İnsanın yaratılmasıyla birlikte, tüm yaşamı bir süreklilik içinde, çeşitli iniş ve çıkışlarla devam eder. Her yaşadığımız olay, bir diğerini etkiler ve onun içinde kendini gösterir.
‘Talmud Nedir’ kitabında, Rabbi Aaron Parry (Çev: E. Seval Vali), şunları yazıyor:
“Yahudi halkı için ölüm korkulacak bir şey değildir. Aksine bir yaşamdan diğerine geçiştir. …Yaşamda başımızdan geçenler, hem ‘kabımızı’ (vücudumuz, duygularımız ve aklımız), hem de etrafımızdaki dünyayı zarifleştirmeye ve mükemmelleştirmeye yardım eder. (s/249)”
O halde, önceden yaşanılan bazı olayların, sonradan sanatsal bir atmosfer içinde yer aldığını düşünebilir miyiz? En azından bir öngörü olarak bunu ciddiye alabiliriz. Bu yazımızda, böyle bir öngörüden yola çıkarak, iki farklı zamanda gerçekleşen iki olay arasında bir bağlantı kurmaya çalışacağız. Hiç kuşkusuz bu deneme tamamen öznel bir çalışmadır.
Kral Süleyman’ın yaşamı, bir müziğin notaları gibidir. Başlangıçta hızlı bir ritim ile başlayan, sonrasında sert inişler ve çıkışlarla dinleyeni sarsan, ruhunda esintiler yaratan, sürekli değişen temposu ile mistik bir müziği andırır. Anlatmaya çalıştığımız, Süleyman’ın yaşamının tüm aşamalarının, Beşinci Senfoni ile özdeşleştirilmesidir. Yaşamda her şeyin bir diğeriyle benzer olduğunu ya da bir yakınlık kurulabileceğini düşünüyoruz. İnsan ve müzik birlikteliğini bu açıdan ele alacağız, farklı bir gözle yorumlamaya çalışacağız. Beşinci Senfoni’nin notalarını, bestesini, müzikle yansıttığı bir olayı ele alacağız. Sonra tüm bunları, Kral Süleyman’ın yaşantısı ile arasında nasıl bir bağlantı olur sorusuna yanıt arayacağız. Bir kez daha yineleyelim: Bu tamamen öznel bir değerlendirme olacak.
COŞKULU BAŞLANGIÇ
Süleyman’ın krallığı başladığında, ağabeyi Adoniya’yı ve ordu komutanı Yoav’ı öldürtür, kâhin Abiatar’ı ise görevden aldırır. Bu başlangıç; acımasızlık, tek adam olma isteği ve keskin bir politik tavrı gösterir. Yani, ilk başta, Süleyman’ın kararlı tavırlarını, toplumu yönetme isteğini görürüz. Onun verdiği kararlar, yüksek bir uçurumdan aşağıya bakmak gibidir. Süleyman’ın bu dönemi, Beethoven’in ünlü 5. Senfonisi’nin giriş bölümünü anımsatır. Senfoni’nin Sonata’sı (sonare-ses çıkarmak), bir gök gürlemesini, muhteşem bir açılışı, dinleyende ürpertici bir duygu yoğunluğunu yaşatır. Senfoni’deki Allegro teması, coşkusu, dört notadan oluşan motif (ta ta ta taaaa!) uyumlu bir biçimde açılış yapar. Ludwig van Beethoven, kişisel yaşamındaki sağırlık duygusu nedeniyle, böyle bir beste (‘kader’ adıyla da anılmaktadır) yapması hayli ilginçtir aslında. Senfoniyi yazarken, kulaklarındaki sağırlık iyice artmıştı. Beethoven’in sağırlığı tamamen doğal bir gelişmedir. Ancak, Süleyman da kulağını sağırlaştırır, eleştirilere kapatır, kendi bildiğinden şaşmaz hiç. Sözgelimi, sarayın lüks yaşamı nedeniyle, halk alınan vergilerden inlemekteydi. Bu nedenle, halkın ileri gelenleri, oğlu Rehoboam’a gider, onun aracığıyla vergi indirimi rica ederler. (1. Krallar –12:3-4) Beethoven ise, kişisel yaşamını müzik besteleriyle çerçeveler, notalar ve konserler ile tamamlar. Onun yaşamında müzik duygusu, kendini beste yapmaya adaması, bunlara tutkuyla bağlanmasıyla açıklanabilir. Beethoven, sağırlığını müzikle unutmaya çalışırken, Süleyman ise kulağını eleştirilere kapatır, duymazlıktan gelir.
