Yazı dizimizin ilkini hatırlayacaksınız: Kral 14. Louis, Katolik filozof ve matematikçi Blaise Pascal ile tartışıyormuş. Kral, Blaise Pascal’dan doğaüstü ile ilgili bir kanıt göstermesini istemiş ve ünlü felsefeci “Yahudiler, Majesteleri, Yahudiler!” demiş. Yazımızda, Yahudi halkının ‘ebedi olduğunu’, ‘dağılmışlığını’ ve ‘antisemitizm’i ele almıştık. Yine antisemitizm ile devam ediyoruz
Yahudiler Almanya’daki Antisemitizm karşısında, Aydınlanma Çağı’nın getirdiği rahatlamadan da yararlanarak Almanlar gibi olmaya çalıştı. O zaman ne oldu peki? Bu kez Almanlar “Sizden farklı olduğunuz için nefret etmiyoruz,” dedi, “bizim gibi olmaya çalıştığınız için nefret ediyoruz!” Ve bunun üzerine dünyanın tanık olduğu en büyük vahşet başladı.
Neden dersiniz? Farklılıklarımızdan sıyrıldığımızda, hâkim kültürle bütünleşmek daha kolay değil midir? Demek ki Holokost, tarihin doğal işleyiş kurallarının tümüne tersti!
Peki, neden tarihin bütün kuralları, garip bir şekilde, Yahudilere karşı işledi?
Şimdi fizik bilgimizi biraz tazeleyelim sevgili okurlar. Fizik kurallarına göre bir madde ne kadar soğursa, büzülür ve yoğunluğu o denli artar. Bunun sonucunda da ağırlaşır. Buna karşın sıcaklık, moleküller arasındaki mesafenin artmasına neden olur, madde böylece genleşir, yoğunluğu azalır ve hafifler. Hemen örnek verelim: Bir odada kalorifer yanıyorsa, sıcak hava yükselir, soğuk hava da tabana doğru çöker. Yere oturacak olursanız, o seviyede odanın daha soğuk olduğunu fark edersiniz. Ya da diyelim ki, denizdesiniz. Ayaklarınız üşürken, omuzlarınızı ve kollarınızı daha sıcak hissedebilirsiniz. Sıcak su üste çıkar, soğuk su ise dibe çöker çünkü.
En soğuk suyun aldığı ne şekil nedir? Buz, tabii. Bir bardak suya buz koyduğunuzu düşünün. Ne olur? O-ooo! Sürpriz! Buz soğuk ama dibe çökmedi. Tam aksine, buz küpleri yüzeye çıktı. Hani fizik kuralları? Hani soğuk olan büzülecek, ağırlaşacak ve dibe çökecekti?
Aklınıza bir göl getirin. Kışın ne olur? Gölün yüzeyi donar ama suları donmaz. Buzlar da dibe çökmez. En iyisi bir fizikçi bulup sormak, neden böyle oluyor diye.
“Sayın Fizikçi, buz niye suyun dibine çökmüyor?” Cevap: “Bu, temel bir fizik kuralıdır. Sudaki moleküller soğudukça yoğunlaşır. Ta ki donmalarına bir buçuk derece kalıncaya kadar. Ondan sonra moleküller aniden genleşmeye ve hafiflemeye başlar. Dolayısıyla buz meydana geldiğinde, doğal olarak yüzmeye başlıyor.”
“Peki, fizik kuralları neden bu şekilde işliyor Sayın Fizikçi? Su daha önce ağırlaşırken neden aniden hafifleşmeye koyuluyor?” Cevap: “Çünkü bu bir istisna!”
Aslında farklı bir yanıtımız da var. Fizik kurallarını koyan, fizikçinin kendisi değil. Kuralları Aşem koydu. Tanrı, su küplerinin bardağınızda yüzmesine aldırmayabilir ama buzun bir gölün yüzeyinde yüzmesi O’nu çok ilgilendirir.
Bir suyun yüzeyindeki bütün buz dibe çökseydi ne olurdu? Göllerdeki, denizlerdeki ve okyanuslardaki bütün bitki ve hayvan yaşamı donacak ve ölecekti. Bahar gelip de buz çözülünce, yeryüzündeki bütün sular pis ve işe yaramaz hale gelecekti. Bu yüzden Tanrı diyor ki: “Dünyayı, yaşanmaz hale gelmesi için yaratmadım. Buz meselesinde, doğal kanunu tersine çevireceğim.”
