Hollywood´un gizli kahramanları

Schindler’in Listesi’nden önce, Los Angeles’ta bir stüdyo patronu yüzlerce Yahudi’yi Soykırım’dan kurtarmıştı. Peki, bu adam neden yalnızdı?

Diğer
18 Haziran 2014 Çarşamba

Rakela Palombo


27 Aralık 1938 tarihinde, Berlin’de yaşayan Johanna Rockmann adlı genç bir kadın California’daki bir yabancıya çaresizliğini dile getiren bir mektup yazar.

Johanna mektubu Kristal Gece’nin hemen ardından kaleme alırken, kendisinin de dâhil olduğu 550 bin Alman Yahudisi için her geçen günün daha da kötü hale geleceği artık bellidir.

Toplum üzerinde etkili veya zengin Amerikalıların gazete ve ansiklopedilerden edinilen adreslerine mektuplar yazarak sesini duyurmaya çalışmak ve Alman Yahudileri adına yardım istemek yegâne çözüm ve kaçış yollarından biri gibi görünmekteydi o dönem. Johanna akıcı İngilizcesiyle yazar: “Hayatımın en büyük tutkusuyla size mektup yazma ihtiyacını hissettim. Denizaşırı bir ülkeye göç edebilmem ve hayatımı kurtarabilmem için nazik yardımınızı saygıyla talep ediyorum. Aynı zamanda sizden gelen bir beyannameye ihtiyacım olabileceğini de bildirmek isterim.”

Mektubu yazdığı kişi, Hollywood’un meşhur stüdyosu Warner Bros.’tan Harry Warner idi. Ailesinin soyadını taşıyan şirketin başkanı olan Harry’yi Fortune dergisi film dünyasının en güçlü ikinci kişisi seçmişti. Yüksek egoları idare etmek ve yetiştirmesi gereken çekim tarihleri arasında bu meşgul adamın hiç tanımadığı insanlara yardım edecek vakti olduğu söylenemezdi.

Rockmann’ın Harry Warner’dan istediği şey, imzalı ve noter tasdikli, Rockmann’ın ABD halkına bir yük getirmeyeceğini garanti eden ve Harry’nin gerekli tüm maddi sorumluluğu aldığına dair Amerikan büyükelçiliklerine sunulacak bir belgeydi. Bu belge Harry Warner’a ciddi bir sorumluluk yüklüyordu. Hollywood’un en önemli stüdyolarından birinin başındaki adam tarafından imzalanmış bu beyanname, Johanna’nın Nazi Almanya’sından kaçmasına yarayacak çok değerli Amerikan vizesini almasını kesinleştirebilecek güçteydi.

Rockmann, kendisini ‘yardım edilebilir’ kılacağı umuduyla özelliklerini peş peşe sıralamıştı: On dört yıl boyunca Siegel & Co. adlı bir aydınlatma şirketinde muhasebeci olarak çalışmış, pek çok dili akıcı şekilde konuşabilen, yetenekli bir kahya ve terzi olduğundan bahsetmişti. Tüm bunların onu yardıma değer biri haline getireceğini umut ettiğini ve Harry yardımcı olduğu takdirde kendisine sonsuza dek müteşekkir kalacağını yazmıştı. İmzasının altına yazdığı “Lütfen sayfayı çevirin!” notunun sonundaki ünlem belki de kadının mektubu yazdığı sıradaki çaresizliğini anlatıyordu. Sayfanın arkasında, Dominik Cumhuriyeti’nin elli doları olan her göçmene kapısının açık olduğunu belirtmiş ve Harry kendisine beyanname ile birlikte elli dolar borç verirse, ABD’ye gelir gelmez borcunu ödeyeceğini yazmıştı.

Johanna’nın mektupta neredeyse tek bahsetmediği şey, Harry ile ortak yanıydı. Her ikisi de Yahudi’ydi. Fakat bu bilgiye vakıf olduğunu, mektubunu Warner’ın Polonya’da doğduğu gerçek ismi olan Hirsch Moses Warner’a hitaben yazmasından anlıyoruz. Warner Bros. Stüdyoları, Los Angeles, California, ABD adresine yollanmış olan bu mektup halen Güney California Üniversitesi’ndeki Warner Bros. arşivlerinde saklanıyor.

