İki kitabını dilimize çevirme şansına sahip olmam, Mayıs ayı başında 70 Pencere kapsamında birkaç günlüğüne İstanbul’u ziyaret eden Rabi Benjamin Blech ile röportaj yapmama vesile oldu. New York’tan gelen uçaktan inmesinin üstünden daha bir gece geçmiş, saatin sabahın dokuzu olmasına rağmen, 80 yaşındaki Rabi Blech’te de, eşi Eleine’de de yorgunluğun izini görmek mümkün değildi (tahtaya dokunun lütfen!). Bayan Blech merhaba deyip bizi yalnız bıraktı ve böylece söyleşimize başladık.
E. Seval Vali
Buradaki okurlarınız sizi ‘İdiot’s Guide’ serisinden çıkan iki kitabınız (aslında üç ama Yidiş dili ile ilgili olanı Türkçe’ye çevrilmedi) vasıtasıyla tanıdı: Understanding Judaism ve Jewish History and Culture. Her iki kitabı da Türkçe’ye kazandırma ayrıcalığına sahip oldum. Birincisini sadece beş haftada çevirdim. (Gülüşmeler, Rabi Blech “Harika!” diyor). Yazma tarzınızdan esinlendiğimi itiraf etmeliyim. Üslubunuzun bana katkısı oldu ve beni çok etkiledi. Yazdığım zaman doğrudan okura hitap ettiğimi hayal ediyorum. Bu söyleşiye hazırlanırken epey ev ödevi yaptığımı da itiraf etmeliyim. Evdeki diğer üç kitabınızı da yeniden okudum. Fark ettim ki, bölümleri, hatırlanması gerekenler şeklinde işaretliyorsunuz. Stilinizi oluştururken sizin de İdiot’s Guide serisinden etkilendiğinizi söyleyebilir miyiz?
Öyle söylenebilir. İdiot’s Guide serisi için yazmam istendiğinde, ne şekilde yazmam gerektiğini belirttiler. Aslında ilginçtir, Yahudilik konusunda benden önce, çok tanınmış ve isimlerini söylemek istemediğim dört başka kişiye gitmişler. Ne var ki kitapların hiçbiri yayımlanabilir bulunmamış çünkü gittikleri kişiler üslupları gayet ağır olan profesörlerdi. Tarzları okur dostu değildi. Neredeyse vazgeçiyorlarmış ki, biri benim adımdan söz etmiş; bana geldiler ve yazma işini onların istediği şekilde yaptım. Çok başarılı olan tarzları bana zaten yabancı değildi çünkü ben bir profesörüm, bir öğretmenim. 50 yıldır bu işi yapıyorum. Bu konuda zaten önceden bir kavrama sahiptim. Bir dersin sonunda yapmanız gereken, özetlemektir. İnsanlar dersten ayrılırken, onlara vermek istediğiniz ana fikri iyi anlamalıdır. Aslında bu alışkanlığı hahamlık eğitimimde edindim. Uzun bir beraha (kutsama) okunacağı zaman, bu çok ilginçtir, Talmud’da belirtilen kanun şu şekildedir: “Baruh ata Aşem...” (Kutsalsın sen Tanrım) dedikten sonra, kısa bir özet yapılır, örneğin, “Şabat’ı kutsal kılan”. Birçok noktayı belirttikten sonra, peki ana fikir nedir, bize ana fikri söyle... Ve bu, benim hahamlık kariyerimde, Tora eğitimimde, öğretmenliğimde gördüğüm bir tarz. İdiot’s Guide’ın tarzını kim başlatmışsa, o da bunun bilincinde olmalı...
Yahudi miydi acaba?
Bilmiyorum ama olabileceğini düşünmüyor değilim (gülüşmeler).
Bunun dışınızda tarzınızı nasıl tanımlarsınız diye soracaktım ama cevap verdiniz...
