Ekranların aydınlık yüzü Mirgün Cabas’ı NTV haber kanalındaki programlarından tanıyoruz. Bir süre GQ Türkiye Genel Yayın Yönetmenliği de yapan Cabas, görev aldığı medya grubunun Gezi Parkı dönemini takiben izlediği yayın çizgisi sebebiyle görevinden ayrılmayı tercih etti.
Siyaset, kültür, sanat ve spor gibi çeşitli konularda gündemdeki gelişmeleri ele aldığı ‘Mirgün Cabas’la Her Şey’ programına Artı Bir kanalında devam ediyor. ‘Tarafsız habercilik’ anlayışının giderek daha tartışmalı hale geldiği şu günlerde, medyada sergilediği etik duruşunu, habercilik ilkelerini ve sosyal medyanın tartışılan rolünü Şalom okurları için konuştuk.
Meslekte 22. yılınızı dolduruyorsunuz...
22 yıl olmuş. 1992’de başladım, 2014’deyiz. Yirmi yıl kıdem için yeterli diye düşündüğümden, yirmiden sonra saymayı bırakmıştım.
Mirgün Cabas’ın habercilik anlayışı ve yayın ilkeleri nelerdir? Biraz kendinizden bahseder misiniz?
Karşınıza her gün, her haberde başka bir vaka çıkıyor. Orada belli ilkeleri uygulayarak o haberi sunma ve işleme biçiminizi saptıyorsunuz. Tabi ki haberciliğin bir takım genel geçer ilkeleri var. Olabildiği kadar nesnel habercilik yapmak, kendinizi işin dışında tutabilmek, haberi basitleştirmek, hızlı davranmak ve gerçeğe sadık kalmak gibi… Bunlar işin abc’sini oluşturuyor. Bunların yanında haberin kaynağına ulaşmak ve olabildiğince çok yerden teyit almak gibi başka gereksinimler de var.
Uzun yıllara dayanan bir canlı yayın deneyiminiz var. Çok ciddi bir sorumluluk. Hem programı sunmak hem de konuğun vereceği cevapları yönetmek açısından… İşin püf noktası doğru soru sormakta mı gizli; doğru konuğu seçmekte mi?
Hepsi bir arada… Doğru zaman, doğru konuk ve doğru soru. Ama iş aslında doğru kişide bitiyor. Eğer çok sansasyonel birine ulaşmak istiyorsanız ve onu konuk ettiyseniz, bir kere baştan öne geçmiş oluyorsunuz. Ama doğru konuğu çağırıp, onu değerlendirememek de başınıza gelebilir. Yanlış bir yerden konuya girmek, yanlış soruları sormak, kafanızdaki cevapları konuğa söyletmeye çalışmak gibi tuzaklara düşmeniz, iyi bir konukla kötü bir sonuç almanıza sebep olabilir.
Habercilik aynı zamanda bir ekip işi… Artı Bir kanalı hedeflerinizi gerçekleştirmek açısından size nasıl bir ortam sağlıyor?
Elbette iyi bir ekibe ihtiyacınız oluyor çünkü her işin altından kalkamazsınız. Bir iş için ne kadar çok beyin çalışırsa, o kadar iyi sonuç alırsınız. Şu konuyu ele alalım, işleyelim dediğiniz zaman o konuda kimle en iyi sonucu alabileceğinize dair birilerinin size yardımcı olması gerekiyor. Bu işi yapan editör arkadaşlarım var. Artı Bir’de çekirdek bir kadroyla çalışıyoruz. Ofiste yan yana olmasak da bilgisayar başındayız ve gün boyunca whatsapp’da toplantı halinde oluyoruz.
Bugüne kadar öncelikli olarak haber hazırlayıp sunanların tarafsızlığı konusu tartışılırdı ancak özellikle 17 Aralık sonrası ortaya çıkan konuşma kayıtları tarafsızlığın kurumsal boyutunun önemini ön plana çıkarttı diyelim. Bu durumun doğru habere ulaşmak isteyen kitleler açısından ne gibi sonuçları oluyor sizce?
