Birçok değişik milli, dini ve sosyal gruplardan oluşan Osmanlı toplumunda giyim, zümre, din ve millet bakımından büyük bir önem taşıyordu. Fermanlarda Müslüman olmayanların yeşil ve beyaz renk giymeleri kesinlikle yasak ediliyor, Müslümanların giydiğinden daha kaba kumaşlar giymeleri isteniyordu. Osmanlı Yahudileri de Müslümanlardan ayırt edilecek şekilde ve hahamların kuralları doğrultusunda giyinirlerdi
Birçok değişik mili, dini ve sosyal gruplardan oluşan Osmanlı toplumunda giyim, zümre, din ve millet bakımından büyük bir önem taşıyordu. Giysi giyenin toplumdaki yerini gösterip, sosyal düzenin korunmasını sağlamaktaydı. Fermanlarda Müslümanlar ile gayrimüslimlerin giyinişleri arasındaki ayırımları gözetmek ve dinle adetlere uygun giyim tarzını korumak hedef alınmıştı. Fermanlarda Müslüman olmayanların yeşil ve beyaz renk giymeleri kesinlikle yasak ediliyor, Müslümanların giydiğinden daha kaba kumaşlar giymeleri isteniyordu.
Yahudiler, daha koyu renkli giysiler ve ayakkabılar giymeye zorlanıyordu. Ayrıca sarıkların boyu ve kaftanlarının eni sınırlanıyordu.
Yahudi cemaatleri de iffeti korumak ve çevre ahalisini kıskandırmamak amacıyla, özellikle fazla gösterişli giyinişi yasaklayan kurallar çıkarmışlardı.
Osmanlı İmparatorluğu’na İspanya’dan gelen Yahudi erkeklerinin başlangıçta giydikleri, kuşkusuz yanlarında getirdikleri giysilerdi. Gitgide şalvarı ile geniş yenli koyu renkli cüppesiyle, geniş dokuma kumaş bağlamış entarileriyle yerli giyimi benimsediler. Yahudi başlığı olarak yukarıya doğru gittikçe genişleyen, alt tarafına sarık sarılmış bir şekilde boneta benimsenmişti.
Yahudi kadınların giysileri
Kadınların ilk dönem giysileri yeterince bilinmemekle beraber,18.yüzyılda artık Türk üslubuna göre giyindikleri anlaşılmakta. Giysileri genellikle bütün kadınlarınki gibi ferace, entari ve şalvardı. Ev giysileri ile sokak giysisi arasında çok fark vardı. Koyu, genellikle kahverengi feracesi, büyük ‘mahrama’sı ve koyu renkli ayakkabıları, kadının Yahudi olduğunu gösteriyordu. Evde giyilenler çok daha renkliydi. Saçlar tümüyle örtülürdü. Bu amaçla ‘mahrama’ adlı uzun eşarp kullanılmaktaydı.19. yüzyıla kadar giyimle ilgili bilgilere, fermanlar, cemaat belge ve kaynakları, ecnebi seyyahlar tarafından çizilen resimler ve seyahatnameler kaynakça oluşturur.
19. yüzyıldan itibaren ise bunların dışında giysilerin asılları da mevcut. Bu yüzyıldan itibaren Osmanlı üslubundan Avrupalı giyinişe, sınıf ve zümreye özgü kuşamdan böyle farklar gözetmeyen bir giyime geçiş oldu. Daha 1826’da orduyla devlet hizmetine Avrupa usulü giyim sokulmuş,1829 yılında tüm erkek ahaliye böyle giyinmesi talimatı verilmişti. Başkent İstanbul’daki Yahudiler, bunu geleneğe yakışmaz sayan hahamların karşı çıkmasına karşın cüppe yerine ceketle pantolonu, boneta ile fesi benimsediler. Taşra kasabasındaki Yahudiler ise, 20. yüzyılın başlarına değin eskisi gibi giyindiler. Kıyafetleri, şalvardan kumaş kuşakla bağlanan ‘sayo’ ve entari denilen giysiden, cepkenden, geniş kollu bir cüppeden ve deri ayakkabılardan oluşur, kışın ise kürk denilen ve içi kürk astarlı olan bir cüppe giyilirdi. Yahudi kadınlar da Avrupalı giyime gitgide her bölgede değişik bir şekilde ve hızla geçtiler.
Selanikli Yahudi hanımların kendine özgü, Türk, Rum ve belki de İspanya’dan göç ettiklerinde getirdikleri kıyafetleri vardı. ‘Kofya’ denilen başlıkları kumaştan ve içine dikilmiş bir dolgudan ibaretti ve arkasında saç örgüsünü sokacak bir torba bulunuyordu. Torbanın ucundan kadife kaplanmış deriden bir dikdörtgen sarkıyordu; bu dörtgen nazarlık sayılan ağaç ve göz motiflerinde işlenmiş incilerle süslüydü. Kıyafetin ‘karizma’ adlı gömleği ve ‘peçadura’ denilen dörtgen dekoltesi, plastronla örtülen kolsuz bir entarisi vardı. Bunun üzerine ‘sayo’ adlı önü açık üst giysi, göğsün altına bağlanan ‘devantal’ (önlük) ve ‘kapitana’ adlı kürk astarlı ceket giyilirdi.