Size bu konuda biraz daha bilgi vermeliyim. Birçok tarzım var. En önemlisi, ki siz bunu anladınız, çok kişisel bir tarzda yazarım. Okurumun karşımda olduğunu hayal ederim. Bunun için de metni önce dikte ederim, böylece çok stilize olabilecek yazı tarzından ziyade konuşma dilini kullanırım çünkü kendinizi cümlelerin içinde kaybetmeniz işten değil. Ondan sonra hataları düzeltirim. Ancak kendi zihnimde bile İdiot’s Guide serileri gibi popüler kitaplarla daha bilimsel olanları arasındaki farkı ayırt edebilirim. Daha bilimsel kitaplar yazdığımda...
Sistine Chapel gibi mi?
Evet, bu tamamıyla farklı bir tarz gerektirir.
Kitap ve makalelerinizde sadece Yahudi okurlarınızı ve Yahudilikle ilgilenenleri mi hedeflersiniz? Başka bir deyişle, özel bir hedef kitleniz var mı?
Hayır, umudum, biz Yahudilerden beklendiği gibi ulusların üzerinde bir ışık olarak hizmet etmektir. Popüler bir tarza sahip olma şansına sahipsem, herkes tarafından okunmak isterim. Ve kitaplarım, Yahudiler tarafından olduğu kadar, Yahudi olmayanlar tarafından da eşit bir ilgi ile karşılanıyor.
‘Taking Stock’ kitabınızda Carl Jung’un bir sözünü zikrediyorsunuz: “Bir şeyi kabulleninceye dek değiştiremezsiniz.” Bu ilke hayatta hemen her şey için geçerli. Felsefenizin bir parçası olarak uyguluyor musunuz?
‘Taking Stock’ kitabını okumuş olmanız beni çok şaşırttı. Açıkçası bunu beklemiyordum. İleri bir yaşta çok zengin oldum. O zamana kadar geçimimi sağladığım cemaatten emekli oldum, hayatımın geri kalanı boyunca aileme bakmam gerekiyordu, bir birikimim vardı ve finansal yatırımlar yapabilirim diye düşündüm. 50.000 dolarım, iki buçuk-üç yılda yedi milyon dolar oldu. Ancak bunun tehlikelerini gördüm. Değiştiğimi, daha egoist birine dönüştüğümü fark ettim. Sanki bütün bunları veren Aşem değildi, ben yapmıştım. Açgözlü bir insan olmuştum. Geriye doğru baktığımda, iyi olmayan bir yola girdiğimi görüyorum. Şimdi Aşem’in beni bir sınavdan geçirdiğini anlıyorum. Bunun üzerine bu kitabı yazdım çünkü hayatta herkes paranın, kişisel büyümenin ve tinsel gelişimin rolünü idrak etmelidir. (Rabi Blech, New York Borsası’nın çöküşü sırasında bütün bu serveti kaybetti). O bakımdan başıma gelen, iyi bir şeydi. Para açısından artık zengin bir kişi olmasam bile, öğrendiklerim ve Aşem’in bana verdikleri bakımından çok zengin biriyim. Geriye doğru baktığımda Aşem’in nasıl hareket ettiğini artık görebiliyorum. Biz bir sınavdan geçiriliyoruz. Bize kötü gibi gelen bazı şeylerin, aslında iyi olduğunu anlıyoruz. Kierkegaard şöyle demiş: Hayatın büyük trajedisi, ileri doğru yaşanması ama geriye doğru bakarak anlaşılmasıdır. Bu son derece derin bir düşüncedir. Yaşarken bazı şeylerin başımıza neden geldiğini anlayamıyor, Aşem’e neden diye soruyoruz ama daha sonra geriye doğru baktığımızda anlam verebiliyoruz. Bize acımasızca ya da kötü gibi gelen durumlar karşısında bile, Aşem ne yaptığını biliyor demeliyiz.
İlkelerden söz ederken... Başarının anahtarlarından biri ‘korkmamaktır’ ama ne yazık ki hepimiz bir şeylerden korkuyoruz. Sizin korktuğunuz şeyler var mı?
