Çok genç yaşta korkusuzca atıldığı ticaret hayatında defalarca başarısızlığa uğramasına rağmen hiç pes etmeyen İzzet Pinto, biraz şans çokça yaratıcılığı ve çalışkanlığı sayesinde Türk dizilerini dünyaya pazarlıyor. Muhteşem Yüzyıl, Bin Bir Gece onun sayesinde İtalya’dan Hindistan’a, Sırbistan’dan Dominik Cumhuriyeti’ne dünyanın birçok ülkesinde bir reyting rekorları kırıyor. Formatını kendi yazdığı şarkı yarışmasının jürisinde ise Ricky Martin var.
Seni tanıyabilir miyiz?
1978 İstanbul doğumluyum. Lise son sınıfa geçtiğim yıl İngilizce öğrenmek ardından da üniversiteye devam etmek amacıyla ABD’ye gittim. Liseden mezun olduktan sonra San Francisco Üniversitesi’ni kazandım. Yazı geçirmek üzere iki aylığına Türkiye’ye döndüm. Sıkılmamak için babamın arkadaşının yanında çalışmaya başladım ve fark ettim ki ticaret yapmak okul hayatından daha cazip geliyor bana. Böylelikle okulu bırakıp iş hayatına atıldım.
Okulu bırakma fikrine aileden herhangi bir tepki gelmedi mi?
Babam tam bir tüccar ve girişimci ruha sahip bir insan olduğu için karşı çıkmadı. Annem de her zaman babamın fikirlerine katılırdı. Babam aslında hepimizin idolüydü. Onun dedikleri her zaman doğru çıktığı için ona çok saygı duyardık. Maalesef üç sene önce kaybettik babamı.
Başarı hikâyen nasıl başladı? Bildiğim kadarıyla TV sektörüne girmeden önce çok farklı işler yaptın.
ABD’ye dönmeyip ticarete atıldım. Birkaç sene ticaret yaptıktan sonra, çalıştığım firma bana Hong Kong’da açacakları ofisin başına geçmemi teklif etti. 19 yaşında biri için bu oldukça heyecan verici bir durumdu ama firma sahibi sözünü tutmadı. Ben de oradan ayrılıp tek başıma Uzakdoğu’ya gitme kararı aldım. Yaptığım araştırmalardan sonra dünyadaki ticaret merkezinin Bangkok olduğunu anladığım için oraya gittim ve beş yıl orada yaşadım.
Şans eseri ayakkabı işine girdim. İmalat çok ucuz olduğu için orada üretip Türkiye’ye yolluyordum babam da o ayakkabıları İstanbul’da satıyordu. 2000’de kriz patlak verince babam şirketi kapatıp beni geri çağırdı ama Bangkok’u o kadar seviyordum ki dönmek istemedim. Bana para yollamamasına rağmen kalmak için direttim. Stokta kalan defolu ayakkabıları sokakta satmaya başladım. Oturduğum evden çıkıp çingene mahallesinde tam anlamıyla berbat bir eve taşındım ve pazarda toptan satış yapmaya devam ettim.
Tamamen alışkın olduğumuzun dışında bir hikâye bu. İşportada, pazarda mal satmak, çingene mahallesinde kalmak…
Aynen öyle ama bence başarılı olmak için her şeyin tersini yapmak lazım. Herkes gibi aynı şeyi yapmak yerine farklı olanı, değişik olanı yapmak gerekiyor. Bir de yaratıcılık. O çok önemli sürekli bir şeyler yaratmak şart. Onsuz olmaz.
Peki sonra?
Toptan satış yapmama rağmen ayın sonunu zor getiriyordum. Hayalim bir dükkân açmaktı. Borç alarak bir dükkân açtım ve ayakkabının yanına Türkiye’den bavul ticaretiyle getirdiğim tekstil ürünlerini satmaya başladım. Orada olmayan ürünler o kadar ilgi çekti ki bir anda büyümeye başladık ve beş dükkân daha açtım. 22 yaşında yanımda on beş kişi çalışıyordu. Ünlüler bizden alışveriş yapıyor, dizilere sponsor oluyorduk. Ancak SARS virüsünün yayılması, 11 Eylül olayı ve sonrasında Endonezya’daki patlamalar, hemen ardından tsunaminin yaşanması turizmi, dolayısıyla da işleri çok etkiledi. Dükkânları tek tek kapatıp, düşüşe geçince daha önce yaşadığım o parasız dönemi yeniden yaşamak istemediğim için Türkiye’ye dönme kararı aldım.
Buraya gelince uzun süre ne yapacağımı düşündüm. Bangkok’ta dergilere ilan verdiğimiz içi dergicilik işine girmeye karar verdim. Ancak işin iç yüzünü bilmediğim için fikir değiştirdim ve bir prodüksiyon şirketi kurdum. Türkiye’deki firmaları yurtdışında tanıtmaya başladım. İşi çok sevmeme rağmen para kazanamadığım için olaydan soğudum. Tam o sırada kuzenim Stella Trevez ‘Ben 44 Yaşındayım, Oğlum 53’ adlı bir kitap yazdı. Kitabı çok beğendim ve onu yurtdışında tanıtmaya karar verdim. New York’taki kitap fuarına gittim ve Tayvanlı büyük bir ajansla anlaştım. Kitap üç ay sonra Tayvan’da en çok satanlar listesinde dördüncü oldu; ardından da birçok ülkede satılmaya başladı. Bir anda kendimi yazar menajeri olarak buldum. Solmaz Kamuran, Ayşe Kulin gibi yazarları temsil etmeye başladım. Manevi olarak çok tatmin olmama rağmen para kazanamıyordum. O sırada Stella’nın kızı Jessica TV sektöründe çalışıyordu ve ‘Gelinim Olur Musun?’ programı çok tutmuştu. Bana format satma önerisinde bulundu. Ablamla bu işe giriştik. Fuarlara katılıp format satmaya başladık.
