Kabala üzerine

Sevgili okuyucularım, bu hafta sizlere Kabala öğretisine girişleri sırasında, dört ünlü din adamının başlarından geçen efsanevi bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Söz konusu hikâye ile birlikte, Kabala öğretisinin gelişigüzel bir çalışma olmadığı, ciddiyet, bilgi ve özellikle İbranice diline iyi hâkim olunması gerekliliği, bunun en en birincil şartları. Dolayısı ile günümüzde bir akım haline gelen ve herkesin bilir bilmez, bu konulara bodoslama dalması bana çok akılcı gelmiyor

Sara YANAROCAK Kavram
25 Haziran 2014 Çarşamba

KABALA NEDİR?

Kabala, bilgiye bağlı bir öğreti değildir; ayrıca Talmud gibi, Yahudi Kanunu’nun mantıklı bir açıklaması da değildir. Kabala en başta ve ilk önce bir bütün olarak Yahudilikle iç içe geçmiş ve tümüyle ona dayanan mistik bir uygulamadır. Tevrat’taki temelini anlamadan Kabala’cı ‘meditasyon’u uygulamaya kalkmak, kanatsız olarak uçmayı denemek gibi olur.

İbranice bilmeyen biri, mistik hayatını bir Yahudi gibi yaşayamaz, çünkü düşünce malzemesi Tevrat’ın dilidir. Değişik Kabalacılar, meditasyon malzemesi olarak, her bölüme ve ayete ayrı ayrı verilen özel harfleri kullandılar. Diğer manevi öğretilerin  çoğunda aday, günlük hayattan uzaklaşmaya ve sessiz bir yere çekilerek derin düşünceye dalmaya zorlanırken, Yahudi mistik, dünyasal etkinliğin tam orta yerinde, yeni bir şekilde yaşamaya  başlamaya zorlanır. Talmud bilgelerinin ilk öğüdü, ‘ekmeğini tuz ile ye, suyunu azar azar iç, yerde yat, kapalı yaşam sür ve çok çalış’ olacaktır.

Değişik ustalar bu öğüdü değişik şekilde yorumladılar. Yahudilerin çok dağınık olmaları, tutarlı bir mistik uygulama okulunu  olanaksız kıldı. Dağınık ve çoğu kez birbirine farklı kültürlere sahip topluluklarda bile, Yahudi mistik uygulamaların çok benzer olması hayret vericidir. Bunda, ortak dil olan İbranicenin kuşkusuz ki yararı olmuştur. Eski mistikler görsel tecrübeye ve düşünmeye büyük önem verdiler. Sefarad Yahudi’leri daha çok meditasyonun kehanet  yönü ve Yahudi’lerin kutsal bir topluluk oluşu üzerinde durdular. Avrupalı mistikler, duayı kutsal bir statüye yükselttiler. Tevrat ve Kanunlar’ın rehberliğinde Kabala, bazen karanlıklara dalarak, bazen de aydınlığa çıkarak, beşbin yıl boyunca yayıldı. Yahudi’lerin günlük hayatla iç içe oluşu nedeniyle çoğunlukla fark edilmemekle birlikte, mistisizm yaygın bir  şekilde  yeniden baş verdi. Kabala en iyi şekilde, öğretileri yoluyla anlaşılabilir; çünkü tümüyle büyük ustaların sözleri ve Yahudi yaşam tarzına kişisel uyarlamalarından kaynaklanmaktadır.

HAZIRLIK AŞAMASI

Kabala üzerinde çalışmak, muhteşem fakat tehlikeli bir bahçeye girmeye benzetilebilir. Giriş kapısını açar açmaz kendimizi dev sarmaşıkların, hareket eden çiçeklerin, altın rengi kuşların ve konuşan kelebeklerin arasında bulursunuz. İkinci kapıdan geçersiniz ve sahne değişir. Şimdi üzerinizde güneş ışıklarının parlaklığını taşıyan sular sarar çevrenizi. Yakından baktığınızda, bunun büyük bir sarayın mermer girişi olduğunu anlarsınız. Bir kapı daha açtığınızda, şekillerden kurtulmuş seslerin dünyasına gireceksiniz. Burada duyacağınız kanat sesleri, tekerlek şeklindeki melekler olan ‘ofanim’lerin diyarına geldiğinizi bildirir. Bu bahçelerin her bir kapısı, sizi hayali, sanrısal görüntülerin, tuzakların içine çekecektir.

Psikolojik, ahlaki ve ruhsal benliklerini bir bütünlük içinde kaynaştırmış olan başarılı mistik, yolculuğuna açık bir alana ulaşana dek devam edecektir. Bu alanda öyle bir aşama vardır ki, dallarının her biri bir dünyayı, ya da ruhsal algılama düzeyini temsil eder. On değişik renkteki küreden oluşmuştur. ‘Yaşam Ağacı’na ulaşan mistik, artık tırmanmaya hazır olduğu bir noktaya ulaştığını anlar. Kapılar, onu kutsal ağacın büyüdüğü bahçeye, Pardes’e, Tanrı’ya yükselmeye başlayacağı noktaya ulaştırmıştır.

