Müslüman veya Yahudi, bir annenin oğlu için döktüğü gözyaşları her ikisi için de aynı değil midir. Ve bu lanet teröristler eğer Tanrı’ya veya Allah’a ya da neye ise inanıyorlarsa lanetlenmemişler midir! Başlığımda da belirttiğim üzere; Theodor Herzel’in Ütopik Eşitlikçi Altneuland’i (Eski-Yeni Vatan) ve Tevrat’ta İsrailoğulları’nın Tanrı’dan bizi tüm diğer uluslar gibi yapmasını istediği “kechol hagoyim” (Tevrat – shoftim – 8, 22) ifadesi arasında sıkıştık. • İşin özünde, biz daha iyisi olabilmek için, demokrasi ve plüralizmin parlayan yıldızı olabilmek için çabalıyoruz. Sıklıkla ışığımız onu söndürmek isteyenler tarafından karartılıyor ve bizi nefret ve ölümlerin en düşük paydasına getiriyorlar. • Ölen gençlerimiz için ve daha fazlası hayattaki tüm gençlerimiz için artık daha güçlü olalmalı, beraber yaşayabilmeliyiz. OHAD AVİDAN KAYNAR – www.israilblogu.com
Son otuz-kırk yılda, İstanbul Yahudi cemaatinin liderleri neredeyse panik halinde varlık sürdürme telaşına girişti. 1980'lerde yapılan gayri resmi bir araştırma pek çoklarının içgüdüsel olarak hissettiklerini doğruluyordu: Cemaat hızla küçülüyordu.
Cemaat yetkilileri daha çok eğitim, cemaat içi dayanışma ve İstanbul'da geriye kalan Yahudiler arasında Yahudilik bilgisini geliştirmek üzere bir dizi yeni faaliyet düzenledi. Yeni faaliyetler arasında evlenmek üzere olan çiftler için bir kurs da vardı. Yahudi töreniyle evlenmek isteyen tüm çiftler artık Hahambaşılığa kayıt yaptırmak zorunda ve onun sistemine dahil olanlar dışında alternatif Yahudi nikâh törenleri yok.
Katıldığım bütün Türk Yahudi nikâh törenleri, değişen yüzler, saçlar ve kıyafetler dışında aşağı yukarı aynı görünüşe sahipti. Üç haham ve bir din dışı eğitimci tarafından yürütülen evlilik öncesi semineri Türk Yahudilerin son derece ritüelleşmiş evlilik sürecinde zorunlu basamaklardan biriydi.
2002–2003 arasında katıldığım seminerler, Ulus Özel Musevi Okullarının kolları katlanan sıraların, girişten, şişkin evrak zarfı dolu bir masanın durduğu tahtanın önüne doğru basamaklar halinde aşağı indiği amfisinde yapıldı. Masada beyaz perdeye sunum yansıtan bir projeksiyon cihazı vardı. Seminerin yöneticileri arasında otuzlu yaşların ortalarında, koyu saçları kısa kesilmiş iki yerel haham ile bir din dışı yönetici bulunuyordu. Yüzleri tıraşlıydı ve koyu renkli takım elbise giymiş, kravat takmışlardı. Seminerden sorumlu üçüncü bir haham ise aşırı ortodoks Chabad hizbindendi. Bu kişinin Türkiye'de herhangi resmi bir statüsü yoktu (hahambaşı ve diğer yerel yöneticilerden farklı olarak); ancak genelde "gerçek" Museviliği temsil etmesi için çağırılıyordu. İstanbul'da büyümüş olan din dışı lider, toplantıları düzenleyen bir gönüllüydü, organizasyondan ve üç hahamın takdiminden sorumluydu. O da bir takım elbise giyiyordu.