İlk ‘Gelinim Olur Musun?’ yarışmasını İtalya’ya sattın. Peki, sonrası nasıl geldi?
Yarışma İtalya’da çok tutulunca Ortadoğu ve Uzakdoğu’yu ikna ettim. Ancak şirketin asıl büyümesi dizilerle oldu. İlk ‘Bin Bir Gece’ dizisini yurtdışına sattım. Bulgaristan’a ardından Sırbistan ve Yunanistan geldi. Adeta bir domino etkisi oldu ve bütün dünyaya ulaştı. Şu an Şili’de bir numara. Vietnam’da, Çin’de çok tutuldu. Ancak gerçek büyüme ‘Muhteşem Yüzyıl’ ile oldu. 56 ülkeye sattık ve dizi her yerde bir numara oldu.
İlk yurt dışına çıktığın zaman herhangi bir önyargı ile karşılaştın mı?
İlk gittiğimizde Türk projesi demek çok olumsuz bir etki yaratıyordu. Şimdi durum tam tersi. Herkes Türk dizisi istiyor. İtalya, Çin, Bangladeş, Hindistan ve daha birçok ülke Türk dizisi almaya başladı ancak bu beş senemizi aldı.
Bir anda bu kadar büyük ve büyülü bir dünyanın içine girmek seni korkutmadı mı?
Aksine, aylarca heyecandan sabahlara kadar uyuyamadım. Prodüksiyondan daha eğlenceli benim yaptığım. Buradaki bir ürünün yurtdışında yayınlanmasını sağlıyoruz ama prodüksiyon dışarıdan her ne kadar büyülü gözükse de çalışma şartları açısından çok zor olan bir iş.
Bir diziyi ya da yarışmayı seçerken neleri dikkate alıyorsun?
Ekip olarak seyrettiğimiz zaman hemen ilgimizi çekiyorsa alıyoruz ancak emin değilsek almıyoruz. İlk izleyişte beğenmemiz lazım.
Ülkelerin talepleri neye göre değişiyor?
Bin Bir Gece, Muhteşem Yüzyıl, Aşk ve Ceza yayınladığı her ülkede izlenme rekorları kırdı. Reyting raporlarını başka ülkelere gösterdiğimizde bize güvenip alıyorlar. Bir de bölgesel etkilenme var. Şöyle ki Şili’de tutunca Uruguay, Peru, Dominik Cumhuriyeti de istiyor aynı diziyi.
Hangi ülkeler hangi programları tercih ediyor?
Ortadoğu’nun en beğendiği dizi Aşk-ı Memnu; Rusya’nın Muhteşem Yüzyıl; Güney Amerika’nın Bin Bir Gece oldu. Aşk, ihtişam ve entrika her zaman ilgi çekiyor.
Aynı zamanda şarkı yarışması formatı da yazıyorsun.
Şimdiye kadar beş tane format yazdım. ‘Işığın Hiç Sönmesin’ (Keep Your Light Shining) adlı yarışma çok tuttu. On beş ülkeye sattık. Geçenlerde Almanya’da yayına girdi. Jüride de Ricky Martin vardı.
Neler hissettin?
Hayatımda en heyecanlandığım günlerden biri oldu. Eşimle birlikte Almanya’ya gittik, stüdyoya girdik ve karşımızda Ricky Martin duruyordu. Benim yazdığım bir şey orada hayata geçiyor. Bu müthiş bir duygu.
“Geçtiğimiz günlerde TRT şirketimize ekonomiye katkı ödülü verdi. Çünkü ekonomiye hem maddi olarak katkımız olması hem yumuşak güç (soft power) dediğimiz Türkiye’nin yurt dışındaki imajını güçlendiren etkimizin olmasından dolayı çok mutlu olduk.”
Bu sektörde ilerlemek isteyen gençlere ne tavsiye edersin?
Yaratıcı ve özgün olmak çok önemli. Bir proje yaratıyorlarsa gördükleri bir proje yerine yeni, farklı bir şey üretmeleri gerekiyor. İşin prodüksiyonuyla ilgileniyorlarsa en alt kademeden başlayıp yavaş yavaş üst noktalara gelmeleri lazım. Bir şeyler başarmak için on beş yıl bekledim. Kesinlikle vazgeçmeden sabretmek gerekiyor. Üst üste çok başarısızlık yaşadım; işimi, bütün paramı kaybettim ama hiç vazgeçmedim. Pes etmek bir şey getirmediği için çalışmaya, denemeye ve ümit etmeye devam etmek gerekiyor.
Mesleki deformasyonun ne boyutta? Televizyonu açıp rahat rahat bir program ya da dizi seyredebiliyor musun?
Açık konuşayım kıskanç bir insanım ve iyi bir dizinin hakları başkasındaysa o diziyi izleyemiyorum. Ama onun dışında bir sıkıntı yok.
Önünde ne gibi projeler var?
Amacım temsil ettiğimiz yapım şirketleri ve televizyon kanalları listesini biraz daha güçlendirmek. Yurtdışına güzel formatlar bulup açılmak ve sektördeki konumumuzu korumak istiyorum. Yurtdışında da televizyon sektörünün en hızlı büyüyen distribütörü seçildik. Amacım markanın yerini korumak ve sağlamlaştırmak.