“Mevcut olmamaya, varolmamaya çok şey borçluyum; bir yandan hiç kimse değilim ama diğer yandan da, örneğin, Polonya’lı da değilim”
Ne biliyoruz Polonya hakkında? II. Dünya Savaşı’nın, Almanların 1939’da bu küçük orta Avrupa ülkesini işgal etmeleriyle başladığını, savaşta en büyük zayiatı veren ülkelerden biri olduğunu, ülke nüfusunun 1/5’ine yakın, yüzde 90’ı sivil, yarısı Yahudi 6.000.000 insanın öldüğünü, Yahudilerin yüksek duvarlar, dikenli teller ve silahlı muhafızlarla çevrili gettolara kapatıldığını ve sistematik olarak ‘imha edilmeleri’ kararının Polonya ‘da kurulan Auschwitz-Birkenau, Belzec, Sobibor, Treblinka ve Majdanek Toplama/İmha kamplarında uygulamaya konduğunu… Savaşın sonunda, Alman işgali altındaki Polonya’ya ‘kurtuluş’un Rus tankları ile geldiğini ve ülkenin bu kez Sovyet dünyasının bir parçası olmaya zorlandığını ve yerle bir olan, yüzde 80’i harabeye dönen Varşova’nın yıkıntılarından toplanan taş ve tuğlalarla, küllerinden doğan Zümrüdüanka kuşu gibi yeniden doğduğunu biliriz de, sanırım ki, Sovyetlerin çöküşünden sonra kapitalist düzene geçen, Avrupa Birliği üyesi “günümüz Polonya’sında yaşam nasıldır?” sorusunun cevabını bilenimiz pek yoktur.
Polonya ile Türkiye’nin diplomatik ilişkilerinin 600. yıldönümü vesilesiyle 19. İstanbul Tiyatro Festivali’nin açılışını yapan Dorota Maslowska’nın sarsıcı oyunu, “Ne Yaptıysak Nafile...”, işte bu soruya, popüler kültür ve ulusal stereotiplerden, reklamların, dergi ve günlük gazetelerin yalan dolu dilinden yola çıkarak absürdist bir traji-komik cevap getiriyor.
Dorota Maslowska, 1983 doğumlu genç bir yazar. Yayınlanır yayınlanmaz edebi bir olay olan ilk romanı “Beyaz-Kırmızı Bayrak Altında Leh-Rus Savaşı” (2002), öncü dili ve popüler kültürle yoğrulmuş grotesk biçimi kadar, yeniyetme bir genç kız tarafından, lise bitirme sınavlarına hazırlanırken yazılmış oluşuyla da okuyucuları şaşırtmıştı. Bu ilk çıkıştan dört yıl sonra, hip-hop metinlerini andırır kafiyeli bir nesir olarak kaleme aldığı “Kraliçenin Tavusu”
kaba, sık sık bayağı dil kullanımı, yine popüler kültürün öne çıkışı, kaotik biçem, gündelik dilin parodileştirilmesi gibi öğelerin artık Maslowska’nın üslubunun ayrılmaz birer cüzü olduğunu belirliyordu.
Maslowska, 2006’da doğrudan tiyatro için yazmaya karar vermiş, Polonya tiyatrosunun dünyaca ünlü topluluğu TR Warszawa tarafından sipariş edilen ilk oyunu “Lehçe Konuşan İki Gariban Rumen”i, “Kraliçenin Tavusu”nun hemen ardından kaleme almış. İlk oyunun başarısı üzerine iki yıl sonra, yine TR Warszawa’nın siparişi üzerine, topluluğun bize 9 ve 10 Mayıs’ta sunduğu “Miedzynami nami dobrze jest / Ne Yaptıysak Nafile...” ya da Lehçeden tam çevirisiyle “İyiyiz Biz Bize”yi yazmıştır.
“Ne Yaptıysak Nafile...”
Oyun aynı ailenin, bir türlü müşterek bir dil oluşturmayı başaramamış üç ayrı kuşağından üç kadını Varşova’nın köhne bir kiralık apartmanında karşı karşıya getirir. Durmaksızın gençliğini ve savaşı hatırlayan ‘Tekerlekli Sandalyedeki Gamlı Yaşlı Kadın’ (anneanne), “yük taşıma paletlerinin mağazalarda klasik fiziksel metotla taşınması uzmanı” Halina (anne) ve Heavy Metal alt kültürüyle özdeşleşmiş, anneannesine devamlı sataşan, “internetten indiren” ve Varşova’nın yıkıntılarını simgeleyen “pikselleri kurcalayan” Küçük Metal Kız (torun).