(...) İstanbullu bir sonraki nesil Yahudi çiftlerden oluşan bir dinleyici grubu için cemaat liderlerince evlilik dersleri verilmesi performansı, bir "yeniden kazanılmış davranış" biçimi, kaybedilmiş bir kültürel biçimi tekrar canlandırmaya yönelik bir tür kurtarma performansıydı:
Tıpkı fiziksel sağlığın çok çeşitli bir gen havuzuna dayanması gibi, toplumsal sağlık da çok çeşitli bir "kültür havuzuna" bağlıdır. Yeniden kazanılmış davranış, çok çeşitli bir kültür havuzunu korumanın yollarından biridir. Dünya tekkültürüne uyar; ama aynı zamanda da ona karşı olan bir stratejidir. Yabani olanı korumanın yapay bir yoludur.
Ben de benzer bir yeniden kazanılmış davranış deneyimledim; ancak bu sefer benim için düzenlenmişti; antropologların gözlemlediklerinden beklemeyi öğrendikleri ama kültürün performansa dayalı doğasını bize her seferinde tekrar hatırlatan bir gösteri. Yirmi beş yaşında bir arkadaşım beni bir Şabat yemeğine anne-babasının evine davet etti. Masa çok çeşitli ev yapımı yemeklerle ve mum, şarap ve ekmeğin ritüel kutsanışı için gerekli teçhizatla cömertçe donatılmıştı. Ritüellere sıra geldiğinde, arkadaşımın kayınbiraderi gerekli duaları okudu. Ritüellerden sonra ev sahibim ile bir başka arkadaşının Türkçe olarak konuştuklarına kulak misafiri oldum. Diğer misafirin, "Siz bunu her Cuma akşamı yapar mısınız?" sorusuna ev sahibim, "Hayır, asla!" diye cevap verdi. Türk Yahudiler hangi tür performansların hangi sahneler için uygun olduğuna dair kozmopolit bilgi sahibidirler. Şabat yemeği örneğinde şahit olduğum şey, benim onlardan beklediğimi düşündükleri gösteriydi.
Marcy Brink-Danan
http://bianet.org/biamag/azinliklar/156986-turkiye-yahudileri-icin-evlilik-kurslari
Sevgili okuyucularım, İsrail’de yaşları 15’le 18 arasında olan üç genç kaybolmuştu.
Her yerde arandılar ama bulmak mümkün olmadı.
Aradan yaklaşık bir ay geçti ve çocukların cesetlerine ulaşıldı.
İsrail Hükümeti tarafından yapılan açıklamaya göre çocukları İslamcı terör örgütü Hamas kaçırmış ve infaz etmişti.
İsrail gereğini hemen yaptı ve Hamas hedeflerini bombalamaya başladı. Televizyonda izledim, bir Hamas yetkilisinin içinde bulunduğu özel aracı da helikopterden bombalayıp imha etti.
Bir devlet kendini böyle korur. Vatandaşlarının başına bir iş geldiği zaman gereği neyse onu yapar.
Terör karşısında aciz duruma düşmez.
Emin Çölaşan
http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/emin-colasan/iste-israil-iste-bizim-acizler-549804/
Son gelişmelerin en endişe verici tarafı İsrail hükümetiyle halkın önemli bir kesiminin bu intikam söylemlerinde buluşması oldu. İsrailli yerleşimciler hukuk tanımazlıkları, vandallıkları ve şiddet eğilimleri ile bilinir. Irkçı gündemlerinin İsrail hükümetleri nezdinde kabul görmesi ve siyasaya dönüşmesi için büyük lobi faaliyetleri yürütür. Yerleşimci lobisi, bu olaydan sonra maalesef sadece hükümeti değil aynı zamanda İsrail ana akımını da bir girdap gibi kendi söylemlerine çekmiş durumda. Mevcut İsrail kabinesinin sağcı-aşırı sağcı yapısı ve Uri Ariel gibi yerleşimci lobinin önde gelen Amana ve Yeşa gibi kuruluşlarında yöneticilik yapmış birisinin Barınma ve İnşaat Bakanı olması, lobinin sesinin hükümet nezdinde yüksek çıkmasına sebep oldu.
