30 Nisan’da Başbakan Erdoğan’ın Mavi Marmara’da hayatını kaybeden ailelere verilecek tazminat üzerinde İsrail ile anlaştıklarını duyurması ve iki ülke arasındaki ilişkilerin yakın zamanda normalleşeceğine dair yaptığı açıklamanın ardından gözler Türkiye-İsrail ilişkilerine çevrildi
Bölgesel sorunların uluslararası nitelik kazandığı; terörizm, nükleer silahlanma ve enerji gibi konular üzerinden küresel güvenliği tehdit ettiği Ortadoğu’da, bir zamanlar sıkı müttefik olan Türkiye ve İsrail’in önümüzdeki dönemde nasıl bir yol haritası izleyecekleri konusunda resmi temaslar sürerken, akademik çevreler ve sivil toplum örgütleri de tartışmalara yön vermek adına girişimlerde bulunuyor. 8-9 Mayıs tarihlerinde İstanbul Kültür Üniversitesi’ne bağlı Global Politik Eğilimler Merkezi (GPOT), İsrail’in düşünce kuruluşlarından İsrail Bölgesel Politikalar Enstitüsü (MITVIM) ile birlikte Türk ve İsrailli diplomatlar, akademisyen ve gazetecilerin katıldığı yuvarlak masa toplantıları düzenledi. ‘Bölgesel Perspektiften Türkiye-İsrail İlişkilerinin Durumu’ başlıklı toplantıların amacı ilişkilerin onarılması yönünde atılabilecek adımların ortaya konulması ve gelecekte benzer krizlerin önüne geçilmesi açısından iki ülkenin elindeki imkanların değerlendirebileceği düşünsel bir platform sunmaktı. Bu açıdan iki ülke temsilcileri, birbirleriyle görüş alışverişinde bulunarak Türkiye-İsrail ortak çıkarlarının tanımlanması ve önümüzdeki dönem görüş ayrılıklarının ne şekilde yönetilebileceği üzerine durum tespiti yapma ve somut öneriler getirme olanağı buldular.
Mavi Marmara sonrası atılan adımlar
Mavi Marmara olayları ertesinde Türk tarafı İsrail ile ilişkilerin düzelmesi için üç koşul öne sürmüştü. Bunlardan ilki İsrail tarafının özür dilemesi idi. 2013’ün mart ayında ABD Başkanı Barack Obama’nın aracılık ettiği telefon görüşmesinde İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Başbakan Erdoğan’dan özür dilemesiyle ilk koşul yerine getirilmiş oldu. Öne sürülen ikinci koşul ise Mavi Marmara’da hayatını kaybedenlerin ailelerine tazminat ödenmesiydi. Benzer davalar baz alınarak belirlenen rakamlar üzerinden uzlaşma sağlandığı İsrail ve Türk basınına yansıyan haberlerin ardından resmi ağızlardan onaylandı. Geriye üçüncü koşul olan Gazze’ye uygulanan ablukanın kaldırılması kalıyordu ki 30 Nisan’da Başbakan’ın açıkladığı üzere ablukanın kaldırılması yerine ambargonun gevşetilmesi ve Türkiye’ye tanınacak özel bir statü ile Gazze’ye insani yardım sağlanması yönünde iki ülkenin prensipte anlaştıkları ancak detaylar üzerinde görüşmelerin sürmekte olduğu belirtildi.