Evet. Sanırım hepimizin korkması gereken tek şey, potansiyelimizi gerçekleştirmemektir. Kendimi beğenmiş gibi görünüyorsam özür dilerim ama Aşem’in bana bazı yetenek ve beceriler verdiğini biliyorum. Ama bir tek bana değil. Hepimiz birtakım yeteneklerle doğduk ve hayattaki misyonumuz, “en iyi yaptığım, başkalarından daha iyi yaptığım nedir” diye kendimize sormaktır. Birçok kişiye bakıyorum ve benim sahip olmadığım becerilere sahipler diyorum. Onların hedefi bu yetenekleri geliştirmek ve Aşem’in verdiklerini kutsamaya dönüştürmektir. İnsanları etkileme ve onlara yardım etme yönünde bir yeteneğim olduğu için, bazen kendime soruyorum: Yeterince yapıyor muyum? Kaç yaşında olduğumu biliyor musunuz?
Evet, 80 yaşındasınız. Türkçe maşallah der, tahtaya vururuz.
Her gün Yeshiva University’ye ders vermeye gidiyorum. İnsanlar bana ne zaman emekli olacağımı soruyor. Ben de diyorum ki: Aşem neşama’mı aldığı ve sana artık ihtiyacım yok dediği zaman. Çünkü bu kararı bir tek O verebilir, ben değil. Bir tek şundan korkuyorum: Gerçekleştirmem beklenen her şeyi gerçekleştirememekten. Bu yüzden günlerimi çok dolu geçiriyorum. Her gün Yeshiva’ya gidiyorum, ders veriyorum, yazıyorum, dünyanın dört bir yanında konuşmalar yapma fırsatlarından yararlanıyorum, çok şükür hâlâ gücüm yerinde...
Ve son derece faalsiniz. Hayatın tam ortasındasınız. Şarkılar, filmler, aktörler, hiçbiri size yabancı değil.
Bütün dünyanın şunu bilmesi çok önemli: Yahudi olmak demek, kendini dışa kapamak değildir. Aksine hayatı, kendi yaşamınızı ve başkalarının yaşamını iyileştirmeniz gerekir. Tikun olam yapmak, dünyayı mükemmelleştirmek gerekir. Tora’nız olduğu için. Tanrı ile bir bağlantınız var. Bu bağlantıdan istifade ederek dünyayı daha iyi bir yere dönüştürmek zorundasınız.
İdiot’s Guide serisinde bölüm başlıklarına popüler şarkı isimleri verdiniz. Bu da çevirmen olarak bana büyük bir serbesti tanıdı çünkü kendi kültürümüzün şarkı isimlerini seçebildim. Aksi takdirde bazı başlıklar son derece alakasız kalabilirdi.
Keşke Türkçe bilseydim de çıkardığınız işi değerlendirebilseydim. Zor olduğunu biliyorum. Tercüme yaptığınız zaman başka kültürel hassasiyetleri ve lisana göre insanların edineceği anında fikri dikkate almanız gerekiyor. Tercüme yapmak sanıldığından çok daha güçtür. Bazıları çevirinin robot gibi, kelime kelime yapıldığını sanır. Bunun için Google’ın çevirilerine bakmak yeterli. Bazen İbranice-İngilizce ve İngilizce-İbranice çeviri programını kullanıyorum, şaka gibi. Her iki dilde de içerik konusunda büyük bir duyarlılığa sahip olmanız şart.
Doğrudur, İdiot’s Guide ismini bile kullanamadık çünkü Türkçe’ye uygun ve nazik düşmüyor.
Yaklaşık iki yıl önce çok ciddi bir rahatsızlık geçirdiniz ve doktorlar size altı ay ömür biçti. O sırada isminizi Torah.org’un gönderdiği ve sağlığa kavuşmaları için dua edilmesi istenenlerin listesinde görmüştük. Tanrı’ya şükürler olsun ki, iyileştiniz. Bunun size Aşem’in bir armağanı olduğunu belirtiyorsunuz. Öte yandan borsada önemli miktarda para kaybettiniz. Türkçe’de “cana geleceğine mala gelsin” deriz. Yahudilikte ise kapara (kefaret) ilkesine inanırız. Kaybınız ile iyileşmeniz arasından bir bağlantı kuruyor musunuz?