Netanyahu, İsrail’in milli şairi Haim Nahman Bialik’in “küçük bir çocuğun kanının intikamı…” satırlarıyla sosyal medyadan intikam furyasına katılırken, hedefe Hamas’ı koydu ve Hamas’a bedel ödeteceğini ilan etti. Netanyahu hükümeti, Batı Şeria genelinde “cadı avına” başlayıp Gazze’yi havadan vururken; yerleşimci zihniyeti sosyal medyada “İsrail halkı intikam istiyor” kampanyaları başlattı, Filistinliler’e yönelik taciz ve linç faaliyetlerine girişti ve son olarak Kudüs’te kaçırdıkları Filistinli Muhammed Ebu Hıdır’ı (16) “bilmukabele” öldürdü.
Üç İsrailli’yi kimin neden kaçırdığı sorusu cevabını arayadursun an itibariyle Filistin’de şiddetin kapıları intifadaları andırır bir şekilde aralanmış durumda. En azından İsrail tarafından yükselen intikam çığlıkları, Filistin’de kan ve gözyaşını katlayacak; İsrail uluslararası kamuoyunu da bu olayla arkasına almışken geniş çaplı bir saldırıdan kaçınmayacaktır.
Ufuk Ulutaş
http://www.aksam.com.tr/yazarlar/ufuk-ulutas/israil-intikam-istiyor/haber-321686
Aşırı dindarlar Yahudiler, kadın ve erkeklerin ayrılması ve daha sert dini kısıtlamaları savunmalarından ötürü anaakım ağ fırsatlarından yararlanamıyor. İsrail'de "harika bir başlangıç ekosistemi" olduğunu söyleyen Crombie, harediler içindeki durumu şöyle anlatıyor: "Tel Aviv'de her gün sayısız toplantı var. Ama eğer harediyseniz ve öyle kalmak istiyorsanız, o zaman bir bara gidip, kızlarla çevrili bir ortamda bira eşliğinde tasarım hakkında konuşamazsınız. Bu uygun olmaz."
Haredi Yüksek Teknoloji Forumu, aşırı dindar girişimcilere alternatif bir "ekosistem" sunuyor. Forum şimdiye kadar Kudüs'te, girişim şirketi Jerusalem Venture Partners'ın sponsorluğunda iki konferans düzenledi. Başlangıç rekabeti gibi girişimler, danışmanlık projeleri ve devlet destekli programlar sayesinde yatırımcıları haredilerin yüksek teknoloji dünyanın desteklemeyi ve binlerce harediyi işgücüne entegre etmeyi umuyor.
Öte yandan engeller de var. Bunlardan biri hahamın getirdiği internet yasağı. Yasaklar son yıllarda gevşemiş olsa da, 2000'de İsrail'deki haredi liderleri evlerde internet bağlantısı olmasını yasaklamıştı. Haredim, internette sörf yaparken karşılaşılabilecek dini tehditleri önlemek için, bilgisayar ve sunucuları filtreleyerek "helel internet" geliştirdi. Böylece yalnızca bazı web sitelerine erişilebiliyor. Rachip gibi harediler tarafından yönetilen şirketler ayrıca kadınların yalnız başına internete girmelerini yasaklıyor ve kadınlar internet kullandıklarında da monitörlerini, herkesin görebileceği şekilde ayarlıyorlar.
Rachip çalışanları kapıların açık bırakıldığı küçücük odalarda dirsek dirseğe oturuyor. Masalara cep telefonları, notepadler ve dua kitapları yayılmış durumda. Çalışan kadınların çoğu 20-25 yaşlarında. Günde sekiz saat çalışıyorlar ve işten sonra çocukları ve evleriyle ilgilenmek üzere "şapka değiştiriyorlar." Kadınlar, kocalarının din okullarında çalıştığını söylüyor ve bu durum, genellikle erkeklerin egemen olduğu bir sektörde kadınları kariyer yapmak zorunda bırakıyor.
NATHALIE ROTHSCHILD
http://www.wsj.com.tr/article/SB10001424052702304359004580008973917914874.html
Berlin’in çeşitli kesimlerinde binaların önündeki kaldırımlara döşenmiş, daha doğrusu gömülmüş pirinç levhalar var.