Yahudiler için tek çare yabancılara mektup yazmaktı

Alman Yahudilerinin yaklaşan kapkara bulutlar karşısında tek çarelerinin, hayatlarında görmedikleri ve dünyanın bir ucunda yaşayan yabancılara mektuplar yazmak olması koşulların ne derece zor olduğunu ispatlıyor. Yine de bu çaresiz mektup yazarları birer hayalperest değillerdi. Çoğu yüksek tahsilli, kültürlü ve gelişmiş bu şehir insanları sadece hayatlarını kurtarmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı.

1934 yılında Üçüncü Reich ile iş yapmayı kesen ilk Amerikan stüdyolarından biri Warner Bros.’tu. Aynı yıl MGM’de Louis B. Mayer’in sağ kolu olan Irving Thalberg, “Hitler ve Hitlerizm geçici, fakat Yahudiler kalıcıdır,” şeklinde bir açıklama yaparak ün salmıştı. Bu sıralarda Warner’lar ise, en büyük ağabey Harry’nin vizyonu sayesinde aldıkları bu kararla Hollywood’daki en Nazi karşıtı stüdyo olarak anılmaya başlandı.

Günümüzde savaşlara son verebilen veya başkan seçiminde etkin rol oynayabilecek kuvvette olan Hollywood’un o altın çağında en önemli pozisyonlarda bulunan Yahudi yöneticiler, dindaşlarını Soykırım’dan kurtarmak için daha fazlasını yapabilirler miydi? Cevap, evet. Ne kadar daha fazlasını yapabileceklerinin kanıtı ise, ısrarı ve eylemciliğiyle Warner’ların yaptıklarını dahi gölgede bırakan ve bu konuda adı fazla duyulmamış bir başka Hollywood stüdyo başkanının yaptıklarında gizli.

Amerika’nın en önemli Soykırım kurtarıcılarından olan bu adam, hiç tarih kitaplarına geçmedi. Adı Carl Laemmle’di ve Universal Studios’un kurucusuydu.

Carl Laemmle, Hollywood’un altın çağının en önemli stüdyo patronu olarak nitelendirilir. Almanya doğumlu bir Yahudi olan Laemmle, iş hayatındaki macerasına tekstil sektörü ile başladı. Orta yaş döneminde giyim işinden, sinemaya atlamayı başardı ve Universal Pictures’ı kurdu. Avrupa’yı ardında bırakmak isteyen diğer stüdyo patronlarının aksine Carl, doğduğu fakat terk ettiği ülke ile bağlarını hiç koparmadı. Doğduğu şehir Laupheim’ın I. Dünya Savaşı sonrası tekrar inşa edilmesine imza atan yapımcı, her fırsatta Hitler’in başa gelmesinden duyduğu endişeyi dile getirdi. Pek çok Yahudi ve Batılı liderin aksine Carl’ın Hitler’in tüm dünya, Avrupa ve Yahudiler için ne demek olacağından ve planlarından hiçbir şüphesi yoktu.

 Güçlü Yahudi stüdyo patronları 

Laemmle’nin diğer Hollywood Yahudilerinden farklı bir sebebi de vardı savaşında.  Pek çok yakını halen Almanya’da yaşamaktaydı. Laupheim’a gelen Naziler, Laemmle’nin adının geçtiği tüm sokak, bina ve kuruluşlara Hitler’in adını vermiş ve Nazi bayrakları asmışlardı.

Laemmle hızla kardeşlerini ve onların tüm ailelerini ABD’ye getirttikten sonra çalışmalarını kalan arkadaş ve akrabaları üzerinde yoğunlaştırdı. En yakın çocukluk arkadaşının oğlunun Soykırım Vakfı’na verdiği bilgilerde, hastanede yatarken dahi kendisini ziyarete gelen herkesi Avrupa’yı terk etmeye ikna etmek için uğraşıyordu. Carl, Hitler’in tüm Yahudileri dünyadan silmek istediğini çok önceden anlamış ve bu konuda harekete geçerek elinden geldiğince her Yahudi’yi kurtarmayı kendine görev edinmişti. 1936 yılında 70 yaşındayken Universal Pictures’ı bugünün parasıyla yaklaşık altmış beş milyon dolara sattı ve film dünyasından emekli oldu. Bunu neden yaptığını soran gazetecilere yarışlar için at yetiştireceğini ve poker öğreneceğini söylemişti.