Kefaret olarak görüyorum ancak daha çok bir “kendine gel” çağrısı olarak da görüyorum. Hayatımın ileri bir döneminde de olsa, paranın değeri ile kim olduğum ve başka insanlarla ilişkimin değerini daha iyi anlama armağanına sahip oldum. Şimdi söyleyeceklerimi sık dile getirmem. Çok param olduğu zamanlar, neden bu kadar çalışıyorum, üniversiteye gidiyorum, ders veriyorum, bunların hiçbirini yapmam şart değil, yeterince param var diye düşünürdüm. Artık anlıyorum ki, bunun üzerine Tanrı “Yaa, demek ki benim işimi yapmak istemiyorsun” dedi ve parayı geri aldı. Şimdi Aşem’e diyorum ki, ne olur parayı bana ver, işimi yapacağıma söz veriyorum ama bana inanmıyor (gülüşmeler). Belki de beni iyi tanıyor. Size şöyle söyleyeyim. Hayattaki her şey konusunda musar’ın (etik olanın), mesajın ne olduğunu kendimize sormamız gerekiyor. Çok tehlikeli bir hastalık geçirdiğim için altı ayda bir doktora kontrole gidiyorum. Ve doktor bana “nasıl olur da bu kadar iyi olduğunu anlamıyorum” dedi. Ona eski bir ilaç kullandığımı söyledim. Sırrını bilen kişilere binlerce yıldır iyi gelen bir ilaç. Doktor “bu ilaç nedir?” diye sordu. “Teilim” diye cevap verdim. Dua. Çok kişi benim için dua etti. Doktorun kendisi de bundan etkilendi. Çünkü tıp, anlamadığı konularda, kendinden daha büyük bir gücün varolduğunu idrak ediyor. Bilirsiniz Tanrı, Tora’da “Ki Ani Aşem rofeha / Ben hekimim,” der. Tanrı, en büyük şifacıdır. Tanrı’nın bana söylemek istediği şuydu. Eğer şimdi anlıyorsan, o zaman sana işimi yapman için daha fazla zaman vereceğim. Hastalık teşhisi konduğunda kendime bir şey daha sordum. Duydunuz mu bilmem, Bucket list diye bir terim vardır, hatta aynı adı taşıyan bir film vardır. İnsanlar yakında öleceklerini öğrendikleri zaman, ölmeden önce yapmak istediklerinin bir listesini yaparlar. Ölmeden önce İstanbul’a, Bali’ye gitmek istiyorum, şunu deneyimlemek istiyorum gibi. Ben de kendime ve karıma şunu sordum: Yaşayacak kısa bir sürem kalmışsa, yapmak istediklerim nelerdir? Ve farkında vardım ki öğretmek, yazmak, konuşmalar yapmak istiyordum. Bir süre sonra yorulsanız, bıksanız bile anlıyorsunuz ki hayatta yapmak istediğiniz, size tatmin veren şeyler, aslında bunlar.
Bu bir sınav ve umarım hiçbirimiz böylesine sınanmayız. Hayatta yapmak istediklerimizin, aslında zaten yaptıklarımız olduğunu anlamak...
Aynen öyle. Ve o zaman çok daha fazla tatmin ve hevesle yapıyoruz ki...