Senfoninin başındaki dört nota (sol, sol, sol, mi), klarnet ve yaylı çalgılarla başlar. Sanki bir fırtınayı, bir sel felaketini, bir depremi haber veriyordur. Bu açılışta motif öylesine görkemli, keskin ve serttir ki, insanın beynine şimşekler çakar gibi zihinsel algılama yaratır. Müziğin temposu, coşkulu ritmi, ansızın başlayan o olağanüstü giriş bölümü, insanın benliğini topyekûn yok eden, onu yeniden var etmeye yönelik felsefi bir yapıyı andırır. Beethoven, kişisel açıdan sağırlığını, bu beste ile kadere isyan motifine dönüştürmüştü. Kulaklarının kapalı olması, onu dış dünyadan soyutlasa bile, müziğin yarattığı atmosfer, ruhuna yeni bir enerji vermekteydi. Beethoven, sağırlığını müzikle örtüştürerek, yaptığı bestenin notalarını ruhunda hissetmişti. Sağırlığın arttığı bir dönemde, tek başınalığı, yalnızlığı, kadere isyan adıyla bu senfoniyi bestelemişti. 5. Senfoni’nin ilk dört notasını, Avusturyalı yazar Anton Schindler’e şöyle anlatır: “Kader kapıyı böyle çalar!” Süleyman ise, oturduğu tahtı, çevresine yaydığı ölüm korkusu sayesinde korumuştu. Yarattığı bu korku duygusu, imgesel anlamda gelecek olan büyük bir sorunu çağrıştırmaktadır. Verdiği infaz kararları, görevden almalar, tek adam olma isteği… Kuşkusuz bunda kulaklarını eleştirilere tıkaması, önerileri dikkat almaması, ben yaptım oldu anlayışı öne çıkmaktadır. Senfonideki açılış da insanı deliye çeviren, şaşırtan, ürküten, ruhunda fırtınalar kopartan bir temayı içselleştirir. Her bir nota (sol, sol, sol, mi), keskin vuruşlarla, bir bıçak darbesiyle yaşamı ayrıntılara böler, küçültür, ardından bu kez bölünen yaşam parçaları birleştirilir, kendi içlerinde bütünlük oluşturur. Bu yap/boz (puzzle) ile oluşan yeni oluşum, bir ileri safhaya geçer ve nihayet bir kurtuluş (buna zafer marşı da denilebilir) ile son bulur. Süleyman’ın yaşamında ise, tahta geçtikten sonraki davranışları, aynı keskinlik ve yaydığı korku ile iç içedir diyebiliriz. Onun krallığı ilk andan itibaren, keskin ve sert söylemlerle başlamıştı. Allegro’nun coşkulu, hareketli, kadere isyan eden ritmi ile Süleyman’ın krallığının ilk dönemindeki sert tavrı, ölümcül emirler vermesi arasında bir bağlantı olduğunu düşünebiliriz.
Süleyman’ın yaşamının ilerleyen döneminde, büyük bir görkem, ihtişam ve belirli oranda gizem vardı. Bu bölümde, Süleyman’a çok sayıda hediyeler gelmekteydi. Yaşantısı bolluk, bereket ve refah olarak çok üst düzeyde geçmekteydi. Krallığı büyümüş, güçlenmiş ve komşularıyla barış içinde yaşamaktaydı. Bunlarla beraber, Süleyman’ın hataları, günahları, ayıpları artmaya başlar. İsrailli olmayan kadınlarla evlenir, onların birçoğunu cariye olarak hizmetine alır. “Rab’in İsrail halkına, ‘Ne siz onların arasına girin, ne de onlar sizin aranıza girsinler; çünkü onlar kesinlikle sizi kendi ilahlarının ardınca yürümek üzere saptıracaklardır’ dediği uluslardandı. (1. Krallar 11:2)” Süleyman’ın hayli keskin bir iniş gösteren, dünyevi zevklerin neredeyse kölesi haline gelen yaşantısı, alt kültür diye tanımlanabilir. Bundan böyle sadece tüketmek, eğlenmek, dinlenmek, sonrasında yeniden tüketmek üzerine kurulu bir yaşamdır. Senfoninin birinci bölümündeki başlangıç, ikinci bölümde de aralıklarla devam eder. İnsan yaşamı ve bir müzik bestesi, çağlar sonra bile olsa, birbirini tanımlayan, bütünleyen, ayrıntılar üzerinde değil, genel bir yaklaşımla büyük bir benzerlik gösterebilir. 5. Senfoni ile Kral Süleyman’ın yaşamı böyle bir benzerliği simgelemektedir. Burada ‘ses’ imgesi üzerine biraz yoğunlaşalım. Beethoven kendi sesini, müzikle dile getirmektedir. Yaptığı bestelerin notalarında bunun esintisini duyumsayabilirsiniz. Onun içsel sesi ile konuşma dili arasındaki bağlantı, müzik üzerinden yansımaktadır. Süleyman’ın konuşma dili ile içsel sesi ile arasındaki bağlantıyı burada anlatmayacağız. Ancak, her ikisi arasında ‘ses’ imgesi üzerinden bir yakınlık gözlemlediğimizi söyleyebiliriz. Süleyman’ın konuşma dili günlük yaşam üzerine ağırlık kazanmaktaydı. Onun içsel sesi ise, tamamen Tanrı’ya yönelikti. İşte Beethoven’in de müzikle yansıttığı içsel sesi, tıpkı Kral Süleyman’ın içsel sesi ile aynı tema üzerinde yoğunlaşmaktaydı.
