendini affetmeye geldiğinde zorlaşır, uzar ve karanlık ağırlaşır. Vicdan azabı, akılla ruh birbirine ters düştüğünde ortaya çıkar. Kendini affetmek işlemi kişiyle inancı arasındadır. Yaptığı hatanın farkına varan ve bunu tekrar etmeyeceğini bilen kişi kendini affetmeye de hazırdır.
Kabile ‘Sen sen ol, sürüden olma’ kitabın başlığı... Biraz ipuçları verebilir misin? Güvenli bir yalnızlığa ulaşmak için neler yapmalı?
Doğduğumuz andan itibaren sevgi ve güven duygularını ararız. Bu hayatımızın her döneminde de ortaya çıkar. Bunları tabii ki dışarıda başkalarından bekler ve sonucunda da hep hüsrana uğrarız. Bizlere yalnız kalmanın kötü ve arzu edilmez olduğu dayatılır. Yalnız olmak sorun demektir. Bir insanın kendisiyle baş başa kalması sürünün içindeyken sürüden olanlara anlamsız gelir. Kendini aramak yolculuğuna çıkan tüm insanlar sessiz, sakin, ücra bir köşeye, düşünmek üzere gittiğinde deneyimleri tarifsizdir. Kimisi de yalnız kalmaktan korkar. Aslında korktukları şey yalnız kalınca kafalarına giren kötü düşüncelerdir. Huzur bulan birinin bir başkasına ihtiyacı olur mu? Bir insan bir başkasına huzur verebilir mi? Kendini bulmak, okumak ve sevmek hayatın gerçeğidir. Herkesten bağımsız olup, sürüden olmamak illa yalnızlıkta kalmak demek değildir. Kendine yola çıkmak zaten yolun kendisidir. Kendine varmaksa, özüne ulaşıp kendin olabilmektir.
Bundan sonra yeni bir kitap projen var mı? Konu belli mi?
3 sene önce İnkâr romanımın ardından ne yazacağımı dert edinirken, “Merak etme daha iyisini yazacaksın” yorumu yapılmıştı. Yazan da yazdıran da belli nasılsa... Ben kendime yola çıktım, gidiyorum. Ne yazdıracağını merakla bekliyorum. Zamanın içine girdim, onu çözmeye çalışıyorum. Zaman Bahçesi’nden bir kez kovulduk fakat ben geriye girmenin yolunu arıyorum. Bulduğum vakit haberdar olacaksınız. Tüm Şalom okuyucularına sevgilerimi iletiyor, destekleri için şükürlerimi sunuyorum.