İzmir ve Rodos'ta giyim
İzmir ve Rodos’ta Yahudi kadınların giyimindeki özellik , ‘takado’ adlı başlıktı. Bu başlığın saçları tamamıyla kapayan başörtüsünün üzerine giyilen küçük bir takkesi vardı. Takkenin çevresine içi mukavva bir kumaş şerit sarılırdı. Kıyafette ‘çıntıyan’(şalvar), ‘kamiza’(gömlek), entari, cepken ve cüppe denilen bir manto da vardı. Evli kadınlar ‘tokadolar’ın üzerine bir iğne takarlar, dul olunca, bu iğneyi çıkarırlardı. Bosnalı Sefarad kadınların kıyafeti de Osmanlı üslubundaydı. ‘Tokado’ları koni şeklindeydi ve alın boyunca bir altın sikkesi vardı. Modernleşme sürecinde Bosna Yahudi kadınları giysilerini gitgide Avrupalılaştırıp, Avrupa biçimi uzun fistan üzerine Türk usulü cepken giydiler; başlık olarak ta tokado giymeye devam ettiler. İstanbul hanımları Müslüman hanımların kıyafetlerine çok benzeyen giysiler giyerlerdi. Bu kıyafetlerin en önemli özelliği, feracelerin sadece siyah ve koyu renkli kumaşlardan yapılmasıydı.
Kadın kıyafetlerinde takılar
Kadın kıyafetlerinde takılar önemli parçalardı. Takılar; zincirler, değerli taşlar, altın, gümüş liralar, kemer ve kemer tokaları olarak dört başlık altında toplanabilir.
Zincirler
Yöresel üretim özellikleriyle birlikte ‘manias’ ‘ogadera’, ‘tellal’, ‘kolona’ adı verilen takılar, süslenme geleneğinin ve kültürünün önemli örnekleri. ‘Manias’ birkaç sıra inci zincirin iki parçaya ayrılan toka arasında tutturulmasıyla oluşan bileziktir. Bunlar genellikle altından imal edilirlerdi. ‘Ogedera’, ‘manias’ın yapım tekniği ile üretilen gerdanlıktı ve manias ile takım halinde kullanılırdı. ‘Lellal’, birkaç sıra ince zincirden yapılmış ve iki ucundaki kancalarla saça veya başa kullanılan giyim eşyasına tutturulan baş süsüydü. ‘Kolona’ çeşitli şekillerde yapılan kalınca uzun zincirden oluşan ve boyuna takılıp alt ucundan kemere veya kuşağa tutturulan bir gerdanlık türüydü.
Değerli taşlar
İzmir, Rodos ve Bosnalı hanımların kullandıkları ‘Rozeta’ değerli taşlardan yapılırdı. Pırlanta, elmas, zümrüt, yakut gibi taşlar altın ve gümüş madenleri ile birlikte kullanılarak sırta inen bölümünün ucunda kare şeklindeki derinin, üzeri küçük inciler ve sim-sırma tellerle işlenirdi. Değerli taşlar, küpe ve yüzüklerde kullanılırdı.
Altın ve gümüş liralar
Osmanlı ve Avrupa devletlerinin gümüş ve altın liraları zincire dizilir veya bir parça koyu renkli kadife üzerine kulplarından dikilerek tutturulur ve kumaş boyuna bağlanırdı. Liralar başlıklar üzerine yerleştirilerek de kullanılır ve zenginliği betimlerdi.
Kemerler ve kemer tokaları
İnce bir sanat zevki ile işlenen kemerler, hanımlar arasında zenginliğin ve refahın simgesiydi. Altın ve gümüş madenlerinden imal edilirler ve tokaları değerli mücevherlerle süslenirdi. Tokalarla kuşakları, değişik üslup ve şekillerde imal edilirdi. Kuşaklar tek şerit veya zincirlenmiş parçalardan ibaret olur, tokalar genellikle bir çift daire veya badem şekilli levhacıklardan veya üç bölümden oluşurdu. Teknik olarak kalay levha üzerine iliştirilmiş filigran, döküm baskı, dövme, kabartma ve granülasyon kullanılmıştı. Yeşim taşı süslü, teller ve değerli taşlar takılmış kuşak takıları da vardı; bu teknik Osmanlı İmparatorluğu’nda çok revaçtaydı.
Sefarad Yahudi kadınının mücevherleri, süs eşyası olmaları ve maddi varlık teşkil etmelerinden başka, sosyal, ekonomik ve şahsi durumun da bir belirtisiydiler. Kıza verilen mücevherat, özellikle nazarlık vazifesi görürdü. Genç kızken de kendisine uygun ziynet eşyası verilirdi. Mücevheratın en önemli kısmını ise, evlenmek üzereyken güvey ile güveyin ailesinden ve kendi babasından alırdı. Bu mücevherat varlık vazifesini de görür; zorunluluk halinde satılırdı. Hahamlar, kıskançlık yaratmaması ve makamların dikkatini çekmemesi için fazla ziynet eşyası takmamayı öngören hükümler çıkarmışlardı.
İstanbul’da saraya dayanan bir kuyumculuk merkezi oluşmuştu. Osmanlı kuyumculuğu, Balkanlardan ve İslam âleminden gelen etkileri de kaynaştıran kendine özgü bir üslup kazandırmıştı. Mücevherler yapımında özellikle Ermeniler ve Rumlar uğraşırken, Yahudiler daha fazla altın, gümüş, değerli taş ve inciyle mücevherat ticareti yapıyorlardı. Yahudilerin mücevher işçiliği üzerinde fazla bir bilgi bulunmamaktadır.
Resimler Gözlem Yayınları’nın Osmanlı’da Yahudi Kıyafetleri kitabından