Tanrı, Yahudiler konusunda da aynı şeyi söyledi: “Dünyayı, Yahudiler yok olsun diye yaratmadım. Siz ebedi bir ulus olacaksınız. Sizin durumunuzda, tarih kanunları tersine işleyecek. Zulüm gören diğer uluslar için, “farklı olandan hoşnutsuzluk” söz konusu olacak. Farklılıklarını ortadan kaldıracaklar ve kaybolacaklar. Ancak siz, Yahudilerin ulusal kimliğinizi koruyacaksınız. Aksine izin vermeyeceğim. Asimilasyon, size yapılan zulmü azaltmayacak. Tam tersine, bu yüzden sizden daha da çok nefret edecekler.
Tanrı, tarihi tıpkı fizik, bilim ve doğayı kontrol ettiği şekilde kontrol eder. Eğer Yahudilerin ebedi bir halk olacağı sözü veriyorsa, o zaman doğa kanunları da işbirliği etmek zorundadır.
Şimdi aşağıdaki boşluğu dolduralım
“Göçebe ........” Herhalde hiçbiriniz İtalyan ya da Fransız yazmadınız. Göçebe olan, iki bin yıl boyunca sürgünde olan, Yahudi’dir. Yahudi, ulusal hayatının büyük kısmını, dünyanın dört bir yanına dağılmış halde yaşadı. Bir ulus haline gelmeye, bundan daha çok engel olabilecek bir unsur düşünebiliyor musunuz? Hepimiz aklı başında insanlarız çok şükür. Mantığımızı çalıştıralım: Dağılmış halde bulunmamıza rağmen, bizi bir arada tutan hangi özelliğe sahibiz?
Şöyle desem mesela: “Bütün dünya Yahudileri o kadar çok seviyor ki, tüm diğer uluslar varolmamızı ve varlığımızın devam etmesini sağlamak için seferber olmuş. Ah bu harika Yahudiler! Onları sonsuza dek sağ salim tutmalıyız!” Yok ya!
Nereye giderlerse gitsinler, Yahudiler kimsenin görmediği bir nefretle karşılaşmıştır. Mesele “Onları kulübümde görmek istemiyorum,” ya da “otobüste önde oturmasınlar” konusu değil, çok daha vahimdir: “Onları canlı görmek istemiyorum!”
Antisemitizm sadece yoğun değil, aynı zamanda akıldışıdır da. Kan yemeyi yasaklayan tek din olduğumuz halde, kan iftiraları ile karşılaşırız. Avrupa’nın kuyularını zehirlediğimizi iddia etmişlerdi, hâlbuki aynı kuyuların suyunu içerdik. Antisemitizm inanılmaz derecede şiddetli, tamamıyla akıldışı ve kesinlikle evrenseldir.
DÖRDÜNCÜ HARİKA: SAYICA AZ
Çin ve Hindistan gibi başka ülkeler nasıl bu kadar uzun süre hayatta kalabildi? Belki onların başarısı, Yahudilere olanları anlamamıza yardım edebilir...
Çinli ve Hintliler toprak, dil ve tarih avantajına sahiptir. Ancak defalarca fethe uğramışlardır. Neden ortadan kaybolmamışlardır peki?
Öylesine kalabalıklardır ki, fatih geldiğinde, arada kaybolur gider! Sayıları, yok olup silinemeyecek kadar çoktur. Şöyle diyebiliriz: Eğer yakında bir ülkeyi fethetmeyi düşünüyorsanız, Çin ve Hindistan’dan uzak durun.
Belki de işin sırrına yaklaşıyoruz. Yahudiler o kadar kalabalık ki, onları yok etmek imkânsız. Kabul etmek gerekir ki, bir ulusun ebedi olacağını öngörmek tuhaftır. Doğru, sürgün ve dağılmışlık var. Üstüne üstlük, insafsız bir Antisemitizm. Ama Yahudilerin nüfusu öyle çok ki, ne yaparsanız yapın, onları yiyip yutamazsınız.
Hakikaten mi?
Dünyada kaç tane Yahudi var biliyor musunuz? 14, bilemediniz 15 milyon. Yahudilerin dağılımını gösteren Lashinsky’nin bir grafiği var. Grafiğin en altında küçük, kırık bir çizgi, dünyadaki Yahudilerin sayısını temsil ediyor. Roma İmparatorluğu zamanında, Yahudiler nüfusun yüzde 9’unu oluşturuyordu. Sabit demografik bilgilere dayanırsak, Haçlı Seferleri, pogromlar, Holokost, asimilasyon olmasaydı, bugün Yahudi nüfusu yüzlerce milyona dayanacaktı.
Ulusumuzun yaklaşık yüzde 90-95’ini kaybettik. Giderek azalıyoruz yine de grafiğin en altında da olsak, oradayız. Demografi açıdan, pılımızı pırtımızı toplayıp hepten gitmeliydik. Neden gitmedik?
