Bir önceki yazımızda, daha önceki bir yaşamda başlamış olduğumuz ancak tamamlayamadığımız işi bitirmek üzere tekrar geri geldiğimizi ancak her şeye sıfırdan başlamadığımızı ve neyi düzeltmek üzere burada bulunduğumuzu belirtmiştik. Ölümden sonra ne olur? İşte başlıyoruz
Büyük Kabalist Arizal şunu öğretir. Kişi öldükten, ebedi istirahatgâhına konduktan ve ona eşlik edenler kabristandan ayrıldıktan sonra yeni ziyaretçiler gelir. Bu ziyaretçiler insan olmadığı gibi, amaçları ölene saygılarını sunmak da değildir (Şaar HaGilgulim 23. Bölüm). Melektirler ve bir soru sormak üzere gelmişlerdir. Hangi soruyu? Sıkı durun: “Adın nedir?”
Şimdi, sevgili okurlar, bundan daha basit ne olabilir? Melekler neden o kadar zahmete girip gelmiştir?
Adın nedir?...
Midraş Tanhuma her kişinin üç adı olduğunu belirtir. Birincisi, anne babasının ona taktığı isim, ikincisi arkadaşlarının ona seslendiği isim, üçüncüsü ise hepsinden daha önemlisi olan ve kendi kazandığı isimdir.
Doğum sırasında bize aslında iki isim takıldığını düşünecek olursak, insanın kafası bayağı karışacaktır. Tahmin edin bakalım, meleklerin sorduğu isim, aslında hangisidir?
Ebeveynlerimiz bize isim takarken bizden çok, kendi anne babalarını düşünürler. Sonra da taktıkları ismi fazla ağır bulup değiştirmeye, hafifletmeye çalışırlar. Bu işi üstlenen bazen bir lakap takan arkadaşlarımızdır. Örneğin ben babaannemden ötürü Estreya’yım ama yakınlarım bana hiçbir zaman Estreya diye seslenmedi. Hep Stella oldum. Babaannem için Estela. Anneannem için Stellika. Herkesin İbranice bir ismi olması gerektiğini düşünecek olursanız Kohava. Babam okulda çok zorluk çekeceğimi akıl edince de Seval adını ekledi. Ne alaka? Stella ile aynı harfle başlıyor da ondan. Ben kimim peki?
Biraz Gematriya yapmaya ne dersiniz? İbranice kitap anlamına gelen sefer sözcüğü ile isim anlamına gelen şem sözcüğü aynı nümerik değere sahiptir. Bakalım mı? Sefer (Sameh 60 + pe 80 + reş 200) = 340. Şem (Şin 300 + Mem 40) = 340. Bir ismi meydana getiren harfler, kişinin hayat kitabını oluşturan hammaddelerdir.
Devam edelim. Yine ibranice Şem adam (insanın adı) ile Şehina’nın (Kutsal Mevcudiyet) Gematriya’sı da aynı, yani 385’tir. Kontrol etmek isterseniz, Şem adam (Şin 300 + Mem 40 + Alef 1 + Dalet 4 + Mem 40) = 385. Şehina (Şin 300 + Kaf 20 + Yod 10 + Nun 50 + He 5) = 385. Her kişinin bu hayatta özel bir misyonu vardır (ve bunu, ismindeki harflerin değeri belirler). Ancak aynı zamanda bütün insanların ortak bir hedefi vardır: İlahi Mevcudiyet’e doğru yükselmek.
Arizal, Sefer HaGilgulim eserinde, kişinin adının, Aşem tarafından anne babasının ağzına özellikle konduğunu belirtir. Başka bir deyişle, isim, tesadüfen ortaya çıkmaz.
Vilna Gaon’a göre, kişinin adı, onun önceden belirlenmiş olan misyonunun türünü etkiler. İnsan, isminin Aşem tarafından verildiğini ve bu ismin, onun özelliklerini ve misyonunu ortaya koyduğunu idrak edince, kendi kimliğini sürekli bilecek ve bu konuda tereddüt duymayacaktır.
Yalnız dikkat! İnsanın isminin önceden belirlenmiş olması, onun özgür iradeye sahip olduğu gerçeğini değiştirmez.
