Ukrayna’da kontrolden çıkan protesto gösterileri sonucunda Yanukoviç’in iktidarı terk etmesinin ardından, Rusya tarihi bağları olan ve kendisi için jeopolitik öneme sahip Kırım’ı adım adım ülkesine bağlayacak bir strateji izledi. Demokratik işleyişi oldukça şüpheli bir referandum sonrasında Kırım halkının yüzde 96’sı Rusya’ya bağlanmak yönünde oy kullandı. Gözler Rusya’nın 18 Mart’ta yapmış olduğu meclis konuşmasında belirttiği üzere Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla “bir gece yatmaya gidip ertesi gün gözünü başka bir ülkede açan” Rus kökenli vatandaşlarının menfaatlerini korumak adına başka ülkelere de müdahale edip etmeyeceğine çevrilmiş durumda. Baskıya girildiği sırada Ukrayna´nın doğusundaki üç kentte Rus yanlısı göstericilerin ayaklanması üzerine Rusya´nın Ukrayna´ya askeri müdahaleye hazırlandığına ilişkin haberler devam etmekteydi.
Kırım’ın ilhakının, Sovyetler Birliği’nden ayrılan ülkelerin NATO’ya katılımlarının yıldönümleriyle peş peşe gelmesi oldukça manidardı, son zamanların popüler tabiriyle. Soğuk Savaş bittikten sonra kendisini misyon arayışı içinde bulan NATO’nun genişleme politikası çerçevesinde üyeliğe kabul ettiği Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya 15 yılı; Bulgaristan, Estonya, Latvia, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya on yılı; Arnavutluk ve Hırvatistan ise beş yılı geride bıraktı.
Kırım meselesi bir taraftan “Yeni bir Soğuk Savaş mı?” tartışmalarını körüklerken, hem transatlantik ilişkilerinin hem de Soğuk Savaş sonrasında etkinlikleri yıllar içinde erozyona uğrayan NATO ve BM gibi uluslararası örgütlerin işlevselliğinin sorgulanmasını gündeme taşıdı. Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kırım’ın ilhakın onaylayan yasa tasarısı ardından yaptığı meclis konuşmasında sürecin Budapeşte Memorandumu kapsamında uluslararası hukuk kurallarına uygun gerçekleştiğini savunurken, ABD’nin Afganistan, Irak ve Libya’ya asker göndermek için BM’den yeterli destek görmediğinde gönüllü koalisyonlara başvurarak operasyonlar düzenlemesini eleştirdi.
Batıyı kendisine karşıt ve kendisini hor gören bir blok olarak tanımlayan konuşmasında Putin, ABD’nin uluslararası normları kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde esnettiğinin ancak aynı hakkın kendisine tanınmadığının altını çizdi. Her ne kadar propaganda amacı taşısa da konuşmanın en vurucu noktalarından biri, Putin’in Batılı müttefiklerin uluslararası sistemde hukuk kurallarına göre değil silah gücünün üstünlüğüne dayalı bir anlayışla hareket ettiklerini ve bunun sonucunda uluslararası örgütlerin üzücü bir şekilde çökmekte olduğunu dile getirmesiydi. Kırım’ın ilhakı Rus donanmasına ev sahipliği yapan Sivastopol Limanı’nın kontrolünü sağlamak amaçlı jeopolitik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Ancak Kırım meselesi kapsamında Putin’in bu çıkışı 2007’deki Münih konuşması[1] da hatırlanacak olursa, uluslararası kuruluşların güçlü olanın sözünün geçtiği platformlara dönüşmesi sebebiyle mevcut sistemin meşruiyetini sorgulayan bir tepkidir aynı zamanda.
Yaptırımların caydırıcılığı için gereken ortak irade mevcut mu?
Başkan Obama’nın sorunların çözümünde askeri güç yerine diplomasi taraftarı olduğunu her fırsatta ortaya koyan, temkinlilikle pasiflik arasında gidip gelen bir dış politika çizgisi benimsemiş olması; öte yandan Avrupalı devletlerin ekonomik kazanımlarından vazgeçmeye gönüllü olmamaları Rusya’nın genişlemeci eğilimlerinin cezasız kalması yönündeki endişeleri artırıyor. Ukrayna sınırına askeri birliklerini yığan Putin iktidarına cevaben, ABD ve Avrupa, Rusya’nın statükoyu sarsan bu hamlesinin önünü alacak caydırıcı tedbirler yürürlüğe koyma telaşında. İlk etapta, Putin iktidarına yakın Rus işadamları ve siyasetçilerden oluşan bir grubun vizelerinin iptal edilmesi ve yurtdışı banka hesaplarının dondurulması gibi yaptırımlar uygulanmaya başlandı.