Çok büyük toplumsal çalkantıların, kırılmaların olduğu zamanlarda, medya organları da bu kırılmadan payını alıyor. Biri A tarafında, biri B tarafında kalıyor. Ortada kalmaya çalışanlarsa çok saygın ama zor bir iş yapıyorlar. Bu durumun birinci derecede mağduru da izleyiciler veya okurlar oluyor. En abartılı şekilde söyleyecek olursak, gerçeğin tamamına ulaşmak için bazen her iki tarafın birbiri hakkında söylediklerini dinlemeniz gerekiyor.
Tabii bu da çok eziyetli bir şey çünkü o kadar militan bir dil kullanıyorlar ki izleyen için yorucu oluyor. İşte tam da böyle zamanlarda gerçeğin bütününü yansıtmaya çalışan çizgi kıymetli hale geliyor. Diğer yandan, kendisine saldırıldığını düşünen, haksızlığa uğradığını düşünen taraf, sizin tarafsız olmanızdan rahatsız da olabiliyor. Çünkü böylesi gergin ortamlarda, herkes kendisi adına cephane üretmenizi istiyor. Tarafsızlık diye bir şeyin olmadığına, tarafsızlığın aslında karşı taraftan olmak anlamına geldiğine inanıyor. Siz her ne kadar tarafsız pozisyonunuzu korumaya çalışsanız bile bu durumdan hoşlanmayanlar varsa, karşınızdakiler tarafından ister istemez “rakiplerin medya kanalı” olarak adlandırılıyorsunuz. Burada önemli olan hakkınızda söylenenlere kulak asmayarak, işinizin gereğini yerine getirebilmeniz.
Seçim sonuçları açıklanırken, haber ajansları arasında da birtakım ihtilaflar çıkmıştı… Bunun sebebi neydi? Ajanslar arasındaki bu tür farklılıklar nasıl idare edilebilir?
Tarafsız olması gereken haber kaynaklarınızın -üstelik bunlar kurumsal kaynaklar, bir tanesi kamunun ajansı- manipülatif işlere girişmesi işinizi daha da zorlaştırıyor. O sürecin ne olduğu tam olarak anlaşılamadı. Her iki ajansın yöneticileri de açıklamalarda bulundular. Ben şahsen, Cihan Haber Ajansı’nın yapmış olduğu açıklamaları daha tatmin edici buldum. Çünkü geçmişten bugüne gelmiş bir tanınırlıkları var. Kendi birikimlerini bir gecelik şöhret uğruna ateşe atmayacaklarına inanıyorum. Anadolu Ajansı gibi köklü bir kurumun bile manipüle edildiği şüphesinin olduğu bir ortamda objektif iş yapmanın zorlukları anlaşılıyordur herhalde.
Medyanın siyasallaşması aslında sadece Türkiye’ye özgü bir olgu değil... Yurtdışında da örnekleri var.
Var tabii ancak Türkiye’de kuralsız bir siyasallaşma var. Medya sermayesinin siyasetle, özellikle iktidarla olan ilişkisinin kuralsızlığı, iktidarla medya patronunun ilişkisine, patronun editoryal kadro ile ilişkisine ve sonuç olarak editoryal kadronun çıkardığı gazeteye veya yaptığı yayına yansıyor. Dolayısıyla arada hiçbir düzenleme, hiçbir ahlaki değer olmadığı için de kuralsız bir siyasallaşmadan, fanatizmden ve bir manipülasyondan, medya yayın organları aracılığıyla kitlelerin yönlendirilmesi gayretinden bahsediyoruz. Batı’yla aradaki fark, bir başbakanın bir medya grubunun sahibi gibi davranabilmesi...
Medya patronlarının işadamı kimliklerinin ön plana çıkması...
Medya üzerinden hükümetle iş kurmaları, iş görmeleri, ihale almaları gibi ciddi sorunlar var. Gazete satın almak için havuz oluşturulan bir ülkede zaten siyasetle kontrollü bir ilişkiden söz edemezsiniz.
Sosyal medyanın haber alma ve iletişim bakımından etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle Türkiye kapsamında...