Tüm bu gelişmeler iki ülke arasında çözümün yakın olduğuna dair beklentileri yükseltirken, imzalanacak anlaşmaya dair gri alanlar GPOT/MITVIM toplantılarında kapsamlı bir şekilde ele alındı. İlişkilerin rayına girmesi amacıyla iki ülke arasında anlaşma imzalandığı takdirde Mavi Marmara’da hayatını kaybedenlerin ailelerin ve İnsani Yardım Vakfı’nın (İHH) İsrail askerlerine yönelik gerek Türk mahkemelerinde gerekse uluslararası mahkemelerde açmış oldukları davalardan vazgeçmelerini taahhüt etmeleri bekleniyor. Buradaki başlıca sorun, uluslararası mahkemelere bireysel başvuru hakkını kısıtlayacak bir koşulun anlaşmaya konulmasının ve bu şekliyle mecliste onaylanmasının iç politikada olumsuz etkileri olması. İsrail tarafı ise tazminat üzerine anlaşılıp imzalar atıldıktan sonra taraflardan birinin fikir değiştirip aralarında İsrail Genelkurmay Başkanı Gabi Ashkenazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Alfred Marom ve Hava Kuvvetleri Komutanı Avishay Levi gibi isimlerin de bulunduğu askeri yetkililer hakkında yeni davalar açılmasının önüne geçecek hukuki bir garanti istiyor. Ancak şu an için görünen hükümet aracılığıyla ailelerin ikna edilmesi ve davaların bu şekilde düşeceği yönünde.
Selin Nasi Sami Kohen Ahmet Oğuz Çelikkol
Ortak çıkarların yeniden tanımlanması
Anlaşmaya imzaların atılmasıyla, diplomatik temaslar yeniden büyükelçi düzeyine yükseltilerek canlandırılsa bile iki ülke arasında ilişkilerin gerçek anlamda normalleşmesinin zaman alacağı düşünülüyor. Türkiye ve İsrail arasında ciddi bir güven sorunu olduğu ve bunun aşılması için izlenebilecek çözümler ve karşılıklı beklentiler toplantıda tartışılan konular arasındaydı. Hatta pürüzlerin aşılması adına ilk adımların atılmasını takiben lider bazında karşılıklı jest ziyaretlerinin gerçekleşebileceği, kamuoyu yaratmak açısından olumlu yansımaları göz önüne alınarak değerlendiriliyor.
Her ne kadar bölgesel güvenlik söz konusu olduğunda Türkiye ve İsrail ortak çıkarlar gözetseler de Mısır, İran ve Filistin konusunda farklı yaklaşımlara sahipler. Özellikle, Türkiye’nin dış politikası kadar iç siyasetinde de oldukça önemli bir yer tutan İsrail-Filistin sorununun, barış sürecinin tıkanması sebebiyle nasıl seyredeceği ve bunun Türkiye-İsrail ilişkilerine nasıl etki edeceği henüz bilinmiyor. Ancak geçtiğimiz haftalarda El Fetih’in Hamas ile anlaşarak yeniden ortak hükümet kurma olasılıklarının belirginleşmesi Filistin’de denklemlerin değişebileceğine işaret ediyor. Bu durum ise İsrail tarafını, Türkiye’nin Hamas üzerinde -daha evvel denendiği gibi- yapıcı bir rol oynayıp oynamayacağını konusunda sorgulamaya itiyor. Ancak Türkiye’nin geçmişteki arabuluculuk deneyimlerinin başarıyla sonuçlanmamış olması sebebiyle bu yönde bir irade sergileme ihtimali şimdilik zayıf.
İstikrar mı? Demokrasi mi?
Öte yandan, Arap Baharı sonrasında demokratikleşme beklentilerinin Tunus istisnası dışında boşa çıkması ile bölgede istikrar arayışı demokrasi arayışının önüne geçmiş durumda. Bir taraftan, Suriye’nin bölgeye ihraç ettiği terör ve mülteci sorunu, diğer taraftan İran’ın kaotik durumdan yararlanarak etkinliğini artırıyor olması İsrail’i bir hayli endişelendiriyor. ABD’nin Ortadoğu’nun sorunlarına müdahale etmek konusundaki isteksizliği de küresel ölçekte ABD liderliğinin sorgulanmasına yol açarken, bölge aktörlerini değişen koşullarda yeni ittifak arayışlarına sevk ediyor. İsrail açısından, bölgede Arap olmayan, Müslüman kimliğiyle, laik ve demokratik yönetim işleyişiyle Türkiye en uygun müttefiklerden biri olarak görülüyor. Ancak hatırlanacak olursa, Türkiye 2009’da Davos Zirvesi’ni takiben İsrail’in de katılacağı ‘Anadolu Kartalı’ isimli NATO tatbikatının ertelenmesi yönünde ağırlık koymuştu. Akdeniz’deki NATO tatbikatlarına İsrail’in katılımını engelleyen tavrını 2012’den beri kademeli olarak yumuşatmış olsa da, 90’lı yılların askeri işbirliğinin yeniden kurulabilmesi için iki ülkenin zamana ihtiyacı olduğunu söylemek yerinde olur.