Almanca Stolpern kelimesi her ne kadar tökezlemek, Stein da taş anlamına gelse de bunlar taş değil, pirinç levhalar.
İnsan tökezlemiyor, bunları görünce insanlar manen tökezliyor...
İşte bu yüzden tökezleten taşlar deniyor...
Bu levhaların üzerinde Nazi kurbanlarının isimleri ve doğum tarihleri yazılı...
Çoğunun üzerinde de kurbanların ölüme götürüldüğü tarih...
Yani deportasyon (sınır dışına göndermek) tarihi...
Bazılarında götürüldükleri toplama kamplarının adı...
Hatta ölüm tarihleri...
En üstte de “Burada ikamet ediyordu” yazısı var.
Aslında komşu binaların önünden geçerken bu pirinç levhaları, daha doğrusu hiç tanımadığım Nazi kurbanlarını her gördüğümde içimi tuhaf duygular kaplardı.
1900’lü yılların başında yapılan bu binada yıllarca yaşayan ve tek suçları Yahudi olmak olan bu insanların gaz odalarında vahşice katledildiklerini okuyunca ve bunu düşündükçe daha tuhaf duygulara kapıldım.
Merdivenlerden inip çıkarken o insanların da aynı merdivenlerinden inip çıktıklarını düşündüm.
Balkona çıkıp 150 metre mesafedeki Berlin’in en ünlü Ku’Damm Caddesi’ne bakarken o insanları düşündüm.
Oturma odasındaki koltuğun üzerine oturduğumda, o insanlardan bazılarının belki aynı odada benzer koltuklar üzerinde oturduklarını, sohbet ettiklerini, kitap, gazete veya dergi okuduklarını, hayaller kurduklarını, hatta seviştiklerini düşündüm.
Tabii yalnız tanımadığım komşularımı ve diğer Yahudi kökenlileri değil, bu pirinç levhalarda isimleri bulunmayan ama Nazilerin düşman gözüyle bakıp katlettikleri milyonlarca Romanları, Sintileri, eşcinselleri, solcuları, komünistleri, Yahova Şahitlerini ve direnişçileri de düşündüm.
Ahmet Külahçı
http://www.hurriyet.com.tr/avrupa/26740235.asp
İSRAİL bölgede çok yalnız. Ve etrafı gittikçe karışıyor. Yeni kurulacak bir Kürt devleti, İsrail için tam anlamıyla can simidi. Daha önceleri Ankara’yı kızdırmamak için Kürtlere karşı mesafeliydi. Artık böyle bir derdi de kalmadı.
Açıklamaların ikinci hedefi ise enerji. Konuştuğum İsrailli yetkili, bu sevkiyatın Türkiye ve İsrail arasındaki enerji ticaretinin önünü açacağını söylüyor. İki hafta önce Tel Aviv’de görüştüğüm tüm İsrailli yetkililer de şunu söylüyordu: “İsrail açıklarındaki doğalgazın uluslararası piyasalara ulaşmasının ekonomik olarak tek uygun yolu, gazın Türkiye’ye bir boru hattıyla ulaşması.”
Üçüncüsü: İsrailli yetkililerin açıklamaları, ABD’li mevkidaşlarıyla yaptıkları görüşmeler sırasında geldi. Yani bir nevi ABD, mesajını İsrail’in ağzından vermiş oldu.
TÜRKİYE’ye gelince. O da İsrail’i önemli bir enerji ortağı olarak görüyor. Kaldı ki, bölge yangın yerine dönmüşken, Türkiye’nin de istikrarlı müttefiklere ihtiyacı var. Ayrıca Ceyhan’da depolanan Kuzey Irak petrolünün bir türlü alıcı bulamaması, Ankara’yı zor duruma düşürmüştü. Petrole pazar bulunması, Türkiye’nin başarı hanesine yazıldı.
