Çok başarılı bir kurtarma operasyonu

ikincikat’ta ‘Yarının Oyunları-3’: ‘LET’

Erdoğan MİTRANİ Sanat
27 Ağustos 2014 Çarşamba

"Ya yenildiysek?


Ya bizim sorunumuz yenilgiyi kabul edememekse?


 Başından beri belliydi, biz bu tür bir savaşın tarafı olamayız.


Bizim işimiz savaşmak değil, yaşamak."

Ağustosun cehennem gibi sıcak bir gecesinde, insanlar açık havada serinlemeye çalışırken bizler ikincikat’ın full dolu salonunda tiyatro izliyorduk. Bu, her şeyden önce, Sami Berat Marçalı’nın ‘Yarının Oyunları’ projesinin ne kadar başarılı olduğunun göstergesiydi.

Seyircilerin oylarıyla belirlenen konu başlıkları... Kura çekilerek belirlenen, ne yazacağını, ne yöneteceğini, ne oynayacağını bilmeyen yazar, yönetmen ve oyuncular... Yazın sıcağında oynanacak ve sadece onar kez sahnelenecek dört yeni oyun. Sami, bu çok bilinmeyenli denklemi başarıyla çözmüş, “Yazın tiyatro mu olur?” sorusuna “Evet! Hem de nasıl” cevabını almıştır.

Topluluğun elemanları, oyunların ilk günden itibaren dolu salonlara oynanmasını, seyircinin sadakatine bağlıyorlar. Tabii ki sıfırnoktaiki adıyla tiyatro yapmaya başladıklarından beri hep üst düzey çalışmalar yapmış, her yeni oyunda bir evvelkinden daha iyi iş çıkartmaya çalışmış bir ekip olarak sadık bir izleyici kitlesi oluşturdukları doğru. Ancak, gerçek tiyatrosever seyircinin çok seçici olduğunu, özellikle ikincikat’ın beklentileri epey yüksek izleyicisini orta halli bir-iki çalışmanın küstürebileceğini de unutmayalım. Bu kadar alçak gönüllü olmaya gerek yok; Yarının Oyunları son yılların en başarılı tiyatro projelerinden biri olmuştur.

 

Üçüncü halka: Adalet

Gelelim projenin, kura çekimlerinde beklentilerimin en yüksek olduğu oyunlardan birine ‘adalet’ temalı üçüncü halkasına.

Yazarı, 1983 Adapazarı doğumlu Özer Arslan, bildiğim, tanıdığım, sevdiğim deneyimli bir tiyatrocu. 2009 yılında Haliç Üniversitesi’ndeki arkadaşlarıyla Tiyatro Hâl’i kurmuş. Ekip gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında birçok oyun sahnelemiş. Arslan, yazıp yönettiği Eksik adlı oyunla 20. Setkani / Encounter uluslararası tiyatro festivalinin en prestijli ödülü olan Marta Prize / Director of the Festival (En iyi yönetmen)’e layık görülmüş. Mekânda Özer Arslan, ekibinin 2011 yılında geçtiği ve SahneHâl adını verdiği Mecidiyeköy’deki mekânda  Eksik’in yeni prodüksiyonuyla beraber, Arslan’ın yazıp yönettiği ‘A4’ ve ‘Yaka Beyaz’ı da sahnelemişler.

Yönetmen koltuğuna oturacak olan Onur Karaoglu, 2002 yılından bu yana tiyatro ve sinema alanlarında çeşitli disiplinlerden sanatçılarla New York ve İstanbul’da özgün çalışmalar yapmış olan Studio 4 İstanbul’un kurucusu Topluluğun geçen yıl çok ses getirmiş oyunlarından ‘Ali ile Ramazan’ın da yönetmeni.

Oyundan bir iki gün önce bilgisayarıma ulaşan basın bülteninde ‘let’le ilgili olarak Yazan: Özer Arslan, Sami Berat Marçalı; Yöneten: Onur Karaoğlu, Sami Berat Marçalı” ifadelerini görünce biraz irkilmedim değil. Projenin sorumluluğunu taşısa da, zorunlu olmadıkça çalışmalara aktif olarak karışmamaya gayret eden Sami’yi olayın içine çeken bir aksilik mi vardı acaba?