Böylece size yeni bir şans verildi. Yeni hayatınıza yeni bir anlam atfedebileceğinizi düşünüyor musunuz? Aslında bu soruma da cevap verdiniz. Eski hayatınızı geri istiyorsunuz…
Aynı ama yeni. Aynı kişi ama yeni bir bilinçle. Bilir misiniz, tıp der ki insan vücudunda bütün hücreler yedi yılda bir yenilenir. Yedi yılda bir tamamen yeni bir insan oluyorsunuz. Ama aynı kalan bir şeyler olmalı çünkü aklınızda ve ruhunuzda kalanlar değişmiyor. Mesele değişiklikleri almak ve yeni düşünce şeklimizle bütünleştirmek. Çünkü arada büyümüş oluyoruz. İnsanlar şu büyük hataya sıkça düşer. On yıldır görüşmedikleri biriyle karşılaşırlar ve “Aa hiç değişmedin” derler. Bunu bir iltifat sayarlar. Nasıl? On yılda hiç gelişmedim mi? O zaman Tanrı beni niye yanına almadı? Aslında tabii iyi göründüğünüzü söylemeye çalışmaktadırlar. Oysa her gün değişmeli, her gün iyiye gitmeliyiz. Tabii ki Tanrı bize çeşitli mesajlar göndermekte, sınavlardan, zorluklardan geçirmektedir. Ve biz belki her Şabat günü ve kesinlikle her Roş Aşana ve Yom Kipur sırasında düşünmeliyiz. Başıma gelenlerin anlamı neydi? Tanrı bana ne söylemek istiyor? Ve böylece daha iyi bir insan olabilirsiniz.
Her iki kitabınızda da (Taking Stock ve If God is Good) Iyov’dan iyi ve masum bir adam olarak söz ediyorsunuz. Öte yandan Rabi Wein bir Midraş’tan bahsediyor. Buna göre Paro; Yitro, Bilaam ve İyov ile Yahudi meselesini tartışıyor. Yitro, Yahudilerin köle edilmesine açıkça karşı çıkıyor. Bilaam kesim çözümü destekliyor. İvoy ise hiç ses çıkarmıyor. Rabi Wein, İyov’un sessiz kaldığı için bilincinin derinliklerince acı çektiğini düşünüyor. Bu durumda İyov’un tamamıyla masum olduğunu savunabilir miyiz?
Siz bir Midraş’tan söz ediyorsunuz. Midraş’lar, rabiler tarafından öykülere fikirler kazandırmak için kullanılan harika araçlardı. İdiot’s Guide’ın da yaptığı tam olarak budur. Yani Midraş insanlar için bir tür İdiot’s Guide’dır diyebiliriz (gülüşmeler). Rabi Wein, yorumunda, sessiz kalmanın bazen çok kötü sonuçlara yol açabileceğini ileri sürmektedir. Ama Kitap, İyov’un iyi ve masum bir adam olduğunu, Satan yüzünden sınava maruz kaldığını belirtmekte ve bize iyi insanların başına kötü şeylerin gelebileceğini göstermektedir. İnsanların yaptığı korkunç bir hata vardır ve Kitap’ın bize vermek istediği büyük mesaj da budur. İyov’un arkadaşları “Bak olanları gördün mü? Böyle cezalandırıldığına göre, sen kötü bir adam olmalısın” der. Bunun daha da korkuncu, Holokost için söylenen “öldüklerine göre kötü insanlardı” sözleridir. “Almanya’da asimile olmuşlardı.” Soykırım cürümünü doğrulayabilecek hiçbir şey yoktur. Bu dehşet verici bir şeydir. Elie Wiesel, der ki “eğer biri bana Holokost’u açıklamaya kalkarsa çok öfkelenirim.” Holokost’u açıklayamazsınız. Açıklanabilecek bir şey değildir çünkü.
Sizin açıklamanız bana akla yatkın geliyor. Eğer Almanların yaptığı gibi Tanrı olduğunu unutur ve ona göre hareket ederseniz, olacak olan budur. Unutan Yahudiler değil, Almanlar...
Kesinlikle. Bu çok önemli.
Almanlar ve diğer uluslar Tanrı’nın varlığını unuttu.
Bu da bize diğer uluslara güvenemeyeceğimizi gösteriyor. İsrail’in alması gereken çok önemli bir ders var. Siyasetçilere ve Amerika’ya tam manasıyla güvenemezsiniz. Yapılan bütün anlaşmalar... puf... hiçbir şeydir.
