İsrailli ve Filistinli genç müzisyenleri bir araya toplayarak ve etnik, dinsel, siyasi ve kültürel ayrılıkları yok sayarak bir orkestra oluşturmanın ne denli bir paradoks olduğu büyük tartışmaların konusudur. Doğu-Batı Divanı Orkestrası, Daniel Barenboim ve Edward Said tarafından işte bu tabuları yıkmak için kuruldu
Holokost’un üzerinden tam 70 yıl geçti. Holokost’u yaşayan nesillerden kalan tek tük kişiler hatta onların torunları bile halen geçmişin bu trajik travmasının izlerini taşırlarken müziğin evrenselliğinden söz etmek ne denli doğru olabilir tartışılmaktadır.
70 yıl sonra İsrail’de Wagner müziği çaldıran, İsrailli ve Filistinli genç müzisyenleri bir araya toplayarak ve etnik, dinsel, siyasi ve kültürel ayrılıkları yok sayarak bir orkestra oluşturmanın ne denli bir paradoks olduğu tartışılmaktadır.
Doğu-Batı Divanı Orkestrası, Daniel Barenboim ve Edward Said tarafından işte bu tabuları yıkmak için kuruldu. İstanbul Festivali kapsamında bu yıl Daniel Barenboim, Staatskapelle Berlin Orkestrası’nı Wagner çaldırarak bu izi sürmeye devam etti.
Staatskapelle Berlin’i yirmi iki yıldır yöneten Barenboim günümüzde büyük şefler serisinin son üyelerinden sayılıyor. Onun sadece, Furtwangler, Cloudio Arraou, Celibidace gibi dönem orkestra şefi ve yorumcu profilli müzik adamlığı kimliği değil, entelektüel yapısı ve İsrail-Filistin davasına Edward Sait ile kattığı yolun müzikalitesi de bu alanda değerlendirilmelidir.
Aylardan ağustostu. İntifada Ortadoğu’da tüm şiddetiyle sürerken ‘yol-haritası’ artık fena halde tartışılır ve sallantıdayken, binlerce mil ötede Royal Albert Hall’da iki piyanist, Saleem Abboud-Ashkar ve Shai Wosner el ele tutuşmuş, gülümsüyor ve kendinden geçmiş dinleyicileri eğilerek selamlıyorlardı. Şef Daniel Barenbiom ile birlikte Mozart’ın Üç El Piyano İçin Konçertosu’nun parlak bir icrasını tamamlamışlardı. Konserin sonunda dinleyicilerin ayakta alkışı oldukça uzun sürdü. Sembolizm dolu bir andı: Çünkü Abboud-Ashkar Filistinli; Wosner İsrailliydi. Dinleyiciler için bu konser iki farklı kültürün, ayrı toplumların ve dünya görüşlerinin temsili değil, müziğin evrenselliğinin toplum-birey ilişkilerindeki uyumu ve kırılacak dogmaların kanıtlanmasıydı. Aslında hangi yönden bakacak olursanız böyle bir olgunun, sosyolojik ve psikolojik analizlerle farklı sonuçlar doğuracağı kuşkusuzdur.
Bu etkileyici görüntünün kökeni, yıllar önce başlayan bir projeye dayanıyordu. Arjantin doğumlu İsrailli ünlü şef ve piyanist Daniel Barenboim ile eski arkadaşı, Filistinli düşünür entelektüel Edward Said, bir düşünceyi hayata geçirmek için el ele vermişlerdi. Her iki toplumun temsilcileri, bu düşünceyi akıl dışı buluyor ve kurulacak bir orkestrada hem Filistinli hem de İsrailli gençlerin bir arada uyum içinde müzik yaparak evrensel bir barışın mesajını verebilmelerini ütopya olarak kabul ediyorlardı.
Buenos Aires’te doğan Barenboim ailesinin tek çocuğuydu. On yaşındayken -ki ilk konserini yedi yaşında vermişti- ailesiyle İsrail’e göç etti. Annesi Siyonist bir aileden geliyordu. Öğretmen olan babası, aydın ve eğitimciliğe önem veren bir kişilikteydi. Babası için “Eğer çoğunluğun bir parçası olarak büyürsem, daha normal bir çocukluk geçireceğimi düşünürdü,” der anılarında Barenboim. Bu yüzden o hep topluluğuyla birlikte aldığı kararları, ailesi için ön panda bulundurmuş biriydi.