Son olarak, Kürtlerin hamiliğine soyunan Türkiye, bu rolü İsrail’e kaptırmak istemeyecektir. Bu da Ankara’yı Tel Aviv-Erbil ilişkilerini yakın takipte tutmaya itecek. Yani Tel Aviv’le yakın temasta olmaya. Kaldı ki iki ülke arasında başlayacak enerji işbirliği zaten er ya da geç ilişkileri normalleştirecektir.
Verda Özer
http://sosyal.hurriyet.com.tr/Yazar/81/Verda-ozer/31094/İsrail-Kuzey-irak-petrolu-Turkiye-den-geldi
Tel Aviv Üniversitesi'nden Irak uzmanı, Kürtlerle ilgili iki kitabın ve İsrail ile Kürtler arasındaki ilişkileri anlatan birçok makalenin yazarı Ofra Bengio’ya göre, Kuzey Irak petrollerinin İsrail’e satılması, “devletlerarası ilişki” denilebilecek bir bütünün yalnızca bir parçası:
“Eminim ki [Kürt lider Mesut Barzani] bağımsızlık ilan ettiğinde, bu ilişkilerin bütünü açık hâle dönüşecek.”
Bengio, İsrail’in Kürtlerle olan ilişkisinin Kürtlerin yaşadıkları ülkeye göre değiştiğini söylüyor ve İsrail'in meseleye ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ mantığı çerçevesinden baktığını Middle East Quarterly Dergisi'nin 2014 Yaz sayısındaki makalesinde şöyle anlatıyor:
“Ortak düşman, 1968-2003 yılları arasında Irak’ta hüküm süren Baas Partisi'ydi. Ama aslında Kürtlerle ilişkiler, Baas Partisi'nden önce de kurulmuştu. Bunun altında İsrail’in 1950’lerde benimsediği ‘yakın çevre’ stratejisi var. Bu stratejiye göre, İsrail yakın çevresinde Arap olmayan bütün unsurlarla ve azınlıklarla iyi ilişkileri içinde olmalıydı.”
Mossad ajanı Tsafrir özellikle 1963-1975 yılları arasında Irak Kürtlerine yoğun bir şekilde yardım ettiklerini anlatıyor. O yıllarda Irak Kürtleri Mesut Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani liderliğinde ayaklanmıştı. Tsafrir'in aktardığına göre, İsrail de o zamanlar Şah yönetimindeki İran’ın da yardımıyla Irak Kürtlerine milyonlarca dolarlık yardım yaptı ve Kürt savaşçıları eğitti.
(...) Ankara merkezli Uluslararası Ortadoğu Barış Araştırmaları Merkezi Başkanı Doç. Dr Veysel Ayhan da İsrail’in bağımsız Kürt devletine destek veren açıklamalarına Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi yetkililerinin henüz yanıt vermediğine dikkat çekti.
Bir çalışma için Erbil’de bulunan Ayhan, İsrail’in açıklamalarının Irak Kürtleri açısından önemli olduğunu ancak Irak Kürtlerinin kendi güvenlikleri için mücadele ederken yeni bir çatışmanın tarafı olmak istemediklerini söyledi:
“Irak Kürtleri için tanınma önemli, İsrail’in Birleşmiş Milletler’deki beş daimi üye üzerindeki etkisi de malum ama Irak Kürtleri için en önemli ülke, Türkiye. Türkiye’nin pozisyonu diğer ülkelerin pozisyonlardan çok daha önemli.”
İsrail’in Türkiye, İran ve Suriye’nin tam kalbinde yer alacak, Arap olmayan bir Kürdistan’ı ‘potansiyel müttefik’ olarak görüp desteklemesi, İsrail için stratejik önemde. Ancak başta Türkiye olmak üzere bölgesel aktörlerin Kürdistanın hamiliğini İsrail’e bırakmaları da akla yatkın görünmüyor.
Nitekim İsrail’in ‘bağımsız Kürdistan’a destek açıklamaları, geleceklerinin büyük ölçüde Türkiye tarafından belirleneceğini bilen Iraklı Kürt yöneticilerden karşılık bulmadı.