Üçlünün konuşmalarında, leitmotiv gibi tekrarlanan “benim olmayan benim odama çekiliyorum” tümcesinden itibaren, “ tatile nerede gidilmeyeceği”, “bu bahar hangi elbiselerin alınmayacağı” benzeri tartışmalardan, imkânsız bir dünyada yaşa(ma)makta oldukları alttan alta hissedilmeye başlar.
Bu üç ana karaktere önce, “domuz gibi şişman olduğu için insanların görüş alanına girmeyen” komşuları Bozena, sonra da “Atlı Giden At” adlı filminin senaryosunu yazamadığını anlatan erkek, bu senaryoda oyna(ma)mış aktör, onlarla röportaj yapmaya gelen kadın gazeteci ve adamın çek(me)diği filmi az önce izle(me)yip sarsılmış genç kadın katılır.
Dorota Maslowska’nın Polonya toplumunu bir araya getirdiği, bu madde karşıtı anti-madde benzeri microcosmosda, genç kızın, annenin, anneannenin ve belki de diğer karakterlerin aslında varolmadıkları gitgide açığa çıkar. Gamlı Yaşlı Kadın, savaş sırasında Varşova yıkıntılarının altında kalıp ölmüş olduğu için Halina’yı doğurması ve onun da bir çocuk sahibi olması imkânsızdır ve aile fertleri, var olmayan bir dünyada, var olmadan yaşa(ma)maktadırlar. “Var olma” ve “var olmama” karşıtlığı, oyunun grotesk, absürd ve komik anlatımının, finalde yıkım, ölüm ve trajediye dönüşmesinde de karşımıza çıkacaktır.
“Ne Yaptıysak Nafile...”, bir TR Warszawa ile Schaubühne Am Lehniner Platz ortak yapımı. TR Warszawa’nın geçmişi 1945’e kadar uzanıyor ama özellikle 1990’ların başından beri, Grzegorz Jarzyna ve Krzysztof Warlikowski gibi genç isimlerin yönetiminde yenilenerek, ulusal ve uluslararası festivallerde ödüller kazanarak Avrupa çapında ün yapmış.
“Ne Yaptıysak Nafile...”yi, TR Warszawa’nın 1998’den beri sanat yönetmeni olan ve 2006’dan bu yana sanat yönetmenliğinin yanında genel direktörlüğünü de yapan Grzegorz Jarzyna sahneye koyuyor.
Polonya’nın en önemli sahne yönetmenlerinden biri Grzegorz Jarzyna
Oyun sonrasında Tiyatro Festivali’nin yeni direktörü Dr. Leman Yılmaz’ın bir “onur ödülü” sunduğu Grzegorz Jarzyna, Jagiellonian Universitesi’nde felsefe okumuş, John Paul II Papalık Üniversitesi’nde eğitimine devam etmiş, 1993-1997 arasında Kraków’da, Ludwik Solski Devlet Drama Okulu’nun tiyatro bölümünde okumuş, 1998’de sanat yönetmenliğine getirildiği Teatr Rozmaitosci’yi, Avrupa’nın en yenilikçi ve progresif tiyatrosu TR Warszawa’ya dönüştürmüş.
1997’deki ilk çıkışından beri Polonya’nın en önemli sahne yönetmenleri arasında yer alan, Grzegorz Jarzyna, klasik dramaları, ünlü Avrupa romanlarının uyarlamalarını, dünyaca ünlü çağcıl dramaları ve bazı operaları, cesur ve yenilikçi bir biçimde yeniden yorumlamış, gösterilerinin TV uyarlamalarını yönetmiş, opera librettoları yazmış, çok sayıda uyarlama kaleme almış. Farklı sanat form ve türlerini birleştirmekteki ustalığıyla da ün yapmış. 2006’da Moliere’in “Don Juan” ve Mozart’ın “Don Giovanni” operasından esinlenen “Giovanni”de opera ile tiyatroyu, 2008’de New York Brooklyn Köprüsü’nün altında inşa edilen özel bir sahnede seyirci karşısına çıkan, 2012’de Edinbourgh Festivali’nde de sahnelenen “Macbeth”inde tiyatro ve sinemayı başarı ile harmanlamış. Sinema tekniklerini sahneye de aktararak, Thomas Vinterberg’in “Festen”, Pier Paolo Pasolini’nin “Teorema” (“T.E.O.R.E.M.A.T.” adıyla), John Cassavetes’in “Opening Night” (“ The Second Woman” adıyla ) filmlerini sahneye uyarlamış.
