Struma faciasına yer veren ‘Aşk Yolcusu’ kitabının yazarı Bahar Feyzan, geçtiğimiz hafta hayatını kaybeden ve facianın tek kurtulanı olan David Stoliar hakkındaki düşünce ve duygularını Şalom ile paylaştı
İki ezeli rakip yönetiyor bizi... Biri açık, diğeri gizli yapıyor sanki yapacağını.
Gerçekler ve mutluluk… Yan yana da duramıyorlar.
Biri varken diğeri köşe bucak kaçıyor... Hatta bize kalsa, izahı olmayanın mizahı olur anlayışını koca bir ömre sığdırırdık. Gerçek altın olsa, bozdurunca adı ironi olurdu, kesin… Ama dert, mizahla halledilemeyecek kadar büyükse o zaman uyutmak gerek…
Burası Türkiye… Dengede olmak bize uzak. Haliyle ortası olmayınca, duyguların da hakkı yılların arasına sıkışıyor.
David Stoliar’ın dramı gibi…
İsmini ilk kez tarihin satırlarında Struma hakkında araştırma yaparken okumuştum. 800’e yakın yolcunun, Soykırım’dan kaçmak için Köstence Limanı’nda sığındığı ‘tahta parçasının’ içindekilerden biriydi. Kurtulan biricik olacağını nereden bilsin…
Romanya’nın zorlu şartlarından kaçmak için Struma gemisinde almıştı soluğu. İnsanın bugünün şartlarında bile hayal edemeyeceği kadar kötü bir gemide geçen berbat bir yolculuğun ardından, sürüklendikleri Marmara Denizi’nden bakmıştı kıyıya. Sonrası malum.
Günler haftaları kovalarken, gemiye bir türlü izin çıkmayıp, sonunda açığa bırakılmış, kaderine terk edilir gibi dalgaların ortasına sürüklenmişti gemi… Karadeniz’e yaklaştığında ise bir torpille paramparça edilip denizin dibine gömülmüştü.
Hep merak ettim. Struma’dan kurtulan olmasaydı, savaşta unutulan ya da unutturulan birçoğu gibi olur muydu geminin kaderi? Yoksa hayat, geminin adını tarihe mi yazdırmak istedi? “Bak arkadaş, burada yüzlerce masum çocuk, kadın ve adam öldü. Hem de denizin dibinde, mezarları olmadan, aniden…” demenin şifresi miydi kalan bir?
‘Aşk Yolcusu’nu yazarken David Stoliar’in ismini geçirip geçirmemeyi çok düşünmüştüm. Sonra ona haksızlık edeceğime, aslında sadece onun kurtuluşunun bile ayrı bir konu olması gerektiğine inandım. İngiltere’deki arkadaşımdan kendisinin kurtuluş hikâyesini birebir anlattığı ve bizde Türkçe’ye henüz çevrilmeyen ‘Death on the Black Sea’ kitabını istedim. Faciadan tam 59 yıl sonra İstanbul’a gelip kendisini kurtaran balıkçıyla görüşmüş… Resimlerini bile koymuştu kitaba. Yarım asır sonra İstanbul’a ayak basabildiğini söylüyordu.
David Stoliar canını kurtardığı gemiden değil, yıllar sonra bu kez kıyıdan, aynı yolculuğu paylaştığı denizde yatan arkadaşlarına bakıyordu… İki buçuk ay kurtulmayı beklediği denizin ortası, geride kalanlara mezar olmuşken sadece kendisi hayatta kalmıştı. Bu onu mutlu eden tek gerçekti.
Bir gemide sekiz yüze yakın kişinin arasından kurtulan tek kişiyseniz, bunun bir anlamı olmalı… Muhtemelen kendisi de senelerce sorguladı, neden onca insanın arasından diye… Belki en fazla umudu olandı, belki de yaşama en fazla tutunan... Bunun cevabını hiç bilemeyeceğiz.
Ama gemiyle ilgili bile tüm sorular cevaplanmamışken, hayatın başka bir gerçeği David Stoliar’i yatağında buldu. Kısa süre önce hayata veda etti.
Ölümünden bir hafta önce ise yatağının ucundaki mikrofona gülümseyerek sesleniyordu. Mutlu görünüyordu... Gözünün içinde sönmeye başlayan hayat ışığı, dolu bir yaşamı, yüzüne derin çizgilerle kazımış gibiydi. Ses tonunda öfkeden, üzüntüden eser yoktu.
Ölmeden bir hafta önce yatağında güçlükle nefes alırken anlattıkları ruhuma kazındı. Televizyonun muhabiri, “91 yaşındasınız” dediğinde gülümseyerek, “101 hissediyorum” dedi… Yıllar önce başına gelen Struma faciası hatırlatıldığında; özrün bu dönemde, mekânız ve zamansız kaldığına dikkat çekti. Kendisine yöneltilen “affettiniz mi?” sorusuna, “Bu dünyada öldürmeyi seven tek hayvan, insan. Diğerleri aç ya da başka çareleri yok ama insan gibi kışkırtmakla ilgilenmiyorlar,” diyebildi.
Yaşadıklarına sorumlu aramıyordu David Stoliar, insan doğasını anlamış olmanın huzuruyla sürdürüyordu sözlerini. Hasta yatağında nefes almakta zorlansa da gülümsüyordu. Muhabir de şaşkındı, son soruyu sordu: “gençlere söylemek istediğiniz ne var?” Cevabı, basit ve kısa oldu. “sadece hayattan zevk alın”…
Röportaj bittiğinde, üzgün ve umut dolu hissettim. Acısını paylaşabilecek, sorumlulardan bir özür bile duyamadan hatta o özrü beklememeyi bilerek öldü. Ama hayatını mutlulukla paylaştığı insanlar olduğu gözlerinden belliydi David Stoliar’ın...
Yakın tarihimize damgasını vuran, “huzurla uyu” demeyi boynumuzun borcu saydığım, önemli bir isim David Stoliar. En azından yetkili bir ağızdan, ‘huzur içinde yatmaları’ dileğinin iletilmesini hakkediyor ve hakkediyorlar. Geride kalanlara iletilecek taziyelerle…