Ayşe Karabat
http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/israilin-kurdistan-arayisi
İsrail’in barış reddiyeciliğinin kanıtları içerisinde en ağır basanı, kuşkusuz, yerleşim projeleridir. Kuruluşunun hemen öncesinden bu yana, İsrail’in gerçek niyeti konusunda bu özel projeden daha güvenilir ve daha hassas bir Turnusol testi olmadı. Daha açık bir ifadeyle; yerleşim yerlerinin yaratıcıları işgali güçlendirmek istiyor, işgali güçlendirmek isteyenler ise barış istemiyor. Uzun lafın kısası, bütün hikaye bundan ibaret.
İsrail’in kararlarının rasyonel olduğunu varsayarsak, Filistin topraklarındaki inşaatlarla barış isteminin birlikte var olmasını kabul etmek mümkün değil. Yerleşim yerleşimlerindeki her inşaat faaliyeti, her taşınabilir ev ve her balkon barışın reddini yansıtıyor. Şayet İsrail Oslo Anlaşması yoluyla barışa ulaşmak isteseydi, en azından kendi inisiyatifiyle yerleşim yerlerindeki inşaat faaliyetlerini durdururdu. Bunun yaşam bulmaması Oslo’nun hilekarlık olduğunu kanıtlıyor veya en iyimser görüşle “gerçekleşmemiş kehanetin günlüğü” olduğunu. Eğer İsrail Taba’da, Camp David’de, Şarm el Şeyh’te, Washington’da veya Kudüs’te barışa ulaşmak isteseydi, ilk hareketinin Filistin topraklarındaki bütün inşaatları durdurmak olması gerekirdi. Kayıtsız şartsız. Karşılıksız. İsrail’in bunu yapmamış olması gerçek bir barış istemediğinin kanıtıdır.
Ama yerleşimler İsrail’in niyetinin ne olduğu konusunda sadece bir mihenk taşıydı. Onun reddiyeciliği çok daha derinlerde-DNA’sında, kan dolaşımında, varlık sebebinde, temel inancında- gömülüydü. Orada, en derinde, bu toprakların sadece Musevilerin kaderinde olduğu düşüncesi yatıyor. Orada, en derinde, “am sgula”-Tanrı’nın “kıymetli halkı”- ve “Tanrı bizi seçti” görüşü yerleşmiş durumda. Pratikte, bu şu anlama geliyor. Bu topraklarda Musevilere, diğerlerine yasaklanan her şeyi yapmalarına izin verilmiştir. Burası kalkış noktası, buradan gerçek bir barışa ulaşmanın başka yolu yok. Oyunun adı Filistinlilerin insanlıktan çıkarılması olduğunda, gerçek bir barışa ulaşılamaz. Filistinlilerin şeytanlaştırılması her gün insanların kafasına işlendiğinde, barışa ulaşılamaz. Her Filistinlinin şüpheli olduğuna ve her Filistinlinin “Musevileri denize atmak” istediğine ikna olanlar asla Filistinlilerle barış yapamayacaklar. Çoğu İsrailli bu ifadelerin her ikisinin de gerçekliğine inanır durumda.
Gideon Levy
http://www.evrensel.net/haber/87748/israil-baris-istemiyor.html
Ardından, tipik bir yorum ve demeçler ıskalası, İsrail’in ılımlılarından şahinlerine, oradan Filistin örgütlerine uzanan. Hepsinin Türkiye’deki karşılıklarını bulmak zor değil kuşkusuz. Son Lice olaylarına bakmak yeter. BBC’den aktarıyorum.
(a) Yüksek tirajlı Yediot Aharonot’un yazarı Ben-Dror Yemini: “Yahudilerin büyük çoğunluğu, Şufatlı gencin katillerinin Yahudi çıkmamasını umuyor, bunun için dua ediyor… ama havada, hepimizin gerçekleri inkâr içinde olduğumuz… Aslında ırkçı bir sağın artık içimizde yuvalanmış olduğu korkusu var.”
