2012 yılı Nisan ayında Şalom gazetemizin foto muhabiri olarak ‘March of the Living’ anma töreni ve organizasyonuna katıldım. Bu törende Polonya sınırları içinde kalan dört toplama kampını görme ve belgeleme fırsatı da yaşadım. Gezi öncesinde belgelediğim yerlerle ilgili bir ikonografik sergi ve gösteri oluşturma düşüncem vardı. Çalışmam toplama kampları açık ve kapalı müzelerinde çekilmiş, çoğunlukla insan olmayan, detay çalışmaları ile simgeleşmiş bir portfolyo. Beş gün boyunca yaklaşık on bin kişinin ziyaret ettiği kalabalık bir alanda çalışma zorluğunu tahmin etmek olasıdır. Ama şans benden yanaymış, birden boşalan alanlar ve istediğim fotoğraf kareleri.
Cevabını bulamadığım sorularla çektiğim her bir kare, nesnel de olsa, ölüm fotoğrafıydı. Yaşadığım travmalardan sonra bu insanlık ayıbının kesinlikle mümkün olduğunca geniş insanlığa yayılması ve bilincin gelişmesinden yanaydım. 27 Ocak 2014’te Kadir Has Üniversitesi’nde düzenlenen Uluslararası Soykırım Kurbanları Anma Töreni için hazırladığım serginin fotoğraflarından oluşan ve müzikle desteklenen on iki buçuk dakikalık gösterimi hemen ardından BASAF (Balıkesir Fotoğraf Derneği), İZFAK (İzmir Fotoğraf Akademisi), FSK’da (Ankara Fotoğraf Sanatı Kurumu), 60’ar kişiyi geçen topluluklar önünde yapmıştım. Gösteri sonrası gezi fotoğraflarını destekleyen, soykırımı anlatan rehberin notları ve savaştan sonra sağ kalan yaşamış birimizin anlatıları ile bütünleşmiş söyleşiler yaptım.
Gösterilere başlarken tedirgin miydim? Hayır, ama gelecek her türlü olumsuz tepkiye de hazır olmam lazımdı. Yaklaşık 45 dakikalık kalabalık salon sunuları sonrasında, gözü yaşlı, başları öne eğilmiş insanlar... Suçlu bir kuşağın uzaktan torunları olarak sesleri kısıktı. Aslında benim anlatımlarımdan çok, belgesel fotoğrafın gerçekleri vardı. Sessiz, planlı, acıtıcı bir yok oluşun ikonografik karelerinde ışık dili ile yazılmış görüntüler anlattı, nefesler kesik ve yaşlı gözlerle izlendi. İzmir’de Fotoğraf Akademisi Başkanı söyleşi sonrasında, “Gösterilerin de sanatçıların da alkışlanması gerekir, ama elimiz alkışlamaya gitmiyor,” demişti. Evet, yitik bir kuşağın ruhlarına dua okuyup, bilinçlenmek ve aktarmak, alkışlardan daha da değerli ve önemlidir.
Mart ayı ortasında gösterimi Çanakkale’de yeniledim. Eski bir fotoğrafçı dostum, Çanakkale Seramik Müzesi’nde göstermemi uygun gördü. Müzenin arka tarafında toprak fırınları var, benim gösterimde de fırın foto ikonları. Sabah İstanbul’dan ayrıldığımda hava günlük güneşlikti. Gösteri saatinde gökler yarıldı, seller boşaldı. Tıpkı Holokost’ta boşalan gözyaşları gibi. Gösterimden üç gün önce dostum, öğrencilerine ve genç kuşağa soykırım mahkûmlarının çizgili giysili fotoğraflarını gösterip, yorumlarını istemişti. Cevap; düşündürücü bir kara mizah gibiydi: “Pazar dinlencesindeki inşaat işçileri” yorumu yeni kuşak soykırım bilgisi. Bu cevap üzerine okullarda soykırım bilinci eğitimi kaçınılmaz.
Yakında tüm kültür kurumları tatile girecek. Son olarak 23 Mayıs’ta Antakya’da eski bir sabun fabrikasının müzeye dönüşen, yorgun duvarları arasında kalabalık bir fotoğrafsever topluluğa verdiğim gösteri izleyicilerde bilinçli bir çelişkiyi sorgulatıyordu. Antik fabrikanın müze salonunda defne kokuları ve Yahudilerin bedenlerinden sabun yapıldığı gerçeği...
‘Soykırım Simgeleri’ gösterimi benim için bitmedi; önümüzdeki yıl gösterime devam edeceğim. İyi ki Şalom adına ‘Yaşam Yürüşü’nde bulundum. Savaş kurtulanları her geçen gün azalırken gelecek kuşağa soykırım bilincinin aktarılması şart.