İkinci Emir’i “Düşmanlarım söz konusu olduğunda, babaların günahlarını çocukları, üçüncü ve dördüncü nesil torunları için hatırda tutarım” şu şekilde açıklıyorsunuz: Tanrı, günah işleyenlerin müteakip soylarının reenkarnasyonlarını cezalandırır.
Bunu olası bir izahat olarak verdim. Biz Yahudiler, babaların günahlarının evlatlarına geçmediğine inanırız. Hıristiyanlar, Adam günah işlediğinde hepimizin günah işlediğine inanır; çocuklar, ilk günahı miras alır. Siz, benim verdiğim cevaplardan birini zikrettiniz. Hangi kitapta yer aldığını hatırlamıyorum çünkü buna benzer birçok cevabım var. Ancak çocukların, ebeveynlerinin günahları yüzünden cezalandırıldığına inanmıyorum. Bu doğru değil.
Ancak Talmud Berahot 7a ve Sanedrin 27b gibi klasik kaynaklar, babalarının hatalarını yapmaya devam ettikleri takdirde çocukların şahsen cezalandırılacağını söylüyor. Bu da dördüncü nesle kadar gidiyor çünkü bir insanın ömründe ancak dördüncü neslini görebileceği hesaplanabiliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Doğru. Tanrı insana bir şans, ikinci ve üçüncü bir şans verir ama gelecek nesil ve sonraki nesil kötü yapmaya devam ederse, o zaman Tanrı “seni günahların için cezalandırıyorum” der. Siz de tutup “ama babama ve büyükbabama bir şans daha vermiştiniz” diyemezsiniz çünkü bu bir merhamet gösterisiydi. Bir, iki, üç kez görmezden gelebilirim, tamam ama bu böyle devam edemez. Bir noktada artık ceza vermeliyim ama ancak sizin yaptıklarınızdan ötürü. Burası çok önemli. Sadece günah işleyen cezalandırılır. Babası günah işleyen ama kendisi masum olan kişi değil.
Şu aralar Şalom Gazetesi için reenkarnasyon hakkında bir dizi hazırlıyorum. Verdiğiniz açıklama konusunda kaynak olarak sizi gösterebilir miyim?
Bunu ancak olası bir açıklama olarak verdiğimi belirtebilirsiniz çünkü bir insana, başına bu geldiğine göre, daha önceki bir yaşamda çok kötü bir insan olmalısın demek çok ürkütücüdür. Çünkü Talmud’un da dediği gibi, İyov’un arkadaşlarının yaptığı son derece büyük bir günahtır: “Acı çektiğine göre suçlu olmalısın!” Aynı şekilde bir insanın başına kötü bir şey geliyorsa, sen hatırlamıyor olabilirsin, önceki bir yaşamda kötüydün diyemezsiniz.
Onuncu nesil bir hahamsınız. Kanımca çok büyük bir onur.
Öyle. Ve bir sorumluluk.
Atalarım arasında tek tür haham var ama bu, hiçbir zaman bir hahamlar zincirine dönüşmedi. Tanrı’nın sizi evlatlarla kutsadığını biliyorum. Gelmekte olan on birinci ve on ikinci haham nesli var mı?
Hayır. Dört evladım var. İlk üçü kız ve dördüncüsü oğlan. En büyük kızım, “erkek olsaydım haham olurdum,” der. Çok zekidir. Avukat oldu, bir sınavdan geçti ve ülkedeki en yüksek notu aldı. Ancak bir Ortodoks olarak haham olması mümkün değildi. Oğluma gelince, eğitim açısından başarılı olabilirdi ama kendisi çok hassas bir ruh. Şiir yazar. Hahamlıkta kalamazdı çünkü siyasetle ve kendisi için çok zor olan birçok konuyla ilgilenmesi gerekirdi. Bu yüzden on birinci nesil haham olma konusunda bir baskı hissetmemesi gerektiğini kendisine söyledik. “Başarılı bir hayat sür, iyi bir işadamı olan, tsedaka ver, arada eğitimine devam et, kendine doyum veren bir yaşam sürdür,” dedik. Herkes haham olmak zorunda değil.
