Modern fotoğrafın Kafka’sı olarak tanınan Diane Arbus’un çalışmaları, ikinci ArtInternational kapsamında İstanbul’da sergilenecek
Nicole Kidman’ın (Diane Arbus) başrolde oynadığı ‘The Fur’ adlı filmde; Diane Arbus’un hayatı, gelgitleri ve tüm yaşamı boyunca süren depresif ruh halinin yanısıra ucubelere duyduğu aşk, oldukça başarılı bir şekilde beyazperdeye aktarılmıştı.
Filmini ilk izlediğimde oldukça etkilenmiş, DVD kaydını aramış bulmuş, olayın bir de fotografik anlatımı yönünü incelemek istemiştim. Diane Arbus gibi bir kadın fotoğrafçı, döneminde ve sonrasında birçokları gibi beni de özellikle portrelerine getirdiği yorumla çok etkilemiştir.
Toplumda dışlanan ve anormal görünen bir adama âşık olan, dıştan her şey normal gözükürken içsel yaşadığı anomaliyi gizleyemeyen bir kadın olan Arbus’un hayatını merak ediyorsanız önce filmini sonra da ArtInternational’a gelecek olan retrospektif sergisini mutlaka izleyiniz.
Sergi Fotoğraf Sanatının Kafka’sı adını taşıyor.
Galerinin fuarda sergilenecek sanatçıları arasında iki büyük fotoğraf ustası daha bulunuyor: Herbert List ve Patti Smith. Bu yıl 26-28 Eylül tarihlerinde gerçekleşecek uluslararası sanat fuarı ArtInternational, New York’un en ünlü galerilerinden Robert Miller’ı İstanbul’da ağırlıyor. Galerinin İstanbul’a getireceği koleksiyonunda modern fotoğraf sanatının usta isimleri ve yaşadıkları dönemin ekstrem dünyalarına bakan Diane Arbus, Herbert List ve Patti Smith’in de yapıtları bulunuyor.
20.yüzyılın en çok tanınan kadın fotoğrafçısı Diane Arbus, Fotoğraf sanatının Kafka’sı olarak biliniyor. Kariyerine Vogue, Harper’s Bazaar gibi dergilere çektiği fotoğraflarla başlayan Arbus, eşinden ayrıldıktan sonra portre fotoğraflarına yöneldi. Arbus’un konuları ve modelleri hep, sirkler, eşcinseller, çıplaklar, akıl hastaneleri, fiziksel bozukluğu olan garip insanlar, üçüncü sınıf otel odalarını mesken tutan fahişeler, transseksüeller, cüceler, devler, kısacası toplumun ‘ucube’ saydığı ve ötelediği insanlar oldu. Sanatçının 1971’deki intiharından sonra Modern Sanatlar Müzesi’nde açılan retrospektif sergisi, müzenin o güne dek en çok ziyaret edilen sergisi oldu ve uzun yıllar pek çok ülkeyi dolaştı.
1923 yılında varlıklı bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Diane Arbus’un babası David Nemerov Rus bir göçmen, annesi Gertrude ise Fifth Avenue’da yer alan Russek Kürk Dükkânı’nın sahiplerinin kızıydı.
Diane’in hayatı boyunca depresyonlar içinde uyumsuz bir evlilik hayatı çerçevesinde yaşadı. Bu depresif ruh halinin kökenine bakıldığında her türlü zorlayıcı koşuldan arındırılmış ve korumacı bir ortamda adeta steril bir fanusta büyütüldüğü görülür. Kendisi de bu durumu “Acı çektiğim ve beni bu duruma sürükleyen olguların biri de; hiçbir zaman güç koşulları hissetmemiş olmak ve gerçek yaşamın dışına itilip sanal bir ortamda yetişmiş olmaktı” diye açıklar.
Yıllar boyu gelgitlerinin sürdüğü ruh hali ile kendine, ideal dünya arasında tuhaflıkların sürdüğü kaotik dünyayla köprü kurar. Ve bu köprüyü yaşamının son anlarına dek elinde kamerası ile geçer döner.
13 yaşındayken babasının dükkânında çalışan Allan Arbus ile tanışan Diane 18 yaşında evlenerek kocası ile birlikte moda fotoğrafçılığı yapmaya başladı.
Doon ve Yolanda isimli iki kızları olan çift 1959 yılında ayrıldı, 1969’da da boşandı. Eşiyle ayrılmadan önce birlikte çalıştırdıkları stüdyonun sanat yönetmenliğinden ayrılıp tek başına fotoğraf çekmeye başlayan Diane, 60’lı yıllarda Esquire ve Harper’s Bazaar’da yayınlanan ‘farklı’ fotoğrafları ile ün kazandı. Tuhaf ve gizli bir iç karartıcılığı olan fotoğraflarındaki özneleri toplumun dışına itilmiş insanları bulmak için onları evine kadar takip eden, onlarla konuşan ve saatlerini harcayan Diane, onların toplumda taktıkları maskenin ardındakini ruh dünyalarını çekmeye çalıştı.
İnsanlar tarafından ucube olarak görülen bu kimselerin görünenin ardındaki yüzlerini objektifinden yansıtan Diane Arbus, ‘freak photographer’ (ucube fotoğrafçısı) olarak ünlenmiştir.
Hayatı boyunca tuhaf insanları aramasının sebebi bu insanların içinde sakladıkları maskesiz, gizli yüzü ortaya çıkarma onları kendi bilinci ve ruh haliyle çatıştırarak kadrajına almak isteği oldu. Fotoğraflarındaki insanlar poz vermekten çok varoluşlarının temelindeki görünüşü ortaya çıkararak, fotoğrafı çekenle işbirliği içinde, en doğal hallerini sergiledi.
Fotoğrafları incelediğinizde Arbus’un her bir kare her bir portre için olağanüstü emek verdiği görülür. Bu garip ve toplumdışı varlıklar, Arbus’a nasıl bu kadar yakın ona poz verir durumu kabullenebiliyorlardı diye sormadan edemiyor insan.
Neden bir travesti Arbus’un kendisini takip etmesini ve onunla dostluk kurup, o dönemde sapkın olarak görülmesine karşın fotoğraflarının çekilip yayınlanmasına izin vermişti?
Bunun yanıtı Arbus’un fotoğraf felsefesinde yatar. Fotoğrafladığı her canlı onun ruh dünyasının ve varoluşunun bir parçası, onun aynası oldu. Bir ‘puzzle’ın parçalarını tamamlar gibi insanların yok saydıkları dışladıkları varlıkları fark edip onlarla dostluk kurup fotoğraflayarak adeta onların sözcüsü oldu. Onların sözcüklerle ifade edemediklerini kadrajında dile getirebilmiş onların varlık sebeplerinin bilinmesini ve kanıtlanmasını istemiş bir sanatçı oldu.
1971 yılında, 48 yaşında aşırı derecede ilaç alarak ve bileklerini keserek intihar eden Diane Arbus’ un çalışmaları dünyanın birçok sanat galerilerinde sergilendi. Bu alanda kızı Doon Arbus ve Marvin Israel annelerinin dünya görüşünü yansıttığı fotoğraflarını fotoğraf tarihinin ender belgeleri olarak yönetmiş düzenledikleri monografi ile de en çok satmış sanat kitapları arasına girmiştir.