Jarzyna’nın “Ne Yaptıysak Nafile...”deki alaycı bakışı, ünlülerle, medyatik kişiliklerle dalga geçerek, Polonya’daki güncel yaşam tarzının her yönüne saldırarak, Polonya’nın var olmadığı bir dünyada Polonyalı olmanın anlamını araştırıyor. Çok başarılı oyuncu kadrosunun da desteğiyle, gerçek-gerçekdışı olgularla olabildiğince oynayarak, var olanın tümden inkârına, olumsuzlanmasına ulaşıyor. II. Dünya Savaşı’nda Nazi’ler tarafında neredeyse yok edilen, yıllarca ‘kurtarıcı’ Sovyetlerin uydusu olarak baskıcı bir rejimde var olmaya çalışan, Sovyetler sonrası oluşan tüketici odaklı kapitalist rejimde geniş kitlelerin geçici beğenilerinin esiri olan Polonyalıların kendi varoluşlarına odaklanmış bir egoistler yığınına dönüşmesini, Jarzyna, benzersiz bir yaratıcılıkla, üç ayrı mekânda geçen üç perdelik oyunu, hiç ara vermeksizin tek bir soyut mekânda sahneleyerek sarkmadan, çarpıcılığını yitirmeden izleyiciye aktarıyor.
Minimalist dekoru sadece üç beyaz duvardan ve birkaç mobilyadan oluşuyor. Mekânın da karakterler gibi var olmayışını simgeleyen bu üç duvar, oyun boyunca film ekranı işlevi görüyor ve oyunun olağanüstü finalinde, ‘imkânsız’ torun, anneannesinin ölümünü grotesk ve ürkütücü bir biçimde anlatırken üçlü ekrana Varşova’nın savaş sırasında Nazi bombardımanı altında yerle bir edil(mey)işi yansıtılıyor.
Maslowska’nın son derece sağlam metni, oyunu orijinal dilinde üst yazı ile izleyen festival seyircisi için bir dereceye kadar handikap oluşturmuyor değil. İzleyici, önemli ve uzun diyalogları okumaya çalışırken sahnedeki oyunu, salt sahneye odaklanınca da metni kaçırma ikilemi ile devamlı karşı karşıya kalıyor. Tercihimi metinden yana kullanarak, Jarzyna’nın müthiş sahnelemesine bazen ihanet ettiğimi itiraf etmeliyim.
(Bunun acısını yazar yönetmenin ışık ve sesi ön plana çıkardığı, “Bu gösteride şiirsel, rüyaya dair ve hatta uyku haline yönelik bir atmosfer yaratmak adına, aksiyonu bilerek ve isteyerek sık sık yavaşlattım” dediği “Nosferatu”da çıkarmayı umut ediyordum. Maalesef oyunu izleyeceğim gün, ülkemiz tarihinin en büyük maden faciasıyla sarsıldı. Ölenlere rahmet, yaralılara acil şifa, acılı ailelere sabır dilerim).
Oyun sonrası, yaşından da çok daha genç duran çok hoş kadın yazar Dorota Maslowska ile uzun ve keyifli bir söyleşi gerçekleşti. İzleyicinin oyun boyunca reaksiyonundan ve oyunun sonundaki müthiş tezahürattan çok etkilendiğini, Polonyalı kimliği ile ilgili bir oyunun, Türk seyircisi tarafından rahatça anlaşılmasının ve beğenilmesinin onu çok mutlu ettiğini söyledi. Kendisine sorulan bütün soruları gülümseyerek uzun uzun cevapladı. Söyledikleri arasında beni en çok etkileyen, kuşağının gençlerinin, onca yıl önce bitmiş olmasına karşın varlığını hâlâ pusuya yatmışçasına bilinçaltlarında sürdüren savaşı nasıl reddetmeye çalıştığını anlatması oldu.