İNİŞ ÇIKIŞLI YAŞAM
Kral Süleyman’ın yaşamında, her zaman bir gizlilik vardı. Parmağındaki efsanevi yüzük, -söylencelere göre- hayvanlarla konuşması, şiirler yazması, mistik düşler görmesi ile farklı bir kişilik atmosferi yaratmıştı. Bazı yazılı kayıtlara göre, 700 karısı, 300 cariyesi vardı. Süleyman bu büyük aileyi doyurmak, beslemek, iyi yönetebilmek için bütün gününü, enerjisini, potansiyelini buraya harcıyordu. İkinci dönemde, yoldan sapmaya başladı, bedensel zevkler ve günlük tüketim maneviyatın önüne geçti. İsraillilerin düşmanı olan, Babil’in tanrısı Molek’e (Kendisine çocuk kurban edilen sözde tanrı), İbranicedeki ‘Ge-Hinnom’ sözcüğünden gelen, ‘Cehennem Vadisi’ (Kudüs’ün güney tarafı) adındaki bu yerde, çocuklar bu sözde Tanrı’ya kurban edilirdi. Tanrı, Süleyman’a, “Başka Tanrılara tapma! (1. Krallar, 11: 9-10)” demesine karşın, “Kudüs’ün doğusundaki tepede Moavlılar’ın iğrenç ilahı Kemoş’a ve Ammonlular’ın iğrenç ilahı Molek’e tapmak için bir yer yaptırdı.” (1. Krallar, 11:7) Süleyman, sahip olduğu parasal serveti, sonsuz denilebilecek iktidar gücünü, çevre ülkelerdeki büyük saygınlığı sayesinde, yarattığı bu sunî bilinç ne yazık ki dinsel inancının önüne geçmişti. Dünyevi zevklerin, günlük yaşamın, gelip geçen eğlencelerin etkisinde kalmıştı. Süleyman’ın yaşamı tam anlamıyla büyük ve keskin iniş çıkışlarla doludur ve tümseklerle kaplıdır.
Kral Süleyman, bu dünyada zenginliğin, ihtişamın, görkemin, asaletin simgesi olmuştur. Yani, alt dünyanın/yaşamın... Sonuçta o da bir insandır. Hepimiz gibi ölümlüdür. İnsan beşer, şaşar. İnsanın eksik ve hatalı yönleri vardır. Hiçbirimiz hatasız, günahsız değiliz... İnsanoğlunda zenginlik, güç, iktidar sahibi olmak, sonsuz bir krallığı yönetmek, tonlarca altın sahibi olmak gibi bu dünyaya ait, kişisel hırs ve salt iktidar coşkusu taşıyan duygular ağırlıktadır. İşte Süleyman tüm bunların simgesidir diyebiliriz. Bunların hiçbiri insanın bu dünyadaki yaşamında onun eksik ve hatalı yönlerini kapatamaz. İnsan ne zaman ‘Kamil İnsan’ olacak, işte o zaman öteki yarısını keşfedecektir. Kendi ruhunu tamamlayan, ilahiyat anlamında, doğrudan Tanrı’ya yakınlaşan, o sonsuz güç ve ışığın içinde kendini yeniden var edecek olan insan, bundan böyle ‘Kamil İnsan’ sıfatı taşıyacaktır. Ancak, unutmayalım ki, o özel ‘konuma’ gelen bir insan, artık bizim bildiğimiz anlamda bir insan değildir. O kişi, ruhaniyet anlamında sonsuz bir ışığın içinde başka bir türe/biçime/algılama yetisine, şu sözlerle söylemek gerekirse, başka bir ‘varlığa’ dönüşmüştür. Işığın kutsallığı ile kaplanmış bir alanda, kendi özünü oluşturan ve sonunda mükemmelliğe erişmiştir diyebiliriz.