“Tanrı sizi halkların içinde saçacak ve Tanrı’nın sizi aralarına güdeceği ulusların içinde az sayıda insan kalacaksınız” (Devarim 4:27).
Evet, zulüm göreceksiniz, evet azalacaksınız ama her şeye rağmen bir ulus olarak kalacaksınız. Kimliğinize el değmeyecek, varolan en küçük ulus olsanız bile.
BEŞİNCİ HARİKA: ULUSLARIN ÜZERİNDE BİR IŞIK
Yahudilere ‘Ulusların üzerinde bir ışık’ olacakları söylenmiştir. Bunun anlamı nedir? Dünyanın dört bir yanına dağılmış, sürgün edilmiş küçük bir halk, nasıl ulusların üzerinde bir ışık olur? Yahudilere kim kulak verir ki?
‘Dünyanın Büyük Dinleri’ adını taşıyan bir kitap var. İçinde kimler var peki? Hıristiyanlık, Budizm, İslam... ve tabii Yahudiler hakkında bir bölüm... Hıristiyanlığı dünyanın en büyük dinlerinden biri yapan nedir? 1,5 milyar inanan. Ya Yahudiler? 14-15 milyon kişi. Peki, neden dünyanın ‘büyük’ dinlerinden biri? Yahudilik olmasaydı, temelleri üzerine kurulmuş olan diğer dinler de olmayacaktı. Dünya, Yahudilikten önce pagandı; tektanrıcılık inancı yoktu. Yahudiler her şeyi değiştirdi ve bugün, dünyanın yarısı Tek Tanrı’ya inanıyor.
Sayıca çok azız, dağılmış haldeyiz ve bizden nefret ediyorlar. Sizce dünyayı etkileyebilecek durumda mıyız? Ancak Tora’nın öngördüğü gibi, herhangi bir başka ulustan çok daha fazla etki sahibiyiz. Ve Maşiah geldiği zaman tektanrıcılığı bilmeyenler yalvaracak: “Bize Tanrı’yı anlatın. Siz bu konuda çok şey biliyorsunuz.”
Sırf bu yüzden, ne kadar acı çekersek çekelim, ulusların üzerinde bir ışık olmak zorundayız.
ALTINCI HARİKA: YAHUDİ HALKI İLE TOPRAKLARI ARASINDAKİ BAĞLILIK
Yisrael topraklarında Yahudiler yaşadıkça, toprağın bereketli olacağına dair bir inanış vardır. Yahudiler gidince toprak çöle döner ve başka hiçbir ulus toprağı işlemeyi başaramaz.
Yisrael’i 1867’de ziyaret etmiş olan Mart Twain’in ilginç bir yazısına göz atalım (Innocents Abroad 2. Cilt):
“Issız ülkede birkaç mil yol gittik. Toprak sadece yabani ot veriyor. Ortalık bomboş ve sessiz. Öyle bir hüzün var ki, hayatın hareketliliğini hayal etmek bile mümkün değil. Tabor’a sağ salim vardık. (Tabor kuzeyde, Galile’de, ülkenin en verimli yeri.) Yol boyunca tek bir canlı bile görmedik. Hedefimize doğru -Yeruşalayim- hızlandık. Biz gittikçe güneş daha da ısınıyor, manzara daha kayalık ve çıplak, itici ve ürkütücü oluyordu. Ağaç ya da gölgelik yok gibiydi. Çorak toprağın dostları olan zeytin ağaçları ve kaktüsler bile ülkeyi terk etmişti. Yeruşalayim yaslı, ürkütücü ve hayattan yoksun. Orada yaşamayı istemezdim.”
Kulağa doğru geliyor mu bunlar? Yeruşalayim öyle mi sahiden? İşte doğanın kurallarını alt üst eden bir durum. Yahudiler yoksa toprak çoraklaşıyor.
YEDİNCİ HARİKA: YAHUDİ HALKININ TOPRAĞINA MUCİZEVÎ GERİ DÖNÜŞÜ
Yahudilere bir gün topraklarına geri dönecekleri ve o gün toprağın yeniden hayat bulacağı sözü verilmiştir. Yahudilerin inanılmaz bir öyküsü vardır. Ne mantığa sığar, ne de bildik kuralları takip eder. Hiç kimsenin Yahudilerinki gibi bir tarihi yoktur. Oysa Tora bütün bunları önceden öngörmüştür. Ve ne yazık ki:
“Gökyüzünün yıldızları kadar olacak iken, az sayıda insan kalacaksınız – hepsi Tanrın Aşem’in sözünü dinlemediğin için” (Devarim 28:62).
Yazının birinci bölümü:
https://www.salom.com.tr/haber/91882