Yaptırımların etkili olmasının önündeki en büyük engel ise hem ABD hem de Avrupalı devletlerin uygulamada kolektif bir irade sergileyebilmeleri, diğer bir deyişle birlik olarak hareket edebilmeleri. Şu bir gerçek ki, devletlerin ticari menfaatlerinin birbirine bağlı olduğu küresel ekonomik düzende uygulanacak yaptırımlardan, yaptırımların hedefi kadar uygulayanlar da kaçınılmaz olarak etkilenecek.
Rusya’nın, AB’nin üç numaralı ticari ortağı olduğu düşünülürse, İran’dakine benzer kapsamlı bir ambargonun yürürlüğe konmasının yaratacağı ekonomik zarar Avrupalı devletleri düşündürüyor ve dolayısıyla devlet çıkarları ortak çıkarlara üstün gelebiliyor. Tırmanan gerilime rağmen, Fransa ve Almanya’nın Rusya ile askeri alanda alışverişin hız kesmiyor oluşu oldukça endişe verici. Alman Rheinmetall Rus ordusuna 100 milyar avro değerinde askeri eğitim simülasyonu satıyor.[2] Fransa’nın ise 1,7 milyar dolarlık anlaşma uyarınca Kremlin’in hizmetine girecek dört Mistral savaş gemisinden ilkini bu sonbaharda teslim edeceği söyleniyor.[3]
Öte yandan, ABD liderliğinde dünyanın en büyük askeri örgütü olan NATO’nun güvenlik şemsiyesini genişleterek, Rusya’nın nefesini ensesinde hisseden Baltık ülkeleri ve topun ağzındaki Rus nüfus barındıran Avrupalı devletleri bünyesine katma girişimi de sonuçları açısından hararetle tartışılıyor. Özellikle NATO’nun ilk ve sadece 11 Eylül saldırıları sonrasında uygulamış olduğu 5. maddenin öngördüğü şekilde -“bir üyeye yapılan saldırıya karşı tüm üyelerin birlikte savaşması”- NATO üyelerinin risk bu denli yüksekken yeni katılımcıları korumak adına savaşmaya hazır olup olmadığı sorgulanıyor.
Geçtiğimiz hafta içerisinde Polonya, topraklarına 10 bin NATO birliğinin konuşlanması için çağrıda bulundu. Kırım’ın dumanı tüterken bu kez Moldova’nın Trans-Dinyester bölgesi, Rusya Parlamentosu’ndan bölgenin Rusya’ya katılmasına izin veren bir yasa geçirmesini istedi. Bir taraftan Kırım’ın ilhakının NATO’nun yeniden bir misyon kazanmasını sağladığına ilişkin yorumların gerçeklik payı var. Ancak tehlike menzilindeki ülkelerin talep ettiği şekilde topraklarına NATO birliklerinin ve savunma sistemlerinin yerleştirilmesi ek bütçe gerektiriyor. Nüfusu gittikçe yaşlanan Avrupa’nın savunmaya daha çok bütçe ayırmasını beklemek gerçekçi değil. Savunma harcamalarının NATO bütçesindeki payı tartışma konusu olan Avrupalı devletlerin sırtlarını daha ne kadar ABD’ye yaslayabilecekleri ise şüpheli, özellikle Obama yönetiminin savunma harcamalarında kısıntıya gitmesi ve yurt dışında görev yapan kara kuvvetlerinin sayısının azaltılması yönünde tercih kullandığı düşünülürse.
Düğüm noktası: Rusya’nın enerji kozunu elinden almak
Rusya’nın manevra alanını daraltmayı hedefleyen stratejilerin düğüm noktası alternatif enerji kaynakları yaratılarak Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığın azaltılmasında birleşiyor. Doğalgaz ihtiyacının yaklaşık yüzde 30’unu Rusya’dan karşılayan Avrupa’nın enerji kaynaklarının nasıl çeşitlendirebileceği konusu ise henüz netleşmiş değil. Avrupa’ya ulaşan Rus gazının yüzde 80’inin Ukrayna topraklarından geçiyor olması ülkenin stratejik önemini açıklıyor. Rus gazına alternatif olarak ABD’den Avrupa’ya sıvılaştırılmış doğalgaz ihraç edilmesi, önünde hem uzun bir hukuki süreç olması hem de gerekli terminallerin inşaatına ilişkin teknik hazırlıklar gerektirmesi açısından kısa vadede çözüm olarak görünmüyor. Doğalgazın Cezayir, Norveç veya Nijerya’dan temin edilmesi de değerlendirilen diğer seçenekler arasında olsa da uzmanlar projelerin hayata geçirilmesinin zaman alacağı yönünde hem fikir. İsrail’in kaya gazını Türkiye üzerinden ihraç etmesi ise öncelikle İsrail ve Türkiye’nin daha sonra Kıbrıs Rum Kesimi’nin anlaşmalarına bağlı. Hal böyleyken, Ukrayna krizinin hemen ardından doğalgaz fiyatlarına zam uygulayacağını duyuran Rusya’nın köşeye sıkıştıkça elindeki enerji kozunu nasıl kullanacağını az çok tahmin etmek mümkün.
