Antisemitizm tarihinde birkaç senedir yeni bir dönüm noktasından geçtiğimizi söylemek abartılı olmaz. Sosyal medyanın güncel yaşantıda önemli bir yer edindiği, doğru ya da yanlış haberlerin hızla yayılabildiği, takipçilerin yazılanları araştırmaya tabi tutmadan kabul ettiği ve tepkilerini bu haberler üzerinden koyduğu bir ortam paylaşılıyor.
Bu da ne yazık ki sakin bir analizin yapılmasına mani oluyor. Önyargı ile coşan antisemitizm her tür genellemelerle ayyuka çıkıyor ve kontrol altına alınamaz bir noktaya geliyor. İnsanlar İsrail üzerinden Yahudi toplumlarına, Yahudi bireye düşmanca duygular besleme eğilimine giriyorlar
Dünyada olup bitenleri takip etmek ve anlamaya çalışmak bayağı zor olmaya başladı. Bu anlamda, uzunca bir süredir küresellik arz etmeye başlayan antisemitizmi de yeniden irdelemek, belki de kategorize etmek gerek. Esas itibarı ile Yahudi düşmanlığının kaynağı Yahudi olgusunun, ya da Yahudi yaşam şeklinin var olduğu zamanlar kadar eskidir. Bunu Moşe’ye ya da Avraham’a dek sürmek olası. Bu çalışmada oralara dek dönüp iz sürmeyeceğim… Sütunlar buna yetmez…
19. yüzyıl sonundaki Dreyfüs olayından itibaren antisemitizmin klasik çizgisinden koptuğunu, ırkçı bazı temeller üzerine oturmaya başladığını tespit etmek mümkün. O dönemde yavaş yavaş serpilmeye başlayan basının varlığı, lehte veya aleyhte görüşlerin yayılmasını sağladı. Dreyfüs olayı, yalnız hukuki açıdan değil sosyal açından da gündeme damgasını vuran ve etkileri sınırları ve zamanını aşan bir karaktere büründü. Olayın antisemit boyutu, ‘Siyon Önderlerinin Protokolleri’nin aşağı yukarı eş zamanda yayınlanması ile palazlandı. Uluslararası Yahudi komplo teorisi ile harmanlanan Yahudi düşmanlığı, Dreyfüs’ün kişiliğini ve olayın esasını aştı. Geçtiğimiz asrın başında, kendisinin masum ilan edilip onurunun iade edilmiş olması, antisemitizm anlamında es geçilen bir ayrıntı oldu. Olayı özel olarak takip edenler hariç kimseler, Yüzbaşı Dreyfüs’ün Fransız ordusuna geri döndüğünü, Birinci Dünya Savaşı’nda komutan olarak savaştığını, savaş sonrası emekli olduğunu bilmedi. Zaten bu önemli de değildi.
GÜNÜMÜZDEKİ TABLO
Bu olaylardan yüz sene sonra, günümüzde tablo elbette çok daha değişik. Bu dönem içinde kırk yüzyıla yayılmış İbrani / Yahudi tarihini yakından ilgilendiren iki çok önemli olay gerçekleşti. Bunlardan birincisi, öncesiz ve benzersiz Holokost tecrübesi, ikincisi ise İsrail Devlet’inin kurulmasıdır.
Holokost Yahudi düşmanlığının tepe noktası olmuştur. Yahudi birey şeytanlaştırılmış, daha sonra kimliksizleştirilmiş, önce sosyal anlamda soyutlanmış ve nihayet soykırıma dek uzanan bir yolda ölüme terk edilmiştir. Bunu yaparken Nazi ideologları, dünyanın ‘Judenfrei – Yahudi’den arınmış’ olması için yola çıkmışlardı. Yahudi’den arınmış olmak demek, yalnızca Yahudileri katletmek değildi. Onların geçmişlerini de yok etmekti. Kitaplarını, sanat eserlerini, dinlerini, inanışlarını, evlerini, sinagoglarını, anılarını hatta fotoğraflarını bile yok etmekti. Eş deyişle, bu dünyaya Yahudi diye biri gelmedi diyebilmekti… Olaya bu açıdan bakılırsa, Holokost sürecinin tekil ve öncesiz olma özelliğine anlam vermek mümkün olabilir. Yine bu açıdan bakılırsa, bu sürecin basitçe ‘soykırım’ olarak adlandırılmasının ona haksızlık olacağı sonucuna da varılabilir…
İsrail Devleti’nin, David Ben Gurion’un bağımsızlık deklarasyonunda ilan ettiği şekilde, bir Yahudi devleti olarak tarih sahnesine çıkması da önemli bir dönüm noktası olmuştur, şüphesiz. Bu iki olayı zaman zaman birbirine bağlamak ve aralarında belli belirsiz bir sebep sonuç ilişkisi yaratmaya çalışmak, antisemit çevrelerin sıkça başvurdukları bir durumdur. Ondan öte, var olduğu günden bu yana güvenliğini sağlamak mecburiyeti ile karşı karşıya olan İsrail’in siyasetini Nazi ideolojisi ile bağdaştırmak ve yapılmakta olan askeri operasyonları Nazi katliamları ile eş tutmak, en azından tarihi doğru okumamaktır.