Ortodoks bir haham olduğunuzu biliyorum ama Ortodoksluk bile o kadar geniş bir yelpaze ki... Kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz? Örneğin kadınlarla el sıkışıyorsunuz.
Size bir şey söyleyeyim. Babam, Tanrı rahmet eylesin, Orta Avrupa tablolarındaki gibi, giysileri ve sakalıyla geleneksel bir hahamdı. Bir tsadik idi. Ama bir kadın elini uzattığı takdirle, onunla tokalaşırdı. Ve bana şöyle izah etti: Her şeyden daha önemli olan bir kişiyi utandırmamak, onu zor durumda bırakmamaktır. Kanun, evli olmadığınız bir kadına sarılmamak, onunla öpüşmemektir. El sıkışmak sadece belki yetser ara’ya yol açabilecek bir olasılıktır. Sorunuza daha iyi cevap vermek için size şunu anlatayım. Hayatımda çok ilginç olan bir bölüm var. 1989 yılında cemaatimden bir yıllığına izin aldım. O sırada Lubaviç Rabi’nin ofisinden bir telefon geldi ve beni görmek istediğini bildirdiler. O zamana kadar bir ilişkimiz olmamıştı. Benden söz edildiğini duyduğunu, Yahudileri Aşem’e yaklaştırmak üzere bir dizi konuşma yapmamı, bunun için de Uzakdoğu’ya, Avustralya, Yeni Zelanda, Singapur, Hong Kong, Bangkok, Tokyo’ya gitmemi istediğini söylediler. Benim için oralarda konferanslar düzenleyeceklerdi. Benim Yahudileri, Yahudiliğe ve Aşem’e yaklaştırabileceğimi düşünüyorlardı. Şaşırmıştım çünkü ben bir Hasid değilim. Onlar gibi görünmüyorum. “Affedersiniz ama benim kim olduğumu biliyor musunuz?” diye sordum. “Doğduğunuz andan beri kim olduğunuzu, hakkınızdaki her şeyi biliyoruz,” dediler. Rabi çok büyük bir insandı. Onunla görüşmeye gittim. Onu nasıl reddedebilirdim? Seyahati düzenlediler, sözünü ettiğim her yere gittim ve hayatı değişen çok insan oldu. Beş ay sonra geri döndüğümde, Rabi ile yine bir araya geldim. Beni kutsadı. Belki bu yüzden hâlâ hayattayım. Ve sonra bana şöyle dedi: “Bilmeni istiyorum ki sen, kamufle olmuş bir Hasid’sin” (gülüşmeler). Çok güzel bir fikir. Bu ne anlama geliyor? Görüntümün ötesini görmüştü. Sakalım yok çünkü her yere girip çıkabilmek istiyorum. Sakalım olsaydı, bu adam Mars’tan geliyor, onunla ne işim olabilir diye düşünenler olabilirdi. Dindar bir Yahudi olduğum halde, birine Beatles’ı, sözünü ettiğiniz filmleri, şarkıları ve şunu ve bunu bildiğimi gösterebilirsem... bu Aşem’in beni muhteşem bir şekilde kutsamasıdır. İnsanlara uzanabilir ve O’nun işini yapabilirim. Modern Ortodoks’um diyecek insanlar çıkacaktır ama bu ne anlama gelir, ben bilmiyorum. Alaha açısından, Alaha’ya riayet ediyorum. Modern? Görüntü olarak evet. Kimlik açısından ise kamuflaj yapmış olan bir Hasid’im.
Çok güzel. Kendiniz de söylediniz, çok meşgul bir kişisiniz, Yapacak çok şeyiniz var. Ancak bir simyacı gibi zaman yaratıyorsunuz. Yazıyorsunuz, ders veriyorsunuz, konuşmalar yapıyorsunuz ancak çok da okuyorsunuz. Tecrübeme göre yazan biri için okumak zordur çünkü okuduklarınız sizi etkiler; yazacaklarınızı, üslubunuzu... Bu konuda zorluk çekiyor musunuz? Aynı zamanda hem okuyup, hem yazabiliyor musunuz?