Ya Rusya durmazsa?
Geçmiş günlerin görkemine özlem duyan Rus halkının duygularına hitap eden milliyetçi söylemin gerisinde, büyüme hızı düşen, ekonomisi durağanlaşan ve gerekli yapısal reformları uygulamaktan çekinen baskıcı bir iktidar duruyor.[4] Putin’in AB’ye rakip olarak 2015’te hayata geçirmeyi planladığı Avrasya Gümrük Birliği’nin en önemli ticari ortağı olacak Ukrayna’yı kaybetmesi ardından komşularının toprak bütünlüğüne ilişkin tehditkâr söylemleri Kazakistan ve Belarus gibi müttefikleri arasında tedirginlik yaratmaya devam ediyor. Çin’in BM’de Kırım’ın ilhakını kınayan karara ilişkin çekimser oy kullanması dış politikada yalnızlaşabileceğinin bir göstergesi.
Kırım’ın ihlaline verilecek tepki transatlantik ittifakı açısından bir sınav olma özelliği taşıyor. Batı, Rusya’nın toprak edinerek genişlemesinin maliyetini yükseltmeyi başarır ve caydırıcı tedbirleri kararlılıkla uygulayacak ortak bir cephe oluşturabilirse gelecekte başka ülkelerin aynı kural tanımazlıkla hareket etmelerinin önüne geçilebilir. Aksi takdirde içi boş tehditler savurmak uluslararası hukuka dayalı sisteme olan güvensizliği daha da artırır. Bu açıdan yaptırım kararları doğrultusunda G8 zirvesi askıya alınarak Rusya’nın dışlanması, NATO’nun acil durumlar dışında Rusya ile askeri ve sivil işbirliğini kestiğini duyurması üzerinde durulması gereken gelişmeler. Ancak diyalogun tümden kesilmesi de Rusya’nın daha saldırgan bir tutum izlemesine engel olacak zeminin kaybedilmesi açısından riskler taşıyor.
Kırım’ın ilhakıyla uyanmış olan Avrupa’nın er geç alternatif enerji kaynaklarına yöneleceği düşünülürse, üretimden ziyade enerji ihracatına dayalı bir ekonomiye sahip Rusya’nın gerçek anlamda bir krizle karşı karşıya kalacağı öngörülebilir. Bu şartlar altında Putin, genişleme politikasında ısrar ettiği takdirde ya NATO’yla burun buruna geleceği topyekûn bir savaş ya da iç politikada mağduriyet üzerinden meşruiyetini artırmış ancak uluslararası arenada tecrit edilmiş bir iktidar seçeneğiyle baş başa kalacaktır.
Ortadoğu’nun yangın yeri olduğu, Çin’in Güney Çin Denizi’nde alanını sinsice genişlettiği, Japonya’nın II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez silahlanma girişiminde bulunduğu bir dünya düzeninde Rusya’nın tecriti kimseye fayda sağlamayacağı gibi İran ve Suriye gibi çözüm için işbirliği gerektiren konuların askıya alınmasıyla sonuçlanır. Kısaca bu oyunun kazanını olmaz. Olsa olsa, daha az kayıpla çıkmaya bakılabilir.
[1] “Putin's Prepared Remarks at 43rd Munich Conference on Security Policy,” 12 Şubat 2007,http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2007/02/12/AR2007021200555.html
[2] “French and Germany should stop arms sales to Russia,” EU Observer, 11 Mart 2014, http://euobserver.com/opinion/123411
[3] “Bad Romance: France’s 17 billion dollars warship deal with Russia gets new scrutiny,” Foreign Policy,17 Mart 2014,
[4] “Russian Economy slows more than estimated in 2013,” Bloomberg, 31 Ocak 2014, http://www.bloomberg.com/news/2014-01-31/russian-economic-growth-slows-more-than-estimated-in-2013.html