Kral Süleyman, Tanrı’dan aldığı onca güç, zenginlik, ihtişama karşın insanî duygularına yenik düşmüştü. Şehvet, rehavet, günlük yaşam cazibesi, bazı zaaflar onu Tanrı yolundan alıkoymuştu. Tanrı böyle olacağını önceden bildiği için, onu peygamber değil, kral olarak ilan etmişti. İşte ona yüklenen bedel ve miras da budur aslında. Süleyman dünyevi zenginliğe, iktidara, bolluğa, berekete; yani, kendi yarattığı ve gelip geçici zevklere, zenginliklere yenik düşmüştü. İnsanın tüketime yönelik hırsı, bu anlamda yaşam biçimi, iktidarda kalma arzusu onu çoğu kez yanlış yönlendirir. Süleyman burada, öznel bir varlığı yansıtmaktadır. Onun yaptığı hatalarda, işlediği günahlarda, çok geniş anlamda insanoğlunun genel yapısı sergilenmektedir. Hemen belirtelim, Süleyman bu yanlışa bir dönem için düşmüştü. Tüm yaşamı böyle günahkâr değildi. Özellikle Tapınağı yapması, basamaklarda Tanrı’ya yönelik yaptığı coşkulu konuşma son derece etkileyiciydi.
Beşinci Senfoni’nin ikinci bölümde (Andante –ağır, yavaş) ise, insanı merak ettiren, gizemli, düşünsel derinliği olan, felsefi bir bakış açısı sunan, esrarengiz bir olay anlatılır. Dinlerken bir titreme duygusuna kapılırsınız. Eserin ilk bölümü burada kısa aralıklarla anımsatılır. Yani, ‘başlangıcı unutma, sen oradan geldin, nereden geldiğini bilmen gerekir’ gibi, biraz mistik ve ilahi bir atmosfer söz konusudur. Var oluş-yok oluş, insan-evren, kader-yaşam, yüksek irade-zafer temaları duygusal bir romantizmle ilmek ilmek işlenir. Bu bölümde şiddet, karamsarlık, içe dönüklük, karmaşa hâkimdir. Yine bu bölümde, psikolojik bir gerilim duygusu vardır. Sözünü ettiğimiz, psikolojik gerilim duygusu, anlatılan olayın düşünsel derinliğiyle ilgilidir diyebiliriz. Müzik usta ritimlerle, karanlıktan aydınlığa geçişi simgeler. Süleyman da yaşamının ikinci evresinde, hayvanlarla konuşur, şiirler ve ezgiler yazar, besteler yapar. Süleyman’ın yaşamı ‘ses’ ile örtüşürken, Beşinci Senfoni bunu kendi formatında, müzik notaları ile gerçekleştirir. Beethoven’in kişisel bir istemle yazdığı bu beste, yerelden genele/evrensele uzanan, devasa bir müzik harmonisidir. Öznel bir isyanın, yüksek bir iradenin, mistik bir maneviyatın içinde dolaştırır bizleri. Orada her notada, müziğin tüm iniş ve çıkışlarında, çalgıların değişik zamanlarda devreye girmesiyle, ana teması ‘kader’ olan bir bestenin vardığı uç nokta tamamen insani bir zaferdir aslında. Beethoven, kendi kaderine olan isyanını, müzik notalarıyla donatırken; Süleyman, kendi kaderini aşmak yerine, iktidar olmanın rehaveti ve bedensel zevklerin içinde yer almaya başlamıştı.
Süleyman sözcüğünün sayısal değeri, 6’dır. O halde, Süleyman’ın Özdeyişleri diye bilinen altıncı bölümünden iki tümceyi okuyalım. “Ey tembel kişi, git, karıncalara bak. / Onların yaşamından bilgelik öğren.” Kendi yazdığı şiirdeki sözler gibi, ikinci döneminde rahatlık, tüketim ve şehvet öne çıkmaktaydı. Ancak, yine bu dönemde, Süleyman’ın yaşamı daha önce belirttiğimiz gibi, biraz içe dönük, gizemli bir atmosfer yaratır.