Oldukça etkin bir şekilde kullanılıyor. İki türlü kullanılıyor aslında. Bir, gerçekten haber niteliği taşıyan, bir haber kurumu tarafından yapılmış, içinde 5N 1K özelliklerini taşıyan bir haberin yayılmasına vesile oluyor. İnsanlar sadece sosyal medyayı, doğru seçilmiş insanlardan oluşan bir listeyi takip ederek gazete okumak, televizyon izlemek veya web sitelerini takip ederek haber güncellemek zorunluluğundan kurtuluyor. İşin bir de vatandaş gazeteciliği boyutu var ki ben o konuya şüpheci yaklaşıyorum. Çünkü haber yapımında haber kuruluşlarının bile geçemediği bir takım editoryal testler, filtreler olmaksızın bireylerin şahit oldukları veya başkalarından duydukları haberleri kontrolsüz bir şekilde paylaşmalarını sorunlu görüyorum.
Bir de sosyal medyanın kitleleri örgütleme gücü var ki bunun da tehlikeli bir boyutu olduğunu düşünüyorum. Bir taraftan, insanların demokratik haklarını kullanması, örgütlenme, toplanma, söz söyleme, tepki gösterme haklarını kullanması açısından hızlandırıcı bir etki yapıyor ama bir yandan da öyle bir linç ortamı yaratabiliyor ki burada hiç kimsenin kendini güvenli hissetmesine imkân yok.
Çünkü insanların karşı karşıya gelmedikleri birini çok küçük bir çabayla, cep telefonu klavyesinden yazacakları bir mesajla, linç etmesi ve bunun toplu bir histeriye dönüşmesi çok basit. Bir sürü vakada da yaşadık. Her gün birileri bir şekilde nasibini alıyor.
Bir de troller meselesi var… Ne elde ediliyor bu troll savaşından? Sanal ortamda yıldız savaşı oynamak gibi bir şey mi?
Birçok sebebi var. Bunlardan bir tanesi bu işi zevk için yapan, belki apolitik ama sevmediği, tepki duyduğu insanları ya da o anda sanal ortamda rastladığı bir insanı taciz etmek ve bunu kitlesel bir harekete dönüştürmekten zevk alan insanların varlığı...
Bir de politik troller meselesi var. Bunlar da kitleleri provoke etmek, kışkırtmak amacı güdüyor. Kimileri örgütlü, kimileri bireysel hareket eden Twitter kullanıcıları.
Troller tek başına tehdit değil aslında. Ancak söylediğim gibi öyle hızlı bir şekilde linç psikolojisine oluşabiliyor ki... Bir kişi bir mesajı yazıyor ve sonra unutuyor. Ancak o mesajı 100 kişi, 1000 kişi retweet ettiğinde hedef olan kişinin üzerinde ciddi bir yıkım yaratıyor. Bazen tehdide dönüşebiliyor. Trollerin insanları yakaladığı o noktadan itibaren, kitleler o güne kadar hiç tanımadıkları bir insana karşı, neye alet olduklarını bilmeksizin destek vermiş oluyorlar. Tehlikeli olan tarafı bu.
Aslında baktığımızda Twitter internet erişimi olan kısıtlı bir çevre arasında süren bir görüş alışverişinin sürdüğü bir platform. Zaman zaman alevlenen ve hatta trending topic/popüler tartışma konusu haline gelen başlıkların paylaşımı toplumsal duyarlılıkları kavramak adında yanıltıcı algılara da sebep oluyor mu özellikle toplumun geniş kesimlerini temsil açısından?
