Vatandaş Türkçe Konuş!

Temelinde ulusun bütünlüğünü sağlamanın yanı sıra uzun bir tarihe dayanan Türkçe konuşma tartışmaları da bulunan ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ kampanyası, toplumu dil birliği yolu ile homojenleştirmek üzere ilk olarak 1928 yılında sahnelenmiş ve anadili Türkçe olmayan herkese yönelik gibi görünse de pratikte Müslümanları es geçerek yalnızca gayrimüslimleri hedef almış bir uygulamaydı

Perspektif
17 Nisan 2014 Perşembe

Işıl DEMİREL

Cumhuriyetin kurucu kadrolarının laikliğe sıkı sıkıya tutunmalarına rağmen vatandaşlığı ilk etapta din üzerinden kategorize eden yani “Müslüman eşittir Türk” ve “Gayrimüslim eşittir gayri Türk” mantığı bu kampanyanın daha sonraları yaşanacak pek çokları gibi yalnızca gayrimüslimleri muhatap almasına sebep olmuştu. Gayrimüslimleri arzu edilen ideal ‘vatandaş’ formülüne entegre etmenin ana yolu dil olarak görülmüş, dil değişirse kültürün de değişeceği öngörülmüştü. Bu amaçla daha Cumhuriyet yeni kurulmuş iken 1924 yılında çıkarılan eğitim kanunları ile özellikle azınlık okullarının müfredatlarına müdahale edilirken bir yandan da gayrimüslimlerin neden Türkçe konuşmadıkları yazılı basında sorunsallaştırılmaya ve eleştirilmeye başlandı. Bu yazılarda özellikle Yahudiler, “1492’de İspanya’dan kovulduklarında kendilerine kucak açan ve yüzyıllardır misafirperverlik(!) gösteren bir milletin dilini” konuşmadıkları için sıklıkla suçlandılar.

 

YAHUDİLER NEDEN TÜRKÇE KONUŞMUYOR? 

Söz konusu dönemde basında genişçe yer alan bu sorunun aslında temelde tek sebebi vardı. Rum ve Ermeni toplumlarının millî dilleri Rumca ve Ermenice olarak kabul edildiğinden bu toplumların Türkçe konuşmaması kamuoyu tarafından yadırganmış, Türkçe konuşmaları teşvik ve telkin edilmişti. Ancak esas hedef Yahudilerdi. Zira Yahudiler siyasi iktidarın Yahudilerin millî dili olarak kabul ettiği İbranice yerine Osmanlı İmparatorluğu’na göç ettikleri 1492’den beri konuştukları ve kültürlerinin önemli bir parçası olan İspanyolca’yı konuştuklarından eleştiriliyor, kendilerini kovmuş bir ülke olan İspanya’nın dilini konuşmaları nankörlük olarak adlandırılıyordu. Oysa siyasi iktidar tarafından milli dil olarak atfedilen İbranice yalnızca din kitaplarının ve duaların dili olmak dışında Yahudilerin hayatında bir yer taşımamaktaydı. Gayrimüslim isimlerinin Türkçeleştirildiği, Türkçenin anadil olarak benimsetilmeye çalışıldığı ve kamusal mekânlarda Türkçe konuşmanın zorunlu kılındığı bu süreçte Yahudilerin kendilerini ‘kabul eden’ Osmanlı İmparatorluğu ve onun varisi Türkiye Cumhuriyeti’nin dilini öğrenmeye heves etmeyip Ladino dışında ikinci dil olarak Alliance İsraélite Universelle okullarında öğrendikleri Fransızcayı kullanmaları yazılı basında nankörlük ve hainlik olarak karşılık bulurken bu dilleri konuşmalarının gerçek birer Türk olabilmeleri önündeki engel olduğu vurgulanıyordu. Oysa tüm bu eleştiriler bir hayli yersizdi zira gündelik hayatlarına hâkim olan Ladino’nun yanı sıra Fransızca ve başka batı dillerini de konuşuyor olsalar da Yahudi erkeklerinin tamamı gündelik ve ticari hayatlarını devam ettirecek kadar Türkçe bilmekte ve konuşmaktaydı. Buna karşılık kadınlar günlerini evde geçirdiklerinden Türkçeyi yaygın olarak kullanmasalar da Türkçenin hiç kullanılmadığını söylemek mümkün değil. Ancak tüm bunlar ideologlar tarafından göz ardı edilirken Aralık 1925’te istisnasız tüm firmalarda çalışan memurlara yerli malı kıyafet giyme zorunluluğu getirildi. Bir yandan da yerli mallarının alınması için yapılan devlet propagandası, gazete ilanlarıyla yönlendiri ldi:

“Her işte ve her yerde Türk malı kullan! Türk mağazalarından alışveriş et! Türkçe konuşmayana cevap verme! Türkiye’de herkesten fazla hakkın olduğunu unutma!”

Yerli Malı Kampanyası yerli olan her şeyin vurgusunu yaparken ardından geleceklerin habercisi niteliğindeydi.