(b) Netanyahu yanlısı Yisrael Hayom yazarı Dan Margalit: “Elbette her namuslu İsrailli, Eyal Yifrach, Naftali Fraenkel ve Gilad Şaer’in katillerinden kurtulmak isteyecektir. Onları katleden iki Filistinliden alacağımız bir kan borcu söz konusu… [Ama] onların peşine düşmesi gereken İsrail ordusu ile Şabak’tır, yoksa kamusal hayatın dışında faaliyet gösteren başıbozuk gruplar değil.” [Bizdeki şehitlerimiz edebiyatının muadili. Özetle, kan dâvâsı diyor, intikam diyor, öldüreceğiz diyor; rövanşist milliyetçiliğe çanak tutuyor, okşuyor, sırtlarını sıvazlıyor; ama son anda, siviller öldürmesin istiyor.]
(c) El Fetih yanlısı günlük El Kuds gazetesi: “Bir kere daha, şiddetin, fanatizmin ve gerilimin önünün alınmasına giden yolun barıştan geçtiğini söylüyoruz.” [Tersi de geçerli değil mi acaba; yani barışa giden yolun şiddetin ve fanatizmin önünün alınmasından geçtiği?]
(d) Hamas’ın Gazze’de yayınlanan Filastin’inde, Dr İsam Şavir’in yazısı: “İşgalcilerin tehditleri beş para etmez ve Hamas’ı korkutamaz, hele hele Gazze Şeridi’nde.” [Tercümesi: savaşa devam; sürsün bu kan banyosu, haklılık ve kahramanlık adına.]
Halil Berktay
http://serbestiyet.com/uc-israilli-genc-sonra-bir-filistinli-genc/
“Tekrar fikrine saygı duyuyorum ancak aynı fikirde değilim. Eğer onlara eşit vatandaşlar gibi davrandığımızı söylersek, onlar da protesto ve konuşma özgürlüğü dahil olmak üzere tüm vatandaşlık haklarına sahip olacaklardır. Eğer Israel’de mutlu değillerse ve kendi ülkeleri kabul etmiyorlarsa, bu onların haklarıdır. Onları bizden biri olarak hissetmeleri için daha iyisini yapabiliriz (kapak resmindeki gibi) ve topluma daha çok dahil olabilmelerini sağlayabiliriz. Ya da bu protestoları sürdüğü sürece tolere edebilir ve demokratik olabiliriz. Bunlar benim iki görüşüm.”
Anlamı: Hepimizi Allah yarattı. (evet evet, ateistler buna inanmasa da) İnsan ruhunun birinden diğeri ile irtibatını sağlamalıyız, farklılıklar yerine benzerlikleri görmeliyiz, önleyici olmak yerine kucaklayıcı olmalıyız ve bu şekilde ilerlemeye çalışmalıyız.
Bir hafta içinde bu gençlerin ölümü bir ders olamaz mı?
Müslüman veya Yahudi, bir annenin oğlu için döktüğü gözyaşları her ikisi için de aynı değil midir. Ve bu lanet teröristler eğer Tanrı’ya veya Allah’a ya da neye ise inanıyorlarsa lanetlenmemişler midir!
Başlığımda da belirttiğim üzere; Theodor Hertzel’in Ütopik Eşitlikçi Altneuland’i(Eski-Yeni Vatan) ve Tevrat’ta İsrailoğulları’nın Tanrı’dan bizi tüm diğer uluslar gibi yapmasını istediği “kechol hagoyim” (Tevrat – shoftim – 8, 22) ifadesi arasında sıkıştık.
İşin özünde, biz daha iyisi olabilmek için, demokrasi ve plüralizmin parlayan yıldızı olabilmek için çabalıyoruz. Sıklıkla ışığımız onu söndürmek isteyenler tarafından karartılıyor ve bizi nefret ve ölümlerin en düşük paydasına getiriyorlar.
Ölen gençlerimiz için ve daha fazlası hayattaki tüm gençlerimiz için artık daha güçlü olalmalı, beraber yaşayabilmeliyiz.