Pek çok insanın aksine gayet net bir şekilde Avrupa’daki Yahudilerin sonlarının yaklaşmakta olduğunu öngören Carl Laemmle’nin elindeki imkânlar sayesinde gösterdiği çabalar,  Amerika’nın en büyük Soykırım kurtaranı Varian Fry’dan sonra en çok kişiyi kurtaran olmasını sağladı. Varian Fry, Avrupa’da Acil Kurtarma Komisyonu’nun başında olan Amerikalıydı. Laemmle, 1938 yılında zamanının büyük bir kısmını vize işlemleriyle, Yahudileri teker teker kurtarmaya çalışmakla geçiriyordu. Beverly Hills’in Nuh peygamberliğine soyunan Laemmle, Hitler’in ‘Son Çözümü’nden resmi kayıtlara göre iki yüzden fazla Yahudi’yi kurtarmayı başardı. Kayıt dışı olanlar da düşünüldüğünde, bu rakamın çok daha yüksek olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Laemmle tamamen yalnız değildi. 1938 yılı Kasım ayında yönetmen Ernst Lubitsch ve film temsilcisi Paul Kohner Avrupa Film Fonu’nu (AFF) kurdu ve bu kuruluşun üzerinden beyannameler ayarlayarak yeni gelen göçmenler için finansal destek oluşturdular.

Varian Fry

Yardım ettikleri kişiler genelde yakınlarının tanıdıkları, akrabaları ve sanatçı meslektaşları oldu. Tarihçi Martin Sauter’in araştırmalarına göre Laemmle ve arkadaşları ayrıca Varian Fry ile iletişime geçerek yardım edebilecekleri daha fazla insana ulaşmayı başardılar. Kurdukları fonda beyanname sağlayan insanlar sadece Yahudilerden oluşmuyordu. Ünlü yazar Salka Viertel’e göre, AFF’ye beyannameler doldurarak destek çıkanlar arasında ünlü şair ve yazar Dorothy Parker ile komedyen Donald Ogden Stewart gibi isimler de bulunuyordu. Viertel bir yazısında, “Bana göre, maddi durumu yardım etmeye müsait olan istisnasız her Yahudi bunu yapmalıdır,” diyordu.

Laemmle gücünü ve enerjisinin ünlü olmayan insanlara da eşit şekilde harcamaya kararlıydı. Hiç tanışmadığı fakat bir zamanlar bir yerlerde teyzesine bir iyilik sözü vermiş olduğu Stuttgart’tan Margerete Levi bunlardan sadece biriydi. Laemmle’nin karşısına çıkan engeller hiç de küçümsenecek gibi değillerdi. İşadamının biyografisini yazan Alman yazar Udo Bayer’in Ulusal Arşivler’deki yazılarına göre stüdyosundan emekli olan Carl, aylarca Stuttgart’taki Amerikan Konsolosu Samuel Honaker ile yazışmış ve kendilerini verdiği sözleri tutacağı konusunda ikna etmek için büyük çaba göstermişti. Bu yazışmalardan birinde Laemmle, Honaker’e Margerete Levi’ye yardımcı olacağına, New York’taki arkadaşlarına Levi için referans mektupları yazacağına ve kadının bir iş bulmasını sağlayacağına dair sözler veriyordu. Bu mektubun aynısını 1938 Nisan’ında Franklin Delano Roosevelt’in Dışişleri Bakanı Cordell Hull’a da yollayan Carl, hükümetin Nazi Almanya’sından kaçmaya çalışan insanlardan istediği beyannameler konusundaki kurallarını gevşetmesini talep etmiş ve zamanın bunu gerektirdiğini söyleyerek bakanı göreve çağırmıştı.

Aynı yıl Harry Warner da benzer çabalar içindeydi fakat Harry alt pozisyonlardaki yetkililerden yukarıya baskı yapmaları yönünde ricalarda bulunmak yerine, tepeden inme ve en yetkili isimlere doğrudan ulaşarak yapmaya çalışıyordu.

