ESKİŞEHİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ŞEHİR TİYATROLARI: “Montserrat

Erdoğan MİTRANİ Sanat
21 Mayıs 2014 Çarşamba

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, perdelerini ilk kez 2001’de açmış, 13 yılda 70’in üzerinde oyun sahneleyip yurtiçi ve yurtdışında birçok turne gerçekleştirerek ulusal ve uluslararası festivallerde yer almış. Sahnelediği projelerle çok sayıda ödüle layık görülen topluluk halen Eskişehir’de altı farklı sahnede seyirciyle buluşuyor.

2013-2014 sezonunda repertuarını ‘insan hakları’ ve ‘özgürlük’ kavramları üzerinden belirlemiş olan topluluk, 19. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında, Cezayir doğumlu Fransız tiyatro yazarı Emmanuel Roblès’in 1948’de kaleme aldığı “Montserrat” oyununu “Özgürlüğün Bedeli” adıyla sahneliyor.

Saint Michel’deki edebiyat hocamız Haydar Ediskun’un teşvikiyle, ilk kez 1955-1956 sezonunda, Küçük Sahne’de  “Bir Ümit İçin” adıyla izlemiş olduğum “Montserrat”nın kişisel tiyatro anılarımda önemli bir yeri var. 14- yaşında bir çocuk olmama rağmen, oyunun özgürlükçü mesajından çok etkilendiğimi ve izlediğimiz oyunları bizimle tartışarak tiyatro tutkumuzun oluşmasında büyük etkisi olan hocamızla bu konuyu uzun uzun konuştuğumu hatırlıyorum. 

Evrensel mesajlar veren oyun Montserrat

“Montserrat”, gerçek adaletin sağlanması, bunun için ödenmesi gereken bedel ve özellikle insanlık onurunun korunması gibi evrensel mesajlarıyla, insanlığın özgürlüğüne kavuşabilmek için neleri feda edebileceğini sorgulamasıyla hiç eskimemiş, güncelliğini hep koruyabilmiş bir oyun. 

Kurmaca da olsa öykü, İspanyol sömürgeciliğine karşı Latin Amerika halklarının bağımsızlık mücadelesine önderlik ederek modern Güney Amerika tarihini değiştiren gerçek bir kişi olan Simón Bolívar (1783-1830) ile bağlantılı. Oyunda Bolívar, yakalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır ve yakalanması Venezuela’daki devrimci mücadelenin ağır bir yenilgiye uğramasına sebep olacaktır. İşgal kuvvetlerinde görevli İspanyol subayı Montserrat, bağımsızlığı için savaşan Venezuelalıların, geçmişte Napolyon işgaline isyan eden İspanyol halkından farkı olmadığına inandığından Bolívar’ın kaçmasına ve saklanmasına yardım etmiştir. Diğer askerler ve komutan İzquierdo tarafından hain ilân edilen Montserrat’ya iki seçenek sunulur: Ya Bolívar’ın nerede saklandığını söyleyecek, ya da sokaktan rastgele alınan altı masum insanın teker teker öldürülmesinden sorumlu olacaktır.

Konuşsa da konuşmasa da o odadan sağ çıkmayacağını bilen Montserrat, kahraman bir şehit olmak için değil, yaşanması gereken daha özgür ve daha güzel bir dünyaya inandığı için,  bu ikilemin getirdiği ölümcül vicdan yüküne direnecek gücü, insanın geleceğinin tek şansı olan ve her ne pahasına olursa olsun korunması gereken sihirli kavramda, ‘umut’ta bulacaktır. Bu bağlamda, oyunun bugüne kadar bütün prodüksyonlarda “Bir Ümit İçin” adıyla sahnelenmesi bana daha doğru geliyordu.

Ancak Roblès’in, 1812’de yaşanmış bir olayı, tarihi gerçeklere bağlamaktan çok, konunun evrensel boyutunu ortaya çıkarmaya özen göstermiş olması, Eskişehir’deki bu yeni yorumda Barış Erdenek’in, din, dil, ırk, sınıf ayrımı gözetilmeksizin, insanlığın özgürlüğü elde edebilmek için ödediği yüksek bedellere odaklanarak engizisyon mahkemelerinin işkence sehpalarında yok edilenlerden, modern işkence odalarında baskı altında can verenlere, Nazi’lerin sokaktan toplayıp adam ettiği suçsuz rehinelere, işkencenin bir insanlık suçu olduğunun altını çizmesi, bu kez kullanılan “Özgürlüğün Bedeli” tanımlamasını da hak ediyor.

Oyunla ilgili bir söyleşide Erdenek, Bolívar’ın kaçabilmesi için her türlü işkenceyi göze almış olan Montserrat’ya İzquierdo’nun çektirdiği korkunç duygusal işkencenin, ancak insanlıktan çıkmış, aşağılığın da aşağılığı bir güruh tarafından yapılabileceğini ve subayla emrindeki yardımcıların olsa olsa bir ‘İspanyol Kontrgerillası’ olduğu fikrinden yola çıktığını belirtmiş. Bu bakış açısı, “Özgürlüğün Bedeli”ni, gerillaları, üs tuttukları binanın mahzeninde,  dönemin askeri kıyafetlerinden esintiler taşıyan, ancak işledikleri cinayetleri, yaptıkları işkenceleri daha rahat uygulayabildikleri pasaklı giysilerle, rutubetli, tekinsiz ve yarı karanlık bir sorgulama mekânına taşımış. ‘Tanrısal’ bir koltukta oturan inançsız din adamının göreceli olarak düzgün ve temiz giysileri, ruhunun kirliliğini daha da belirginleştirmiş. Orijinal metindeki ve oyunun bugüne kadarki bütün sahnelemelerindeki, tutsakların sahne dışındaki öldürülmeleri sahne üzerine taşınmış. Bu yorum, günün moda yaklaşımı in-yer-face’den çok, bir yandan Montserrat’nın dayanacak gücünün azalmasını, diğer yandan da bu gücü bulduğu ‘umut’un öne çıkmasını sağlamış.

Sonuç olarak“Özgürlüğün Bedeli” müzik ve ışık kullanımından sahne trafiğine, hareket düzeninden, başını Sermet Yeşil (Montserrat) ve K.Sinan Demirer’in (İzquierdo) çektiği kadronun toplu oyunculuğuna son derece başarılı bir çalışma. Tiyatrolarımızın son yıllardaki ‘kronik hastalığı’ diksiyon sorunu olmasa neredeyse mükemmel olabilirdi. 2008’deki festivalde ‘konuşulanlar anlaşılamadığı için’ Camus’nün “Caligula”sının perde arasında, salonun yarı yarıya boşalmasına sebep olan bu sorun, altı yıl önceki kadar akut olmasa da ciddiyetini hâlâ korumakta. Montserrat”nın, çoğu o “Caligula” nın kadrosunda da olan oyuncuları çok fazla hızlı konuşuyorlar. O kadar ki, hiç ara verilmeden oynanan ve festivalin web sitesinde süresi 90 dakika olarak belirtilen oyun benim izlediğim gece 80 dakikada bitti. Bu aşırı konuşma sürati, oyunun fırtına gibi gelişen temposuna katkıda bulunmuyor ama kimi sözcüklerin yutulmasına, kimi önemli repliklerin de kaybolmasına sebep oluyor.

Yine de görülmesi şart. Eğer önümüzdeki sezon tekrar sahnelenirse ve yolunuz Eskişehir’e düşecekse, seyahatinizi oyunun sahnelendiği tarihlere ayarlayın derim.

Hepinize iyi seyirler.