Bu pazar benim için diğer pazarlardan farklı idi. Hafta sonu ailemizin en küçüğü iki yaşındaki yeğenimin yıl sonu müsameresine davetli idim.
Gösteriye yarım saat erken gelmeme rağmen nispeten büyük olan Göztepe Kültür Merkezi’nin gösteri salonunda zar zor yer buldum.
Anneler, babalar, dedeler, büyükanneler, kuzenler hatta pusette bebekler tüm salonu doldurmuştu. Şimdiye kadar hiç böyle bir sene sonu gösterisine veli sıfatı ile katılmamıştım. Aklımda kalan en uzak hatıra, ilkokul sıralarında rol aldığım Yerli Mallar Haftası için sahneye konan piyesti. 50 yıllık hayatımda zamanı defalarca geldiği halde hiçbir çocuğun büyümesini anne-baba perspektifinden seyretmeye de fırsatım olmadı.
Benim çocuğum olmadı. Dolayısı ile yıl sonu müsamereleri heyecanı benim kendi çocukluğumun hatıraları ile sınırlı.
Nedense o pazar günü kendimi bir ebeveyn gibi hissettim. Düşündüm de bir çocuğu büyütmek, eğitmek, geleceğe hazırlamak, karakterine şekil vermek ne kadar zor bir iş. İnsan her şeyi unutabilir ancak çocukken yaşadıklarını asla unutmaz.
Çocuklukta yaşanan her şey insanın karakterini dolayısı ile kaderini de belirlemekte.
O yüzden kişinin çocukluğunda ona rehber olanlar; aile, arkadaşlar ve en önemlisi öğretmenler etkileyici konumundalar.
Hele yuva öğretmenlerinin ellerindeki hamurun yumuşaklığını düşünecek olursak, onları çocuğun ikinci ailesi olarak görmek gerek.
Sahneye baktım, kimisi palyaço olmuş, kimisi balık, kimisi bir Pasadoble dansçısı, kimisi de sahneye konulmuş piyesin vazgeçilmez bir parçası.
Büyüklere kocaman bir hikaye anlatacak bu miniklerin şovunun adı Toledo’dan Yeruşalayim’e idi.
Toledo; insanlık tarihinin en zengin kültürüne tanıklık etmiş bir şehir iken Ortaçağ’ın karanlığından etkilenerek, Yahudilerin İspanya’da gördüğü son şehir olmuştu. Engizisyon, 500 yıl evvel İspanya Yahudi nüfusunun tamamının kovularak aralarında Türkiye’nin de bulunduğu dünyanın dört bir köşesine sürülmesine yol açmıştı. Bu sene sonu gösterisinde, yaşları iki ile beş arasında değişen Minix Anaokulu öğrencileri 500 yıllık bu yolculuğu müzik ve dans ile büyüklerine bir saatte anlatacaklardı.
Çocuklar bu şov için tüm sene öğretmenleri ile çalışmışlardı.
“Ne kadar şanslı bu çocuklar” dedim kendi kendime...
Onlara dedelerinin tarihini, yaşadıklarını unutmamalarını söyleyen öğretmenleri var. Hem de yuva çağında...
Sahne oyun perde derken en büyüğü beş yaşında olan minikler salonu dolduran anne, baba ve akrabalarına İspanya’dan Kuzey Afrika’nın çöllerine, Viyana’dan Hollanda’ya kadar uzanan bu yolculuğu başarı ile anlattılar. Sahnede Sefarad treni ülke ülke Toledo’dan Yeruşalayim’e yol alırken bana kendi hayatımın yolculuğunu hatırlattı.
20, 30, 40 derken 50 yaşındayım.
Bugün beş yaşında böylesi bir kültür serüvenini anlatabilen bu çocuklar, benim yaşıma geldiklerinde kim bilir ne kadar donanımlı olacaklar.
"İşte gerçek servet bu" dedim kendi kendime... Zenginlik sadece akıllı telefonlar, lüks arabalar ve konforlu evler değildir. Gerçek zenginlik, bu fiziksel ihtişamın içinde geçmişi koruyabilmektir.
Minix sıra dışı bir gösteri yapmıştı...
Bir pazar sabahı, yaklaşık iki saat boyunca bana kim olduğumu hatırlatan bu miniklere ve rehberlerine candan teşekkür ederim...