Enerji alanında ekonomik işbirliği
Siyasi iniş çıkışlara rağmen Türkiye-İsrail ilişkilerinin ayakta kalmayı başaran en önemli unsuru ekonomi. İlişkilerin dibe vurduğu 2009-2010 yıllarından bu yana karşılıklı ticaret hacmi genişlemeye devam etmekte. Benzer şekilde iki ülke arasındaki turizm ağı siyasetten en az etkilenen alanlar arasında bulunuyor. Dolayısıyla ilişkilerde güvenin yeniden tesis edilmesini sağlayacak araçların başında ekonomik işbirliğinin kuvvetlendirilmesi geliyor. Özellikle Doğu Akdeniz’deki doğalgaz kaynaklarının (Leviathan ve Tamar) işlenerek Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması yönünde yatırımlar hayata geçirildiği takdirde bunun ikili ilişkilerde kazan-kazan etkisi yaratması bekleniyor.
Doğalgaz ihtiyacının yüzde 30’unu Rusya’dan karşılayan Avrupa’nın enerji kaynaklarını çeşitlendirme sorunu Ukrayna krizi ile tetiklenmiş durumda. Doğu Akdeniz’deki havzalardan çıkartılacak kaya gazının Güney Kıbrıs’ta kurulacak LNG tesislerinde sıvılaştırılarak mı yoksa deniz altına döşenecek boru hattıyla Türkiye üzerinden mi pazarlanacağı konusunda belirleyici unsur maliyet. Bu açıdan Türkiye seçeneği daha cazip olmakla beraber, İsrail –Türkiye ilişkileri rayına oturmadan enerji konusunda işbirliği sağlanması mümkün değil. Öte yandan doğalgaz havzalarının bir kısmının Güney Kıbrıs karasularında bulunması, enerji alanında işbirliğine geçit verebilmesi açısından Annan Planı’ndan bu yana dondurulmuş şekilde bekleyen Kıbrıs sorunuyla tarafların yüzleşmelerini gerektiriyor. Dolayısıyla İsrail-Türkiye ilişkilerinde ilk etap yumuşama sağlandıktan sonra enerji konusunda bölgesel işbirliğini teşvik edebilmek adına Kıbrıs düğümünün çözümü için ABD ve AB gibi aktörlerin destek olmaları bekleniyor. Halihazırda başlatılan süreç, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Türk ve Rum liderlerle görüşmek amacıyla 21 Mayıs’ta Kıbrıs’ı ziyaret edecek olması bu bağlamda değerlendirilmeli.
Tüm bu gelişmelerin ışığında Türkiye-İsrail arasındaki sorunlar aşıldığı takdirde bunun Türkiye’deki İsrail karşıtı ve hatta antisemit kamuoyunun üzerinde olumlu bir değişim yaratacağı varsayılıyor. Ancak önünde seçimler olan ve iktidar değişikliklerine gebe iki ülkenin iç gündeminin belirleyici olduğu bir dönemde dış politika öncelikleri nasıl şekillenecek? İki ülke arasında karşılıklı diyaloğun sürdürülmesi açısından sivil topluma ve bu sürece yapıcı söylemleriyle destek verecek düşünce liderlerine önemli bir görev düşüyor.