Peki, ikinci ismimiz nedir? Bu ismi bize kim verir? Neden gereklidir?
İkinci ismimiz, üzerinde çalışmamız ve iyileştirmemiz gereken ruhani zayıflığı gösterir. Misyonumuzun ne olduğunu anlayabilmek için ona ihtiyacımız vardır. Kişi, kendini geliştirmeye ve olabileceği en iyi insan olmaya odaklanmışsa, hayat yolu boyunca iyileştirmesi gereken zayıflıklarla karşılaşacak ve bu zayıf yönleri üzerinde çalışmaya mecbur olacaktır.
Kişi, ruhani zayıflıklarını görmezden gelmemeli, aksine onları aşmaya, ortadan kaldırmaya çabalamalıdır. Zayıf yönlerini düzeltmek için güçlü yönlerini kullanmanın yollarını bulmak, hayatını daha anlamlı kılacaktır. Etrafındakiler kişisel vasatlıklarını kabullenirken, o, gelişecek, büyüyecek ve Yaratıcısı’nın Görüntüsünde yaşama potansiyelini gerçekleştirecektir.
Şimdi meleklerin ziyaretine geri dönelim... Melekler yeni defnedilmiş kişiye “Adın nedir?” diye sorduğunda, kişi bu soruyu anlayacak ve nasıl cevap vereceği konusunda tereddüde düşmeyecektir. Hayatını, ruhani zayıflıklarını onarmakla geçirmiştir ne de olsa! Meleklerin sorduğu ismi, anne babasının kendisine taktığı isim kadar iyi bilecektir.
Peki... Ya kişi meleklere doğru yanıtı veremezse ne olur? Aşem, o kişinin ruhunu bir düzeltme sürecine sokar ki, yaşarken düzeltmeyi başaramadığını, ölümden sonra düzeltsin. Bir tür ikmale kalmak gibi yani. Reenkarnasyon işte budur. Ve melekler, kendini bir sonraki düzeltme aşaması olan reenkarnasyon hazırlığındaki ruha, ismini öğretirler.
Demek oluyor ki, her ne kadar biz hatırlamıyorsak da, ruhumuz buraya hangi zayıf yönünü düzeltme misyonu ile yeryüzüne geri döndüğünü biliyor. Bunu belirleyen de, meleklerin sorusu.
Özetle:
1. Yeryüzünde bulunma nedenimiz, ruhani açıdan kendimizi düzeltmek.
2. Bu işi, ruhani zayıflığımızı keşfetmekle yapıyoruz ve Tora öğrenimi bize bu konuda yardım ediyor.
3. Hayattaki hedefimiz tinsel açıdan daha kuvvetli olmak ve zayıflıklarımızı yenmektir.
16. yüzyılda yaşamış olan Kabala üstadı Arizal’a göre hiç kimse bizimle aynı misyona sahip olmayacak. Hepimiz kendimize özgü görevle bu dünyaya geleceğiz. Dünyaya yayacağımız ışık tıpkı parmak izimiz, ses tonumuz gibi sadece bize ait olacak.
Misyonumuzun ne olduğunu bilemeyiz. Belki evlilik danışmanı olmaktır, belki eski kültürleri araştırmak, manzara tabloları yapmak, keman çalmak ya da iyi anne baba olmaktır. Bir huzurevi kurmak gibi somut, ya da sabır göstermek gibi soyut olabilir. Kişinin art arda (ya da aynı anda) iki ya da en fazla üç misyonu bulunabilir. Üstlendiğimiz görevi yapan başka pek çok kişi olabilir ama her birimiz eşsiziz. Hiçbirimizin yerini bir başkası alamaz.
Sizlerle bir deneyimimi paylaşmak istiyorum. Şabat mumlarını yaktıktan sonra loş ve sakin bir köşeye çekilir ve yaşamın ‘neresinde’ olduğumu düşünürüm. Nasıl bir hafta geçirdim? Yaptıklarım beni tatmin etti mi? Hayatta hiçbir zaman sahip olamadıklarımla ilgilenmedim. Belki sadece huzur arayışı içinde olduğumdan. Ve bu huzur arayışının beni tembelliğe ittiğinin farkındayım. Kaçınmam gereken başlıca kusurun tembellik, miskinlik olduğunu biliyorum. Bugünün işini yarına bırakma deriz. Eksikliğimin bilincinde olduğum için ben, yarının işini bugünden yapmaya çalışırım. Mümkün olduğu sürece her işimi önceden yapıp bitiririm. Yine de tembelliğin, beni baştan çıkarmayı bekleyen ‘satan’ gibi bir köşede beklediğini hep bilirim.