Yahudi bilgeleri, mükemmel bir ahlak ve dengeye sahip kişiler dışındaki herkesi, bu yerden uzak durmaları için uyarırlar. İbranice bir sözcük olan Pardes’in harflerinin buradaki sır hakkında bir ipucu verdiğini söylerler. ‘P’,Tevrat’ın basit, dış anlamı olan PEŞAT’ı; ‘D’,kinayeli anlamı olan DRAŞ’ı; ‘S’, ise onun gizli, en derin anlamı olan SOD’u simgeler. Yahudi mistik, hayatının  ‘Bahçe’sindeki bu  tehlikeli yolculuğu açıklamak için Talmud ustaları, dört büyük bilge din adamının, Ben Azai, Ben Zoma, Ben Abuyah ve Rabbi Akiva’nın başlarından geçen efsanevi bir öyküyü anlatırlar.

Bu bilgeler, Ortaçağın ilk yıllarında İsrail topraklarında yaşamış ve öğretmenlik yapmışlardır. Dördü de Kudüs’teki merkezi Yahudi Akademi öğretisinin ünlü kanun adamlarıdır. Tarihi kaynaklara göre Ben Zoma aklını kaçırmış, Ben Yoma inançsız bir kâfir olmuş, Ben Azzai ise en verimli çağında ölmüştür. Sadece Rabi Akiva, bu yolculuktan barış ve huzurla çıkmış,90 yaşında aydınlanmış bir ruh olarak din şehidi olana değin yaşamıştır.

EFSANEYE GÖRE DÖRDÜ DE PARDES’E GİRDİ

Efsaneye göre dördü de ‘Pardes’e girdi, yani mistik yaşamla kucaklaştı. İçlerinden en yaşlısı ve hazırlıklı olanı, Rabbi Akiva, bilinç üstü düzeyine ilk ulaşan kişi oldu. Fakat uyanıklık bilincine ulaştığında, diğer üç kişiyi, dönüş yolunda zihinlerinin yaratacağı hayali görüntülere yenilmemeleri ve teslim olmamaları için uyardı. “Mermerin saf taşlarına yaklaştığınızda ‘su su’ diye bağırmayınız, çünkü şarkılar bize der ki ‘yalan konuşan gözümün önüne gelmeyecektir.’”

“Dolap çeviren evimde oturmayacak, yalan söyleyen gözümün önünde durmayacak.”(MİZMOR 101:7)

Rabbi Ben Azzai ‘Gözünü dikti ve öldü’, çünkü ruhu kaynağına ulaşmayı o kadar çok istiyordu ki, ışığı görür görmez hemen fiziksel bedenini üzerinden sıyırıp attı. “Rabbin gözünde değerlidir sadık kullarının ölümü”(MİZMOR 116:15)

Bilgi karmaşasından yeterince çıkamamış olan Ben Abuyah gözünü dikti ve bir yerine iki Tanrı görerek anında kâfir oldu.

Ben Zoma baktı ve aklını kaçırdı, çünkü olağan yaşamla, hayali deneyimi uzlaştıramadı. “Bal buldun mu yeteri kadar ye, fazla doyarsan kusarsın.” (MİŞLE Özdeyişler25:16)

Yalnızca mükemmel ve uyumlu olan Rabbi Akiva, barış içinde girdi ve çıktı.

Kabalacılar için, düşünce, eylem ve hedef birbirlerine doğrudan  bağlantılıdır; bu nedenle aklını, bedenini ve ruhunu  ne kadar çok arındırırsa, Tanrı’ya o kadar çok benzer. İnsanın Tanrı’nın görüntüsünde yaratıldığına  inandığından, mistism yolu yardımıyla kendisini o kadar parlatacaktır ki, sadece Tanrı’yı yansıtacaktır. Bu durum da ‘Mutlak Varlıkla Birleşme’, ‘benzerin benzeri çekmesi’ olmaktadır. Kişi ne kadar Tanrısal olursa, o kadar çok ilahi ışığı yansıtır. Ruhsal Ağacın bu ilk dalında görünen tüm dünya, Kabalacının parlatma aracıdır. Çevresindeki hayatın bütününden(yıldızlar, insanlar, besin)Tanrı’nın varlığını arıtır. Duyguları daha da arındırdıkça meleklerin saf renk  ve kokudan ibaret dünyası ile ilişkiye geçecek, ta ki sonunda ‘DEVEKUTH’ denilen ve insan şuurunun ulaşabileceği en yüksek mertebe olan Tanrı’ya sevgi ile bağlanma seviyesine ulaşacaktır.

EFSANE HAKKINDA NOTLAR: Bu efsanevi anlatı; Babil Talmud’u-Hagiga 14b, Kudüs Talmud’u-Hagiga 02:01-bölümlerinde yazılıdır. Ayrıca Zohar kitabında 26b  bölümünde de aynı hikâye anlatılmaktadır. Haham Louis Ginzberg’in Yahudi Ansiklopedi’sinde de aynı  öykü anlatılmaktadır. Okuduğunuz bu anlatı ise  Perle Epstein’ın Kabala adlı kitabından kaynaklanmıştır.