Yirmili yaşlarında Britanya’ya göç ettiler. Burada Barenboim için başka önemli şeyler kadar, Jacqueline du Pré’yle yaptığı evlilik de hayatını ciddi bir şekilde etkiler. Pré ile Kudüs’te 1967 savaşının bitiminde Ağlama Duvarı’nda büyük bir tutku ve aşkla evlendiler. Fakat yaşam eşi için acımasız davrandı, bir müzikçi özellikle çellist ve kariyerinin zirvesinde olan Pré’ye MS (multiple skleroz) teşhisi konuncaya kadar birlikte altı parlak yıl geçirdiler. Karısı ilerleyen hastalığı yüzünden ölüme doğru giderken, Barenboim ilk devamlı şefliği için Paris’e gitti. Burada iki yıl kadar Elena Bashkirova ile birlikte yaşadı ve karısının ölümünden sonra onunla evlendi.
Gençken ve karısı yavaş yavaş ölüme giderken bile, halkın gözü önünde olmanın duygusal ve ahlaki travmalarını hep yaşadı Barenboim. Müziği ve ideallerine karşı daima tutkuluydu. Bu onu kaçınılmaz şekilde toplum, insan ve kişisel değişimiyle yaşadığı paradokslar karşısında hep çelişkili kılıyor ardından çeşitli yorumlar yapılmasına olanak bırakıyordu.
Barenboim çok küçük yaşta piyanoya başladı. Müzik dünyasının en ünlüleri ile, Wilhelm Fürtwanger dahil birçoğundan ders aldı. Onların yanında eğitimini tamamladı. Ayrıca, Nadia Bulanje’den aldığı kompozisyon eğitimi onun hem piyanist hem orkestra şefi kimliğine farklı katkılar sağladı. Çok genç yaşta orkestra şefliğine de soyundu. 1960’larda her ikisini bir arada yürüten zamanın ender müzikçilerinden biriydi. Çok aktif, hatta hiperaktif denebilecek bir insandı. Halen klasik müzik dünyasının en güçlü ve en çok üreten insanlarından biridir. Günümüzde Şikago Senfoni Orkestrası’nın müzik direktörlüğünü yürütürken ve aynı zamanda da Avrupa kıtasında da Staatsoper’in (Devlet Operası) sanat yönetmenliğini üstlenmiş durumdadır.
Bugün 68 yaşında olan maestro için kurduğu Doğu-Batı Divanı Orkestrası bir ‘demokrasi serüveni’ tanımını da taşıyor. “Müzik birleşmek ve ahenk içinde olmaya dair her şeyi söyler. Batı-Doğu Divanı Orkestrası’ndaki müzisyenler, ortak bir amaç için birlikte çalışırlar. Nereden geldikleri düşünülecek olursa, bunun devrimci ve kaynağında demokrasiyi notaların armonik yapısı gibi gören bir topluluğun ortak sesi yankısıdır diyebiliriz,” der. Ve devam eder: “Orkestra benim Ortadoğu hakkındaki düşüncelerimin müzikal bir versiyonudur. Görmek istediğim, herkesin katkıda bulunabildiği; bütünün, onu meydana getiren parçaların toplamından daha büyük olduğu bir Ortadoğu”.
Ortadoğu adaylar için taranıp, her iki toplumdan birçok yetenekli genç müzisyen bulunduktan sonra, Doğu-Batı Divanı Orkestrası adıyla çoğunluğu gençlerden oluşan hemen hemen tümünün amatör olduğu bir orkestra kuruldu. (‘East and West Divan’ - Orkestranın ismi, Goethe’nin İslami şiirle Avrupa şiirini birleştirerek yazdığı bir eserinden alınmadır.) Orkestra üyelerinin yaş ve yetişme düzeylerindeki farklılıklar nedeniyle kaçınılmaz olarak düzgün bir başlangıç yapılamamıştı. Ortak bir müzikal formasyonun sağlanması geldikleri toplumların kendilerine kattığı düşünce farklılıklarının ve ön yargıların kırılması zaman almıştı. Barenboim bunun workshop çalışmalarıyla ve homojen bir tarzın benimsenebilmesiyle giderileceği kanısındaydı. Barenboim ve Said’in Doğu-Batı Divan Orkestrası’nın politik bir proje almadığını her fırsatta söylemeleri, müzikseverlerin orkestrayı barış içinde toplumsal farklılıkları ne olursa olsun müzik adına yapılabilecek çok şeyin olması gerektiği ve bunun ancak sevgi güven ve toleransla başarılabileceğinin bilinmesi amaçlıydı. Bu ortak amacın gerçekleşebilmesi hem Daniel Barenboim’in hem de Edward Said’in yaşamlarında karşılaştıkları ve köklerinin değer yargılarını sınadıkları ‘paradokslarla paralelliklerinin’ somut yansıması olacaktı.