Oyunu izlemeye başladıktan bir süre sonra işkillenmekte haksız olmadığımı anladım. İlk iki oyunun temelini oluşturan çok sağlam metinlere karşın bu kez, son derece ilginç bölümler içermesine rağmen tam olarak oturmamış, ham bir çalışma vardı. Aslında yap-boz gibi okunması gereken, zaman ve mekân kavramlarının bilinçli olarak altüst edildiği, kronolojinin zekice kırılarak izlenen kimi sahnenin başlangıcının daha sonra seyircinin karşısına çıktığı oyun, özellikle fasit daireyi kapatan etkileyici finaliyle çok başarılı olabilecekken, metinden gelen aşırı soyutlama duygusu, karakterlerin duygularının ve davranışlarının anlaşılmasını zorlaştırıyor, izleyiciyi cevaplanamayacak sorularla karşı karşıya bırakıyordu. Piyangodan çıkma bir temaya bağlı olarak çalışmanın, bu bağlamda adalet temasının let’de belirgin olarak ortaya çıkmadığını da kaydederek, yazın sürecinde bazı tıkanmalara yol açtığı açıkça belli oluyordu.

Peki çözüm? Tahmin ettiğim kadarıyla çözüm, başta Sami olmak üzere, yazar, yönetmen ve oyuncuların ortaklaşa bir kurtarma çabası olmuştu ki, kanımca bu çaba neredeyse mucizevi bir şekilde sonuçlanmıştı.

Toplu Oyunculuk Gösterisi

Burada, Sami kadar Aziz Caner İnan, Barış Gönenen, Neslihan Arslan, Özge Keskin ve Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun oyuncu/yorumcu olarak karakterlerini derinlemesine inceleyerek 90 dakikalık oyunu soluk soluğa izlenen bir toplu oyunculuk gösterisine çevirmelerini özellikle takdir etmek lazım.

Hepsi birbirinden iyi olduğu için ayırım yapmak istemiyorum ama, Özge Keskin ve Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun ağabey-kardeş ikilisinden, Murat’ın hafif  ‘kırık’ karakterlere getirdiği o benzersiz inandırıcılıktan, ilk kez sahneye çıkmasına karşın ekiple rahatça uyum sağlayan Neslihan Arslan’ın rahatlığından ve Aziz Caner İnan’la sevişme sahnesinin doğallığından söz etmem şart. Burada bir parantez açarak sevişme sahnesinin Sami’nin elinden çıktığından kesinlikle emin olduğumu, birkaç yıl önce ‘Bazı Sesler’de Gülce Oral ve Ushan Çakır’ı yönettiği benzer sahneden çok daha ileri gitmesine rağmen, bu kadar aşırı bir durumu bu kadar edepli anlatabildiği için özellikle tebrik etmek gerekiyor.

Barış Gönenen’i unutmadım tabii ki. İlk kez üç dört yıl önce ‘Kâinatın en Hızlı Saati’nde Foxtrot Darling gibi zor bir karakteri büyük bir kolaylıkla yorumlayışını izlediğimde geleceğin önemli oyuncularında biri olacağını tahmin etmiştim. Her yorumunda çıtayı daha da yükselterek beklentilerimin de ötesine geçen Barış, let’in en inandırıcı, en hüzünlü karakterine neredeyse kusursuz bir yorum getiriyor. Bir gece önce oyunun finalinde kaza geçirerek ayak bileğini zedelediğini oyun sonrası ayağı sarılı olarak görünce öğrendiğimiz genç oyuncu, oyun boyunca yerinde durmayarak, dans ederek, koşuşturarak izleyiciye durumunu hissettirmemişti bile.

Sonuç olarak let’in angolo-saksonların deyimiyle bir ‘honorable failure / saygıdeğer başarısızlık’ olduğu kanaatinde değilim. Aksine mutlaka izlenmesi gereken ilginç bir deneme olduğunu düşünüyorum.

Yukarıda da ifade etmiş olduğum gibi, metinden gelen tıkanıklıkların yönetmeninden oyuncularına bütün ekip için ciddi bir handikap oluşturduğunu tabii ki kabul ediyorum. Ancak, böyle bir handikap karşısında umutsuzluğa kapılmadan gösterilmiş olan çabanın, sağlam bir ekip çalışmasının elverişsiz bir metinden bile heyecanla izlenebilir bir oyun çıkarabileceğini göstermesi bakımından gerçek bir tiyatro dersi olduğu kanısındayım.

Sakın kaçırmayın derim.

NOT: Yazıyı baskıya yollamadan önce bilgisayar arşivime bir göz attım. Fark ettim ki bu, Şalom’da Sahne Büyüsü başlığı altında yazdığım yüzüncü yazı. Ne mutlu bana ki, dört yıl boyunca hiç ara vermeden tiyatro izlenimlerimi sizlerle paylaşabilmişim. Yıllarca devam edebilmek umuduyla hepinize iyi seyirler diliyorum.