Süleyman, yaşamının sonuna doğru tıpkı senfonideki Allegro gibi hızlı, coşkulu, günaha açık bir tutum izlemişti. İsrail’in Tanrısı RAB, kendisine iki kez görünüp, “Başka ilahlara tapma!” demesine karşın, Süleyman RAB’in yolundan saptı ve O’nun buyruğuna uymadı. “Süleyman’ın günahından ötürü, Davut soyunun gururunu kıracağım, ancak sonsuza kadar değil” (1. Krallar, 11:39). Süleyman yaşamının sonunda, tamamen Andante gibi ağır, yavaş, yorgun bir müzik temposuna kavuşmuştu.
Senfoninin üçüncü bölümünde, baştaki Allegro temposu yenilenir, öne çıkar, insana yoğun bir coşku duygusu yaşatır. Bu bölümde, viyolonseller ve baslar dikkat çekicidir. Hemen ardından kornolar ile bir marş teması dinleyiciye farklı bir duygu yaşatır, kendini bu coşkuya âdeta teslim eder. İkinci bölümdeki Andante (yavaş, ağır), yerini bu kez Allegro’ya bırakır. Üçüncü bölümdeki tempo, insanda coşkulu bir atmosfer yaratır. Süleyman, Tapınağı yaptıktan sonra, Tanrı’dan uzaklaşmasıyla, ülkede bir karmaşa belirir, artık bir savaş ortamı vardır. Kılıçlar çekilir, ordular hazırlanır, kan dökülmeye başlanacaktır. Senfoni’nin giderek artan temposunda, vahşi bir duygu yaratan fugato sayesinde, bunalımlı atmosfer dağılır. Yine de bu bölümün kendine özgü bir yapısı, ritmi, coşkusu ve anlamı vardır. Süleyman ise maneviyattan uzaklaşmasıyla, kendisine isyan eden bir orduyla savaşmak zorunda kalacaktır. Senfoninin coşkusu ve artan temposu ile Süleyman’ın yaptığı son savaş arasında şöyle bir denklem kurabiliriz. Beste (Senfoninin üçüncü bölümü) = Süleyman’ın hataları, günahları… Birinde yüksek bir çıkış, diğerinde hızla inişe geçen bir düşüş vardır.
5. Senfoni’nin son bölümünde, Allegro kendi coşkusunda devam eder. Bu bölümde, bir zafer marşı söz konusudur. Beethoven, senfoninin sonunda, insanın kaderini yenmesini anlatır. Yan temalarla beslenen, öte yandan, insanın kazanımlarını dile getiren, hayli yüksek ritimli bir final söz konusudur. Süleyman’ın o parlak yaşamı ise, yavaşça sönen bir yıldızın ışığı gibidir. Önce çevresinden uzaklaşır, sonra da kendi içine çekilir ve gözden kaybolur. Senfoni’nin yansıttığı zafer marşı ve kadere isyan, Süleyman’ın yaşamının son bölümünü yansıtmaz. İkisi arasındaki tek fark şudur: Senfoni’nin son bölümünde, insanın kendini yeniden var etmesi, güçlü olması, kaderine isyan ve bilgeliği araması anlatılır. Süleyman ise, kendi içine çekilir, yalnızlığı seçer, son kez savaşır ve sessizce dünyadan göçer.
Kral Süleyman, Tanrı’dan istediği bilgeliği, Tapınağı yapmada kullanmıştı. Tapınağın bitiminde, Süleyman diz çöker ve Tanrı’ya dua eder. Hayli görkemli bir sahnedir bu. Onun duası bittiğinde, “Süleyman duasını bitirdiğinde, gökten ateş yağdı; yakmalık sunularla kurbanları yedi bitirdi. Tanrı’nın görkemi tapınağı doldurdu. (2. Tarihler /7:1,2)”, ortalık bir anda farklı bir sahneye bürünür. Senfoninin son bölümü de böyledir işte.
Yaşamda tüm olaylar, kişiler, duygular ve eylemler bir başka dönemde, bir başka biçimde karşımıza çıkar. Önemli olan aradaki bu benzerliği yakalayabilmek, onun üzerine kendimizce bir şeyler koyabilmektir. Tanrı’nın dediği gibi, “Duymayan birine lanet etme. (Vayikra /19:14)”
Şimdi 5. Senfoni’yi bir kez de böyle dinleyiniz…