"BİR MİLLETİN  FERDİ OLMAK İÇİN O MİLLETİN LİSANINI BİLMEK ŞARTTIR"

Milli Türk Talebe Birliği ve Türk Ocakları Türkçe konuşulması için bu yıllarda çalışmalar yapmaya başlar; faaliyet gösterdikleri şehirlerde, kentin çeşitli yerlerine beyannameler asarak “Bir milletin ferdinden olabilmek için o milletin lisanını bilmek ve konuşmak şarttır” parolasını gündelik hayatın bir parçası haline getirirler. Ve 13 Ocak 1928’de Milli Türk Talebe Birliği yıllık kongresinde azınlıkları Türkçe konuşmaya zorlayacak bir kampanyanın başlatılmasına, umumi yerlere Türkçe konuşulmasını tavsiye eden tabelaların asılmasını aynı zamanda halkın Türkçe konuşmayanlara yönelik baskı uygulamasının sağlanması yoluyla Türkçe kullanımının zorunlu hale getirilmesine karar verilir. ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ kampanyası vurgusuyla buyurgan bir şekilde özellikle gayrimüslimleri Türkçe konuşmaya davet etmek üzere tüm bu hazırlıklardan sonra ilk olarak 1928 yılında ortaya çıkar. Kamusal alanda bu kampanyadan çok önce boy göstermeye başlayan uyarı ve ikazlar bu kez bir emir niteliğinde herkesin karşısındadır: Vatandaş Türkçe Konuş!

Buyurgan vurgusu ile kahve, lokanta, sinema, tiyatro, gazino ve hatta toplu taşıma araçları olmak üzere kamuya açık hemen her alana asılan afiş ve levhalar sinirleri karşılıklı olarak gererken halkları karşı karşıya getiren olaylara sebep olur. Yürütülen bu kampanya geçici bir süre için de olsa Türkiye’nin farklı yerlerinde seslerin yükselmesine sebep olurken özellikle küçük yerleşim birimlerinde taşlı sopalı, baskıya ve şiddete dayanan eylemlere kadar varır. Türkler ve gayrimüslimleri karşı karşıya getiren bu kampanya Çanakkale’de de etkisini gösterir. 

Türkçe konuşma mevzusunun toplumsal alanda yarattığı huzursuzluğu, baskı, şiddet ve korkuyu hatırlayan Çanakkaleli Yahudi tanıklar için Vatandaş Türkçe Konuş kampanyası, güvensizliğin ve ötekiliğin başlangıç tarihidir. İlk defa topluma hedef gösterildikleri, anadillerini konuştukları için baskı gördükleri, asırlarca komşuluk ilişkileri kurdukları, ticaret yaptıkları, birlikte yiyip içtikleri Müslüman komşularından destek yerine tenkit gördükleri anıların kaynağıydı. İşte bu anılara sahip görüşmecilerimden biri de Madam C. idi:

“Küçüktüm kampanya vakti. Yeni okuma yazma sökmüştüm. Musevi mektebi kapanmıştı benden önce. O yüzden biz de Müslüman çocuklarıyla aynı okula gidiyorduk. Okulda öğretmenlerden arkadaşlardan kimi sataşanlar oluyordu. İsimle dalga geçme, ‘nesin sen’ diye sorma falan. Hepsi o ama. Bir fenalık yoktu. Sonra fenası geldi. Bir gün bir baktık kahvede, iskele civarlarında, sokak başlarında tabelalar. Diyor: ‘Vatandaş Türkçe Konuş!’ Ben anlamıyorum tabii ne olduğunu o zaman ama evde konuşulanlardan anlıyorsun az çok. Babamın üzüntüsünü görüyorum. Akşamları anneme ‘dost kalmadı’ diye dertleniyor, hatta gidelim diye düşünüyordu. Ben gizli gizli kapı dibinden dinliyorum. Annem bizi, kardeşlerimi, beni sıkı sıkı tembihliyor sokağa çıkarken. ‘Konuşmayın kimseyle! Kimden ne geleceği belli olmaz!’ diye. Anlamıyorum tabii ben bu endişe niye. Bir Şabat havraya gidiyoruz. Oradan çıkınca da âdetimizdi gezmeye giderdik. O gün her zamanki gibi iskele tarafına indik, gez dolaş. Neyse yemek derdine hep gittiğimiz kahveye gidince bir baktık oturacağımız yerde koca bir tabela. O zaman herkesin her yerde yeri belli. Havrada belli, lokantada belli, kahvede belli. Hep gittiğimiz yer olduğundan orada yerimiz var. Denize yakın. Neyse biz bir gördük ki oraya da asmışlar o lanet tabeladan. Babam gördü. Ama inat adam gitti gene oturdu. Annemde telaş; bir laf denir, ters bir şey olur diye. ‘Gidelim evde yer içeriz bugün.’ Ama nafile babam ondan yana bakmıyor bile. Hoş baksa bile annemin ki de laf. Gezmemiz boşa değil. Şabat olduğu vakit evde oturmak makbul değildir. Ateş yakamazsın, elektrik açamazsın. Günahtır. Eskiden uyulurdu bunlara tabii ama yenilerde yok pek öyle adetler. Neyse o zamanlar Türk çocukları gelir bahşiş alır ateş yakarlardı. Eve gitsek annemin demesiyle aç kalacaz senin anlayacağın. Bekle ki bir çocuk gelsin yaksın ocağını. Neyse babam inat çıkınca oturduk. İşte biz başladık her zamanki mevzular, okul anlatıyoruz. Babam soruyor sen ne yaptın, anlatıyorum. O zaman pek kızlar okumaz ilkten sonra. Ben istiyorum ya o yüzden babamın gözüne girme derdindeyim. İşte falan oyun öğrendim, filan ders öğrendim, böyle okudum diye konuşuyorum. Babam da aferin diyor. Ama annem ne zaman birimiz ağzımızı açsak ‘Avram yapmayın Allah için’ diyor. Yan masamızdan bazı adamların kötü baktıklarını fark ediyorum. Hakikaten kötü yani. Korkutucu. Belli bir gerginlik olacak. Babam dayanamadı dönüp adamlara bakınca içlerinden biri ters ters arkamızdakini göstererek ‘Bak, bak ne yazıyor orada?’ demez mi? Tam kıyamet kopacaktı ki kahvecinin çırağı geldi. Onlara bakarak böyle babama ‘Avram Efendi bir rahatsızlık mı var?’ dedi. Babam yok rahatımız yerinde deyince adamlara gözdağı verdiler işte orda. Sonra onlara dönüp ‘Haydi beyler bittiyse yemeniz içmeniz masa işgal etmeyin’ dedi. Yiğit gençten bir çocuktu. Korktular herhalde. Kalkıp gittiler birazdan. Öylece geçti. Bir başka gün ne oldu bilmem babamın kaşı patlamış eve gelmesi var işte o da yine bu sebepten. Çarşıda kavga olmuş bu sefer. ‘Hain gâvur!’ diye dövmüşler babamı. Babam demiş ‘Ben de siz kadar Türküm! Kimse bana hain diyemez.’ Ama dinlememişler. Türkçe konuş diye bir hastalık almış demek ki insanları. Babam gibi iyi bir adamı bile… Neyse velhasıl yemiş dayağı. En yakın komşularından destek görmemiş o gün. Sopa kaldıranlara kimse bir şey dememiş. Kırgındı o sebepten. Zor tabii öyle gâvur damgası yemek ama şükür geçti. Kimse kimseye demiyor şimdi böyle şeyler.”

Müslüman olanın makbul ve Türk kabul edildiği zihniyet karşısında Yahudiler “hain, gâvur, nankör” olarak damgalanırken karşılıklı gerginlik ve kavgalara sonucu komşu komşuya düşman olur. Vatandaş Türkçe Konuş kampanyası, olaylar sürerken yaşanan kavgalar sebebi ile Türkçenin yaygınlaştırılmasını yürekten savunanlar için dahi tehlikeli görülmüş olacak ki kalıcı olarak gayrimüslimlerin Türkçe konuşmaları sağlanamadan başladığı gibi sessiz sedasız biter. Bir sabah sokağa çıkan insanlar bütün pankart ve afişlerin kaldırılmış olduğunu görürler. Teoride kısa sürmüş olsa da, aslında pratikte pek de öyle olmaz. Bu tarihten itibaren kampanya sık sık kendini tekrarlayarak ortaya çıkar ve gayrimüslimleri ilgilendiren her gündem maddesi ile yeniden şiddetli tartışmalara yol açar.

 SONUÇ: KAYBOLAN BİR DİL LADİNO

Araştırma sırasında görüştüğüm onca insanın belki de tek ortak noktası kampanyanın ne zaman başladığı ya da ne zaman bittiğine dair bir fikirlerinin olmamasıydı. Çünkü aslında onlara göre kampanyanın bir başlangıç ve bitiş tarihi yoktur. Hayatları boyunca dillerini, isimlerini ve şivelerini saklamaya çalıştıkları her an ‘Vatandaş Türkçe Konuş!’ yeniden yaşanmış ve yaşanmaktadır. Tüm bu korku ve endişeler yüzünden yeni nesillere daha az Ladino öğreterek onları korumaya çalıştıkları ise yürek burkan bir gerçektir. ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ baştan aşağı yanlış ve başarısız bir uygulama olarak karşımızda dursa da yazık ki amacına bir nebze de olsa ulaştı. Bugün Ladino yoğunlukla 50 yaş ve üzeri insanlar tarafından kullanılıyor ve koca bir kültür tarihi ile birlikte kaybolmaya karşı direniyor.   




Yazının 1. Bölümü:

https://www.salom.com.tr/haber/90403


Yazının 2. Bölümü:

https://www.salom.com.tr/haber/90403