Sonra, önceki hafta beni farkında olduğum ya da olmadığım belalardan esirgediği için Aşem’e şükrederim. Ve sıra ertesi haftaya gelir. Beni neyin mutlu edeceğini bulmaya çalışırım. Gelişme çağında olsaydım, okulu bitirmek, iş bulmak, eş bulmak, çocuk sahibi olmak ve yetiştirmek gibi farklı bir sürü arayışın peşinde olacak ve bunlardan hangisinin misyonum olduğunu bilemeyecektim. Ama şimdi, az önce de dediği gibi, bir tek huzur arayışındayım. Bu arada da misyonumun yazmak, Aşem’in sözlerinin çevirmenliğini yapmak, naçizane deneyimlerimi paylaşmak olduğunu anlamış bulunmaktayım. Bunun için de sağlığa ihtiyacım var. Şabat başlangıcı tefekkürüm sırasında, Aşem’den sevdiklerim ve kendim için sağlık dilerim. Duamda, ‘ihtiyacım olan her şeyi bana verdiği için’ Ona şükrederim. Bana ihtiyacım olan her şeyi verir. Ya da tersi... Bana verdiğine göre, o şeye ihtiyacım varmış demek ki, derim kendi kendime. Bana bir anlığına acı gelse bile.
Hepimizin hayatta bir görevi var
Bu tefekkürü mutlaka Roş Aşana Yom Kipur arasında da yapmak gerekir. Hayatınızda bir eksiklik hissettiğiniz zaman, misyonunuzu belirleme yolunda amaç arayışınızı ihmal etmezseniz, Aşem’den yardım isterseniz, size kuşkusuz cevap verecektir çünkü hepimizin hayatta sadece bize ait olan bir görevi var. Ve kalbinizin derinliklerinde yatan gizli isteklere kulak vermeliyiz. Bize imkânsız gibi gelen, belki de Aşem’in kulağımıza fısıldadığı, aklımıza koyduğu bir görevdir.
Bizim bir görevimiz varsa, şunu bilmeliyiz ki karşımızdakinin de bir görevi var. Bu konuda birbirimizden farklı değiliz. İşte birbirimize saygı göstermemiz için bir neden daha. Her zaman ‘Bu da onun misyonu!’ diyebilmeliyiz.
Ve zamanı gelince hepimizin hesap vereceğini bilmeliyiz. Kimin karşısında hesap vereceğimizi...
Yazımı bir anekdot ile bitirmek istiyorum izninizle:
Dindarlığı ile pek dikkat çekmeyen çok varlıklı bir adam, son yargı için ilahi mahkeme kuyruğunda bekliyormuş. Bu arada da hesap verenleri dikkatle dinliyormuş. Çoğu kişi tinsel başarı ve başarısızlıklarını anlatıyormuş. Terazinin ibresi, ruhani açıdan pek başaramayanların aleyhine yönelirken, sıra verdikleri tsedaka’ya geldiğinde, ibre birdenbire lehlerine dönebiliyormuş. Zengin adamın yüzünde keyifli bir tebessüm belirmiş. Yargı sırası nihayet ona geldiğinde, kendinden emin bir tavırla şöyle demiş: “Yaşadığım süre boyunca çok günah işlemiş olabilirim ama bu günahların izini silebilme gücüne sahip olduğumu düşünüyorum. Ben çok varlıklı bir kişiyim ve dilediğiniz hayır kurumuna çok dolgun bir çek yazabilirim.”
Mahkemenin yanıtı şöyle olmuş: “Üzgünüz ama biz çek değil, sadece makbuz kabul ediyoruz.”
Misyonunuzu kısa sürede keşfetmeniz dileği ile, esen kalın sevgili okurlar.
Reenkarnasyon kurkulacak kavram değil
https://www.salom.com.tr/haber/90889