Ohad Avidan Kaynar
Yahudi yerleşimcilerin sayısı yarım milyon civarında. Bunların bazılarının Filistinlilere karşı işlediği suçlar da yeni değil ama bu saldırılara duvar yazısıyla 'fiyat etiketi' imzasının atılması görece yeni.
İsrail hükümetleri, yerleşimleri planlı bir biçimde büyütse de, bazen de kendilerini İsrail devletinin bekasının savunucusu olarak gören, yerleşim birimlerinde yaşayarak ulusları adına fedakârlık yaptıklarını düşünen radikal unsurlar, gidip Filistin topraklarına hükümetle koordine etmeden yerleşiyor. Bir gecede kurdukları konteynerler bazen güvenlik güçlerince kaldırılıyor, bazen de istedikleri bir hizmet kendilerine sunulmuyor ya da hükümetin herhangi bir politikasından memnun kalmıyorlar. İşte o zaman 'fiyat etiketi' saldırısı yapıyorlar.
Onların mantığına göre, mademki hükümet onların istediğini yapmıyor, öyleyse bunun için bir bedel ödenmesi gerekiyor. Filistin topraklarındaki konteynerin başına maliyetin yüksek olmasını neden göstererek asker dikmedi mi hükümet? O halde evi yanmış Filistinlinin derdiyle uğraşmak zorunda kalsın da görsün maliyeti! Evinin yanmasına kızacak Filistinlinin sabrının taşmasının getireceği sorunlarla da uğraşsın.
...
İsrail’in 1967’den sonra işgal ettiği topraklarda yaşayan Filistinlilerle başlayıp, giderek İsrail güvenlik güçlerini, sonra İsrail vatandaşı olan Filistinli Müslümanları ve İsrailli barış savunucularını hedefleyen 'fiyat etiketi' saldırıları, Papa’nın Mayıs 2014’teki Kudüs ziyareti sırasında Hıristiyanları da hedef alınca Batı medyasının ilgisini çekmeyi başardı.
İsrail’in en ünlü yazarlarından Amos Oz’a konu hakkında fikri sorulunca, Oz da açtı ağzını, yumdu gözünü:
“Canavarın gözünün içine bakmalı ve gerçek adını söylemeliyiz. Her zaman diğerleri gibi olmak istedik, İbrani bir fahişenin ya da İbrani bir hırsızın olacağı günleri umut ettik. İşte istediğimiz oldu, artık neo-nazi gruplarımız var. Avrupa’da Neo-Nazi grupların yaptığı her şeyi buradaki gruplar da yapıyor. Bu konuda Avrupa ile tek bir farkımız var, buradakiler birkaç milletvekilinin milliyetçi hatta ırkçı rüzgârından ve bu gruplara neredeyse dini temel hazırlayan hahamlardan faydalanıyor.”
Ayşe Karabat
http://www.aljazeera.com.tr/blog/israilde-neo-nazizm
http://www.timeturk.com/tr/makale/omur-celikdonmez/filistin-de-yahudileri-kim-olduruyor.html
http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=348848
http://mustafacihandemir.blogspot.com/2014/07/anne-frankn-hatra-defteri.html
http://odatv.com/n.php?n=ortadoguda-neler-oluyor-0507141200
http://tr.danielpipes.org/blog/2014/07/netanyahu-eli-kuvvetli
http://fikriselim.blogspot.com/2014/07/cetin-altan-tevratn-cocuklarkudus.html
http://fikriselim.blogspot.com/2014/07/cetin-altan-tevratn-cocuklar-ii-salom.html
http://fikriselim.blogspot.com/2014/07/cetin-altan-tevratn-cocuklar-iii-bir.html
http://fikriselim.blogspot.com/2014/07/cetin-altan-tevratn-cocuklar-ivbir.html
http://fikriselim.blogspot.com/2014/07/cetin-altan-tevratn-cocuklar-vsosyalist.html
http://fikriselim.blogspot.com/2014/07/cetin-altantevratn-cocuklar-vibirkac.html