Evet, sanırım bana yardımı dokunuyor, şu şekilde ki, başkalarıyla aramdaki üslup farkını görüyorum, böyle yazabilmek istiyorum diyorum, bundan bir şeyler öğrenebilirim, ya da tersini. Rabi Jonathan Sacks’ın kitaplarını okuyorum. Onun gibisi yok. O kadar güzel yazıyor ki. Ama İngilizler sözcük seçimi konusunda çok iyi. Rabi Sacks çok da güzel konuşuyor. Onu okuduktan sonra yazdıklarımın iyi yönde etkilendiğini görüyorum. Uygun sözcüğünü nasıl bulduğunu görüyorum, cümlelerin nasıl açık seçik olması gerektiğini görüyorum. Açıklık konusuna çok önem veriyorum. Ne demek istediğimi tam olarak aktarabilmek isterim. Bu açıdan okuduklarımın bana yararı dokunuyor. İyi bir konuşmacı olduğu için konuşurken kullanacağı sözcükleri ve yazarken seçmesi gerekenleri biliyor. O bir usta, benim rol modelim.
Çağdaş bir haham olarak teknolojiyi çok fazla kullanıyor musunuz?
Ah evet. Bugün teknoloji kullanmadan yazabilmeniz mümkün değil. Eskiden bir şey aramak için kütüphaneye gitmek gerekirdi. Oysa şimdi Rabi Google var (gülüşmeler). Bir şey daha söylemem lazım. Ben yeşiva’da okudum ve Tora ile doğrudan alakalı olmayan her şey vakit kaybıydı. Bu yüzden daktilo yazmayı, ki temel bir beceridir, hiçbir zaman öğrenmedim ve hep hayıflandım. Artık konuştuklarımı yazıya dönüştürebilen mikrofonlar kullanıyorum. Bazı hatalar yapıyor ama düzeltilmeyecek gibi değil. Teknoloji olmasaydı ne yapardım, bilmem, Google, internet, hepsi.
Peki, bu gelişmeler Maşiah’ın gelişini müjdeliyor mu? Bir üstatla karşı karşıya olmadan Tora öğrenebilmek örneğin?
Kesinlikle. Kehanetlerde Tora eğitiminin aynı anda sözlü olarak aktarılacağını haber veren bölümler vardı ki, ne anlama geldiğini bile anlayamazdık. İnsanlar her ay, her hafta dua etmek üzere Yeruşalayim’e gelecek gibi, örneğin. Bunun yüz yıl önce hayal etmek mümkün değildi. Dünyanın her yerinden insanlar gelip Yeruşalayim’de dua edecek! İmkânsız! Yakında belki de zihin gücüyle kendimizi birden Yeruşalayim’de bulacağız. Google’ı anlatacak sözcük yok. GPS’i alın mesela. Birkaç yıl önce insanlara Tanrı nerede olduğunuzu biliyor derdim. Nasıl olur, diye cevap verirlerdi. Alın size GPS işte!
Teşekkür ederim, Sayın Rabi.
Uluslararası bir eğitimci, dinî lider, yazar, konuşmacı ve onuncu nesil bir haham olan Rabi Benjamin Blech, ailesinin II. Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’dan kaçışı sırasında, 1933 yılında Zürih’te doğdu. Aile daha sonra ABD’ye göç etti. Aralarında popüler İdiot’s Guide serisinde yer alan üç kitap dahil, çok ilgi gören ve satan on iki kitap yazdı. ‘Nedenleri ve Niçinleriyle Yahudilik’ başlığı altında Türkçe’ye çevrilmiş olan Understanding Judaism: The Basics of Deed and Creed adlı kitabı, Union of Orthodox Jewish Congregations tarafından “Neslimizin Yahudilik hakkındaki en iyi tek kitabı” seçilmiştir. Yakın zamanda yapılan bir araştırma sonucuna göre Rabi Blech, Amerika’daki en etkili 50 Yahudi arasında 16. sırada yer aldı.