İsrail hükümetleri, bölgedeki tutumları ile ilgili olarak birçok vatandaşı tarafından şiddetle eleştirilmekte. Bunu İsrail basınını ve her tür yabancı medyayı takip edenler bilirler. Bu eleştiriler demokrasinin bireye yüklediği sorumluluk çerçevesinde, elbette ki karar alıcılar üzerinde etki yaratmakta. Dünyanın dört bir yanına dağılmış Yahudi toplumları, her ne kadar İsrail’e sempati duysalar da, İsrail devlet politikalarında sanıldığı gibi söz sahibi değillerdir. Bu politikalara itiraz eden birçok Yahudi’nin varlığı da bilinmektedir. Bunun için yine yabancı basını ve literatürü takip etmek yeterlidir. Buradan hareketle, genellemeler yapmak ve Filistin sorunu ile Yahudi arasında bir anlam bütünlüğü varmış gibi göstermek, daha da tehlikelisi ve haksızı, sorunu bir İslam – Yahudi din savaşına indirgemek doğru değildir. Böylesi bir yaklaşımın, sorunun halline yol açmayacağı gibi, bölgeyi ve bir adım öte, dünyayı destabilize edecek potansiyele sahip olduğu inkâr edilemez.
Filistin sorununa çözüm bulma sürecinde önemli bir rol oynamış Elias Sambar’ın1 bir kitabı geçti geçen günlerde elime. Kitap 2013 Ekim’inde yayınlanmış. Dolayısı ile son çatışmaları gündeme getirmiyor, ancak bir Filistinli entelektüel gözü ile olayları irdelemesi açısından önemli. Kitabın adı ‘La Palestine Expliquée A Tout Le Monde / Herkesin Anlaması İçin Filistin’ (diye tercüme etmeyi öneriyorum). Soru - cevap kıvamında okuyucuya ulaşan şu noktaları sizlerle paylaşmak isterim… Bir yerde günümüzün nafile durumuna ışık tutar diye umuyorum.
Hamas Filistin’de ne zaman doğdu? 2
“Hamas, Mısır’da doğan ve 1930’lu yıllardan beri tüm Arap âlemine yayılan Müslüman Kardeşler hareketinden doğmuştur. Gelişimi toplumlara ve içinden çıktığı ülkelerin durumuna göre farklılıklar göstermiştir. Filistin’deki yapılanma 1987’deki intifadan sonra olmuştur. O zamanlar askeri ve siyasi beklentileri olmayan, kökten dinci bir yapıya sahipti. Oslo sürecinde, İsrail’in tanımamış, barış görüşmelerini kesin bir şekilde ret etmiş ve İsrail’e karşı savaşma kararı vermişti. Görüşmelerin tıkanması noktasında siyaseten güçlenmeye ve halktan yavaş yavaş destek görmeye başladı. 2006’da yapılan seçimleri kazanarak Mahmut Abbas ile El Fetih’in kontrolündeki hükümete girdi. Sonra, Gazze’nin kontrolünü ele geçirdi. Akabinde 2007’deki sivil darbe3 geldi.
Bana göre Hamas’ın varlığı büyük bir sorun değil. İnsanların siyasi içeriğe sahip bir İslam’a kaymaları da bana problemmiş gibi gelmiyor. Bana siyaseti din üzerinden götürmek doğru gelmiyor, ancak bunu böyle yaşamak isteyenlere ses çıkartmam (…) Sorun, Gazze’yi kontrolü altına aldığından beri Hamas’ın izlediği toplumsal ve siyasi pratik ile ilgili. Bu pratik Filistinli karakterine ters ve çok zarar veriyor. Bu topraklar özünde çoğulculuğu barındırmış, bunu atlamamak gerekir. Burada amacım dini görüşleri eleştirmek değil. Biz Filistinliler aramızda dinlerimizi inanışlarımızı sorgulamazdık. Lübnan iç savaşını yaşadık. O zor dönemlerde dini ve toplumsal farklılıklarımızı dile getirmedik. Bugün bunun tam tersi yapılıyor ve dolayısı ile bir tehlike ile karşı karşıyayız. (…)”
Yüz yılı aşan bir geçmişe sahip Filistin sorunu girift bir konu. Bunu tarihin sayfalarında takip etmek gerekir. Örneğin MacMahon4 mektuplarında, Sykes – Picot anlaşmasında5, Balfur Deklarasyonunda6, Faysal’ın Filistin Araplarını7 satmasında ve daha birçok olayda aramak gerekir. Kolonyalist güçlerin Yahudi halkın heyecanı ile Arap halkın gerçeklerini nasıl baş başa tokuşturduklarında aramak gerekir bir miktar. O zamanlar başlayan husumetin bu günlere yansımasını, eskilerde kalmış ancak günümüzü etkileyen birçok olayın içinde de aramak gerekir, hiç şüphesiz. Buradan devamla, yaşanan trajedinin bölgedeki tüm insanları etkilediğini de unutmamak gerekir.