Bugün Türkiye’de en iyi ihtimalle 12 milyon Twitter kullanıcısından bahsediliyor. Bunun da hepsinin aktif kullanıcı olduğunu zannetmiyorum. Dolayısıyla Twitter’da bulunanlar kamuoyunun tamamını kapsamıyor. Ancak bir kısmını da olsa temsil ettiğini söylemek gerek. Sosyal medyadan hareketle bir iş yapacağınız zaman, buranın sadece bir örneklem kümesi olduğunu düşünerek hareket etmeniz gerekiyor. Bir taraftan da buradaki grup ayrıcalıklı bir örneklem… Medyayı iyi kullanan, teknolojiyi iyi kullanan, herhangi bir şekilde başkalarıyla iletişime ve etkileşime geçmeye hazır olan insanlardan oluşuyor. O yüzden de Twitter kullanıcıları dediğimizde daha dinamik, kendi çaplarında her biri kanaat önderi olabilecek ya da kanaat önderlerinden daha kolay etkilenebilecek insanlardan bahsediyoruz.
Peki siz sosyal medya danışmanı kullanıyor musunuz?
Hayır kullanmıyorum. Kendi sosyal medya faaliyetlerimi kendim yürütüyorum çünkü sosyal medyada etkin şekilde kullanabilecek kadar işin içindeyim.
Neden tercih ediyorlar? Twitter kullanımı düşünce paylaşımı odaklı bir platform ve sosyal medya danışmanı adı altında başka birine sizin adına düşünme yetkisi veriyorsunuz.
Birkaç açıdan… Birincisi söyleyecek sözleri olmayabiliyor. Sosyal medya uzmanlarını genellikle sanatçıların sıkça kullandıklarını görüyoruz. Menajerlerine, basın danışmanlarına, ajanslarına bu hesaplarını kullandırtıyorlar. Oradan da sadece resmi paylaşımlar yapıyorlar. Örneğin, “Konserim şu tarihte şurada olacaktır,” gibi.
Eğer söyleyecek sözünüz varsa, yaşadığınız şeyler sizde iz bırakıyorsa ve bunlarla ilgili konuşma ihtiyacı hissediyorsanız, aracı kullanmaya gerek duymuyorsunuz.
Öbür taraftan da teknolojiye yatkın olup olmamakla ilgili diye düşünüyorum. Bize bugün çok basit gelen şey başkasına çok zor karmaşık görünebiliyor. Kişi, hata yapmaktan korkuyor olabilir. İmla hatası yapmaktan korkuyor olabilir mesela. Bütün bunlar insanların sosyal medya ajanslarıyla çalışmayı tercih etmelerini açıklıyor.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki bizim sosyal medya danışmanlığı diye söz ettiğimiz şey aslında Twitter kullanımını yönetmekten çok daha kapsamlı bir iş. Bizse sadece bir yönünü tartışıyoruz. Sosyal medya danışmanlığı sadece birisi adına tweet atmaktan ibaret olmayan, hıza dayanan ve işin uzmanı ajanslar tarafından yürütülen bir meslek dalı haline geliyor.
Aslında sizi tanıyan, izleyen, aynı zamanda o dönem Türkiye gündemini yakından takip eden herkes az çok biliyor… NTV’den daha sonra da GQ dergisinden neden ayrıldığınızı okurlarımızla paylaşır mısınız? Gelecekte sizi yine dergi veya gazete yayıncılığında görecek miyiz?
Çok özetle… Doğuş Grubu’ndayken televizyonculuk yapma imkânım kalmamıştı. Ve tam o sırada bana cazip gelen başka bir teklifte bulundular, dergi yayıncılığıydı. Ben de kabul ettim. Ama Doğuş Grubu zaman içinde kendini daha da zor bir konuma soktu. Gezi’yle birlikte yaptığım işi sevmemeye başladığım ve kendimi o kuruma ait hissetmediğim karanlık bir döneme girmiştik. Gezi dönemi boyunca izlenen yayın politikası sebebiyle orada bir yerim olmadığını gördüm. Orada bulunmak istemediğime karar verdim ve ayrıldım. Çok da doğru bir karar verdiğimi gördüm. Birkaç ay sonra Artı Bir televizyonuna geçtim. Şu an yaptığım işten çok memnunum. Yazılı basında yine görev alabilirim. Bir seneye yakın bir süre Milliyet’te yazı yazmıştım. O da beni mutlu eden bir dönemdi. Dergiyi yapmaktan da yeni şeyler öğrendiğim için çok zevk aldığımı söyleyebilirim.