1938’de İngiltere’nin kontrolüne sahip olduğu Filistin topraklarına Yahudi göçünü kısıtlayacağı haberlerinden sonra Harry, Londra’daki kardeşi Jack’e bir telgraf göndererek acilen İngiltere’deki Amerika Konsolosu Jospeh Kennedy’ye giderek yardım istemesini söylemişti. Warner, yolladığı ikinci telgrafa “Sevgili Başkanım,” diye başlıyordu. Harry, Roosevelt’ten kişisel olarak müdahale etmesini rica ediyordu. O ay Harry, stresten kaynaklanan ülser kanamalarıyla hastaneye kaldırıldı. 

Hollywood'da bir başına 

İki hafta sonra Jack Warner, Londra’dan Paris’e seyahat eder. Bu seyahatinde Warner, Almanya doğumlu Joseph Westreich adlı bir çalışanının kız kardeşinin Frankfurt’taki evinden apar topar alınarak Polonya’ya götürüldüğünü öğrenir. Westreich’ın kız kardeşi Rosalie o günleri Soykırım Vakfı’na şöyle anlatıyor: “Warner ağabeyime yapabileceği bir şey olup olmadığını sormuş. Çok şükür ki Joseph kendini toplayarak ‘evet’ demiş ve Warner bir beyanname verdiği takdirde beni ABD’ye getirebileceklerini söylemiş. Bunun üzerine hemen Paris’teki Amerikan Konsolosluğu’na başvuran Warner’a şöhreti ve kimliğinden dolayı o günlerde uygulanan hiçbir formaliteye gerek görülmeden hemen bir beyanname doldurtulmuş.” Regina Westreich, savaş patlamadan sağ salim ABD topraklarına ulaşır.

Harry, inandığı bu uğurda durmaksızın çalışmaya devam etti. Almanya’nın Polonya’yı işgal ettiği ve İngiltere’nin Almanya’ya resmen savaş ilan ettiği 1939 yılı Eylül ayı boyunca Harry, mümkün olduğunca çok göçmene kaçış yolu açmak için uğraştı. Film işinde dev bir prodüktör olmanın nüfuz ve etkisini kullanarak, Roosevelt’e çeşitli konularda baskı uyguladı. Yıllar sonra Michael Chabon’un Yiddiş Polisleri Sendikası adlı kitabında bahsedeceği gibi, Alaska’da Yahudilere özel bir yerleşim merkezine izin verilmesi için çalışmalara girişti. (Savaştan sonra da Warner, kamplarda hayatta kalmış tüm Yahudilerin ABD’ye getirilmesi yönünde ABD Başkanı Truman’a baskı yaptı fakat başarısız oldu.) Faşizmden kaçan sığınmacılara getirilen Amerikan göçmen yasasındaki sayı kısıtlamaları ile ilgiyi algıyı değiştirip taraftar toplamak amacıyla ‘Dokuz Milyon’ adlı bir kısa film çektirdi. Amerikan filmlerini politik olarak tarafsız tutmaya çalışan sansür kurulunun bütün itirazlarına rağmen, açıkça Hitler karşıtlığı yapan ‘Bir Nazi Casusunun İtirafları’ adlı filmi vizyona soktu.

Harry Warner başta olmak üzere Warner kardeşlerin Avrupa’da yaşayan Yahudilerin kaderlerini, özellikle de diğer Yahudi stüdyo patronlarına nazaran çok daha fazla, umursadıkları açık. Harry Warner, Roosevelt’i ikna etmeye çalışırken Yahudi kimliğini toplumdan saklamak için elinden geleni yapan yapımcı David O. Selznick o sene Oscar’ları toplayan ‘Rüzgâr Gibi Geçti’ filmi için dış mekân setlerini ateşe veriyordu. Yine aynı yıl, 1939’da, Louis B. Mayer, ABD’nin en yüksek maaşlı yöneticisi olmuştu. Mayer’in Beverly Hills’in güneyinde bulunan Yahudi kulübü Hillcrest’e ödediği yıllık aidat ile belki aralarında Johanna Rockmann’ın da bulunacağı altmış Alman Yahudi’si, Santo Domingo’ya kaçarak canlarını kurtarabilirlerdi. Ne var ki Mayer, oldukça kârlı bir pazar olan Almanya pazarını elden kaçırmamak için, yine 1939 yılında, Nazi sempatizanı Alman gazetecileri MGM stüdyolarında bir davet vererek ağırladı. Mayer’in şirketi, 1940 yılında Almanya ile anlaşması feshedilen son üç Amerikan şirketinden biriydi.

