Dünyanın her yerinden yaklaşık 12 bin kişi, bir zamanlar Yahudilerin ölüme gittikleri yolda yürüyerek Holokost kurbanlarının unutulmadığını bir kez daha gösterdi. 28 Nisan Pazartesi, Auschwitz’den Birkenau’ya gerçekleştirilen Yaşam Yürüyüşü’ne Şalom adına katılan Rayka Nayır Güven yaşadıklarını aktardı.
Holokost’u Anma Günü çerçevesinde 12 bin kişi, ölüm kamplarında hayatını kaybedenler için Yaşam Yürüyüşü’nü gerçekleştirdik
28 Nisan Pazartesi Çoğunluğu lise ve üniversite öğrencilerinden oluşan yaklaşık 12 bin kişi ile birlikte Holokost’ta ölen 6 milyon Yahudi’nin anısına Auschwitz’den çıkarak 4 kilometre ilerideki Birkenau Ölüm Kampı’na, Yaşam Yürüyüşü’nü (March of the Living) gerçekleştirdik.
Macar Yahudilerinin trenlere bindirilerek kamplara gönderilmesinin 70. yılı olması nedeniyle aynı duyguları yaşamak adına pazar akşamı Keleti Tren İstasyonu’ndan trene binen 600 kişi pazartesi sabahı Auschwitz’e vardığımızda bu sefer güllerle karşılandık ve yürüyüşe katılacakların birleşme noktası olan Auschwitz Kampı’na geldik. UÖML’den 20 öğrenciyle birlikte günümüzde müze haline getirilmiş olan kampa gittik. Defalarca resimlerini gördüğümüz dikenli tellerin arasından tedirgin bir şekilde geçerek barakaları gezmeye başladık. İtiraf etmeliyim ki bir barakadan diğerine geçerken dikenli teller ve gözcü kulübeleri insanı öyle rahatsız ediyor ki ne sağanak yağmur ne de kalabalık dikkatimizi çekiyordu.
Barakalarda Yahudilerden toplanan 1950 kilo saçı, ayakkabıları, kırık oyuncakları gördükçe içimdeki sızı gittikçe kendini hissettirdi. Dr. Mengele’nin korkunç deneylerini gerçekleştirdiği ve içerisindeki kalıntılardan dolayı Polonya hükümetinin barakayı müze olarak dahi ziyaretçilere açmaya cesaret edemediğini öğrenmek, Auschwitz’in krematoryumunda hayatını kaybedenlerin anısına Rav Alaluf eşliğinde teilim ve Kadiş okumak günün en duygu yüklü anlarıydı.
Krematoryumdan sonra sıra, bana göre Auschwitz’in en etkileyici yerlerinden olan, 27 numaralı barakaya geldi. Less is more (az daha çoktur) felsefesinden yola çıkılarak hazırlanmış sergide Avrupa Yahudilerinin savaş öncesi yaşamı ve Holokost’ta yaşadıkları üç dile çevrilmiş videolarla aktarılıyor. Kampların birbirleriyle bağı, II. Dünya Savaşı öncesi Yahudilerin demografik dağılımlarını aktaran duvar haritalarına ek olarak Nazi ideolojisinin yayılmasını anlatan filmler yayınlanıyor. Ancak bana göre serginin en önemli iki odası, kamptaki çocukların duvarlara çizdiklerin gösterildiği oda ile bugüne kadar adları bulunabilmiş 4 milyon kişinin isminin bulunduğu açık kitabın sergilendiği küçük oda. Sergiye katılanlar ailesinden birinin adının olup olmadığını kontrol edebiliyor. Çoğunluğun gözyaşlarıyla ayrıldığı odadan ben de Holokost’ta yakınlarını kaybedenler için üzülerek ayrıldım.
Ve sıra geldi Polonya’da bulunuşunuzun asıl amacı olan Yaşam Yürüyüşü’ne...
Dünyanın her yanından gelmiş olsalar da tüm gençlerin aynı heyecanı taşıdığını görmek; kasketlerini, rozetlerini takas için yaptıkları pazarlıklara tanık olmak, ülkeleri hakkındaki soruları cevaplamalarını dinlemek sanırım günün en keyif aldığım anlarından biriydi. Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim; Türkiye olarak en çok karşılaştığımız sorular, “Türkiye’de güvende misiniz, ülkenizde antisemitizm var mı?” oldu.
‘Arbeit macht frei’ yazılı kapıdan çıktığımızda ise neler hissettiğimizi kelimelerle anlatmamın imkânı yok. Yaklaşık dört kilometre ötedeki Birkenau’ya giderken tüm gençler bir ağızdan şarkı söylemeyi ihmal etmediler, ta ki kampın ana girişine gelene kadar... Birkenau’ya vardığımızda büyüklüğü karşısında dehşete düştüm. İnsanın havsalasının alamayacağı kadar büyük bir kamp, ucu bucağı neredeyse yok. Kampın ahşaptan olan kısımları yok olmaya yüz tutmuşsa da tuğla bölümleri hâlâ ayakta.