Çerçeveyi böylece oluşturduktan sonra Yahudi düşmanlığına dönecek olursak, antisemitizm tarihinde birkaç senedir yeni bir dönüm noktasından geçtiğimizi söylemek abartılı olmaz. Sosyal medyanın güncel yaşantıda önemli bir yer edindiği, doğru ya da yanlış haberlerin hızla yayılabildiği, takipçilerin yazılanları araştırmaya tabi tutmadan kabul ettiği ve tepkilerini bu haberler üzerinden koyduğu bir ortam paylaşılıyor. Bu da ne yazık ki sakin bir analizin yapılmasına mani oluyor. Ön yargı ile coşan antisemitizm her tür genellemelerle ayyuka çıkıyor ve kontrol altına alınamaz bir noktaya geliyor. İnsanlar İsrail üzerinden Yahudi toplumlarına, Yahudi bireye düşmanca duygular besleme eğilimine giriyorlar ve Gazze özelinde konuşmak gerekirse, en eğitimli kitleler dahi konuya septik bir bakış açısı ile yaklaşmıyorlar.
ANTİSEMİTİZM İSRAİL’DEN BAĞIMSIZ
Çocuk olsun yetişkin olsun bir insanın ölmesi iç burkan bir durumdur elbette. Barış içinde yaşamak, refahın hakça paylaşıldığı, insanların geleceklerini güvenle kuracakları ortamlar hazırlamak siyasi kadroların sorumluluğudur. Bunun için, halktan aldıkları destekle, yaşamın serpilmesi adına adımlar atmak, politikalar üretmek durumundadırlar. Kendilerinden beklenen hiçbir politika savaş üzerine temellendirilmemelidir. Yaşamın ölümden kıymetli olduğu ve kutsanması gerektiği unutulmamalıdır. Bu yalnız Filistinlilerin hakları değildir. Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde yaşayan ve şu anda bir oraya bir buraya savrulan insanlar için de, kara Afrika’da zulüm gören dini ve etnik kimliği ne olursa olsun tüm insanlar için de, Ukrayna üzerinde bir uçağın düşürülmesi ile yaşamlarından kopartılan insanlar için de haktır.
Yapılan bazı araştırmalar8 antisemitizmin – tahmin edilenin aksine – İsrail’den bağımsız gelişen bir durum olduğunu gösteriyor. Yahudi gibi çağları aşıp bugünlere gelen en eski olgu nedir diye soracak olursanız, bu antisemitizmdir demek çok da yanlış olmaz. Bu düşmanlık artık toplumların dokusuna işlemiş, bir yerde genlerine nüfuz etmiş bir olgu. İsrail’in Yahudi devleti kimliği ile varlığı bu düşmanlığı körükleyen, alevlendiren basit bir unsur, o kadar!
Bu durumu yalnızca Türkiye’de değil tüm dünyada görüyoruz. Gazze’nin ateş hattında olması, burada kadın – çocuk sivillerin ölmesi son derece üzücü… Bunu teslim etmek gerek. Ancak durumun bu noktaya gelmesini yalnız İsrail’e bağlamak “Hırsızın hiç mi suçu yok?” deyişini akla getiriyor... Ondan öte, yaşanan trajediyi Yahudi olana yüklemek ve Yahudi kişiyi bundan doğrudan sorumlu tutmak, ona tehditler savurmak, bu trajedi üzerinden antisemit söylemler yürütmek de ateş hattında yaşayanlara haksızlık değil midir?
1 Elias Sambar – 1947 Haifa doğumlu Filistinli tarihçi, şair, yazar. FOY Unesco temsilcisi
2 S.87’den alıntı
3 El Fetih’in Hamas tarafından Gazze’den kovulması
4 İngilizlerin Hicaz Emirine vaatlerini içeren 1915 tarihli biz dizi mektup. Bu vaatlerin esası Arapların Osmanlı’ya isyan etmelerine karşı Arap Krallığı teklif edilmesi…
5 Sykes – Picot anlaşması – Britanya ile Fransa arasında Osmanlı’nın Ortadoğu topraklarının paylaşımı konusunda vardıkları gizli anlaşma
6 Britanya hükümetinin Dış işleri Bakanı Lord Balfur aracılığı ile yayınladığı bildiri: Filistin topraklarında bir Yahudi Ulusal Yuvası oluşturulması - 1917
7 Hicaz Emiri’nin oğlu Prens Faysal, İngilizler tarafından Irak kralı ilan edildikten sonra Filistin’de Yahudi oluşumlarına karşı gelmeyeceğine dair anlaşma yapar.
8 ‘The Devil That Never Dies – The Rise And Threat Of Global Antisemitism’ – Daniel J. Goldhagen