Mektup ortaya çıkmış olmasına rağmen Harry Warner’ın Johanna Rockmann’a bir cevap verip vermediğine dair bir kanıtımız yok. Bir beyanname için yalvardığı yürek parçalayıcı mektup, Warner’ın eline geçen tek mektup değildi. 22 Ocak 1939 tarihinde Warner’ın ofisine, bu kez o tarihte henüz Nazi kontrolüne girmiş olan Viyana’dan bir mektup daha geldi. Elli iki yaşında bir mühendis olan Sigmund Zucker, “Hollywood’da yaptığınız bir konuşmayı izledim ve çok etkilendim,” diyordu. Zucker’in İngiliz eşi Gladys, Avusturya vatandaşlığına geçmiş ve bu yüzden çift, Hitler’in imparatorluğunun verdiği iki Avusturya pasaportuyla hapis kalmışlardı. “Bana bu beyannameyi yollarsanız, buna değecek birine çok büyük bir iyilik yapmış olacaksınız,” diye devam eden mektuba Zucker, siyah beyaz küçük bir fotoğraf iliştirmişti. Muhtemelen kendisine ait olan fotoğrafta Zucker, simsiyah saçlarını geriye doğru taramış, siyah bir takım elbise giymiş ve beyaz bir mendil takmıştı. Gülümsemiyordu.

Warner, diğerlerinden emin olamasak da, Zucker ailesini kurtarmayı başardı. Avustralya ve İngiltere’nin yolcu kayıtlarına göre çift,  İngiltere Southampton’dan Avustralya’ya gitmek üzere Mayıs 1939’da yola çıktı. Johanna Rockmann ise bu kadar şanslı değildi. Kayıtlara göre Johanna, 29 Ocak 1943’te Berlin’den Auschwitz’e gönderildikten bir ay sonra kampta hayatını kaybetti.

Carl Laemmie

Johanna Rockmann ve Sigmund Zucker gibi kaç Hollywood yöneticisine kaç yabancıdan yardım çağrısı geldiğini bilmek mümkün değil. Dönemin Almanya’sında durum kötüleştikçe, mahsur kalan çaresiz Yahudiler pek de tanımadıkları insanlardan, artık sadece aile arşivlerinde olan, çoğu da yok olmuş mektuplar aracılığıyla, istenebilecek en büyük iyiliği istediler. Doktorlar, onlarca yıl evvel tıp konferanslarda tanıştıkları diğer doktorlardan yardım isteyen mektuplar yazdılar. Diğerleri, ellerine Berlin Halk Kütüphanesi’nde bulunan Manhattan telefon rehberini alıp kendileriyle aynı soyada sahip insanlara mektuplar yazdılar. New York Times için beyanname isteyen mektuplarla ilgili bir araştırma yapan Laurel Leff’in yazdığına göre o dönemde, eğer Alman kökenli bir Amerikan Yahudi’si iseniz bu mektuplardan alacağınız kesindi. Araştırması sırasında Sulzberger ailesinden akrabaları olduklarını iddia ederek yardım isteyen Yahudilerin mektupları eline geçen Leff, durumu şöyle açıklıyor: “Bu insanlar kendilerini hiçbir şey yapmazlarsa ölecekleri bir durumla karşı karşıya buldular. Tek yapabildikleri ise bu mektupları yazmaktı.”

Maddi desteğin yanı sıra bu mektuplarda istenilen şey, ABD vizesi için gerekli olan maddi varlıkların ispatıydı. Bu şekilde maddi destek sözü veren kişinin bu desteği verebilecek güçte olduğu ispatlanmış oluyor ve vize işlemleri hız kazanıyordu. Bu belgeleri sağlamak evini zar zor geçindiren bir Amerikalıdansa, büyük firma yöneticileri ve büyük Hollywood patronları için şüphesiz çok daha kolaydı. “Ama çoğu gelen yardım taleplerini reddettiler,” diyor Leff, “İşin içindeki çirkin ve kirli sır da bu.”