Karaköy’deki yeni yerinde geçirdiği ilk yaz boyunca ikincikat, tiyatrosunu kapatmayarak bir ilk’e imza attı. Gerek İKSV’nin tiyatro festivali gerekse her yıl yapılmakta olan opera festivali, bahar aylarında gerçekleştiriliyor ve temmuz, ağustos, eylül ayları İstanbul’da tiyatrosuz geçiyor. Bu bakımdan özel bir tiyatronun, kısıtlı sayılabilecek olanaklarla, yazın en sıcak aylarında izleyicinin karşısına ilk kez çıkan dört yeni oyun sahnelemesini ve ortalama 50-60 seyircilik mekânı tamamen doldurarak izletebilmesini bir milat olarak görüyorum.
İstanbul’da yazın tiyatro yok değil. Şehir Tiyatroları sezonda sahnelenmiş ve beğeni toplamış oyunlarını açık havada birkaç kez tekrarlıyor. İKSV’nin iki yılda bir gerçekleştirdiği tiyatro festivalinde, bir yandan yurt dışından gelen üst düzey toplulukların oyunları sahnelenirken, diğer yandan da kentin önde gelen tiyatroları yeni oyunlarının prömiyerlerini yapıyorlar.
Ancak gerek İKSV’nin tiyatro festivali gerekse her yıl yapılmakta olan opera festivali, bahar aylarında gerçekleştiriliyor ve temmuz, ağustos, eylül ayları İstanbul’da tiyatrosuz geçiyor.
Bu bakımdan özel bir tiyatronun, kısıtlı sayılabilecek olanaklarla, yazın en sıcak aylarında izleyicinin karşısına ilk kez çıkan dört yeni oyun sahnelemesini ve ortalama 50-60 seyircilik mekânı tamamen doldurarak izletebilmesini bir milat olarak görüyorum.
Sami Berat Marçalı’nın tasarladığı ve ‘Yarının Oyunları’ olarak adlandırdığı proje, sadece ismiyle değil yapısı olarak da fazlasıyla iddialı. İlk olarak seyirciler arasında bir anket yapılarak en çok izlemek istedikleri konular sorulmuş. Anket sonucunda dört tema seçilmiş: dönüşüm, ahlâk, adalet ve medya. Mart başında yapılan basın toplantısında da bu konu başlıkları, seyircilerin gözleri önünde çekilen kuralarla yazacak, yönetecek ve oynayacak sanatçılara teslim edilmiş.
Sami’nin projesi son derece özgün ve ilginç ama özellikle yazarlar açısından bir o kadar da zor. Örneğin, kuraların çekildiği gün, Firuze Engin’in tek bildiği, iki erkek oyuncunun yorumlayacağı, ‘dönüşüm’le ilgili bir oyun yazması gerektiği ve en fazla 3-3,5 ayda oynanmaya hazır bir metin oluşturmak zorunda olduğuydu.
Firuze ‘Cambazın Cenazesi’nde, bir Rumeli köyünün turizme ve kentsel dönüşüme açılışının öyküsünü, eleştiri oklarının saplanmadığı kişi, kurum ya da bakış açısı bırakmayan kapkara bir güldürü olarak yazmış ve bu ironik komedinin bütün karakterlerini inandırıcı, kanlı canlı gerçek kişiler olarak var etmişti.
Rastlantılar, bu Trakya öyküsünün yorumlanmasını kurada bir Kürt kızına emanet etmiş, Berfin Zenderlioğlu, Firuze Engin’in dört dörtlük metnini, bedenin ses, hareket, düşünce, imgeleme, duygu, nefes vs. tüm olanaklarının kullanıldığı fiziksel tiyatro ile modern meddahı harmanlayarak sahneye koymuş, metnin geleneksel meddahla göbek bağını, işin içine gölge oyununu da katarak iyice pekiştirmişti. Oyunun kadınlı-erkekli, çocuklu-büyüklü 22 karakterini canlandırma görevini iki genç adama, İbrahim Halaçoğlu ve Tolga İskit’e bölüştüren Berfin, kendi seçimi olmayan bu ‘kuradan çıkmış casting’le de harikalar yaratmıştı.
Projenin ikinci oyunu ‘Poz’ da Cambazın Cenazesi gibi dört dörtlük, çok sağlam bir metindi. Deniz Madanoğlu kendisine kuradan çıkmış olan ‘ahlâk’ temasını, bireysel ve bir miktar da toplumsal ahlâksızlık üzerinden çok zekice sorgulamıştı. Poz, öykünün ve karakterlerin her an değişime uğradığı, kişilerin asıl kimliklerinin yavaş yavaş ortaya çıktığı, geçmişe dönük anıların hikâyenin her virajında altüst olduğu, karakterlerin ağızlarından çıkan her sözcükle, attıkları her adımla kendilerini ya da birbirlerini içinden çıkılmaz bir pislik bataklığına gömdükleri, ciddi toplumsal ve siyasi eleştiriler de içeren kapkara, traji-komik bir güldürüydü.
Poz için kuranın belirlediği yönetmen İlyas Odman zamanlama sorunları yüzünden projede yer almayınca oyunu Sami Berat Marçalı yönetmişti. Sami’nin izleyicinin merakını devamlı uyanık tutan, 90 dakikalık oyunu hiç sarkmadan soluk soluğa izleten başarılı yönetimi altında Banu Çiçek Barutçugil, Esra Dermancıoğlu, Selen Uçar ve Gülce Oral olağanüstü bir topluluk oyunu çıkarıyorlardı. Projenin mutfağının sorumluluğunu taşıyan Sami Berat Marçalı için, başta gerçek bir fenomen olan Esra Dermancıoğlu olmak üzere dört muhteşem kadınla çalışmak sanırım ki çok keyifli bir yorgunluk olmuştu ama, ardından gelen aksilikler silsilesi için aynı şey söylenemez.
Kurada ‘adalet’ temalı oyunu yazmak, bildiğimiz, tanıdığımız, sevdiğimiz deneyimli bir tiyatrocuya, Özer Arslan’a çıkmıştı. Ancak bir çeşit ‘esin tıkanması’ Özer’in oyunu bitirememesine sebep olmuş, iş başa kalınca, Sami, zamanla yarışarak, ham ve tamamlanmamış bir metinden izlenebilir bir oyun çıkarmak zorunda kalmış. Kuşağının en iyi yazarlarından biri bile olsa, başkasına ait bir yap/boz metinden anlaşılabilecek bir iş çıkarmanın yeni bir oyun yazmaktan çok daha zor olduğunu tahmin edebiliyorum.
Sıkıntı bununla da bitmemiş. Natamam metin ve dolayısıyla oyuncu kadrosunun karakterleri derinlemesine çözemeyişi, yönetmen Onur Karaoğlu’nun da prömiyere bir hafta kala havlu atmasına sebep olmuş. Faciaya beş kala, Sami Berat Marçalı ve yönettiği Aziz Caner İnan, Barış Gönenen, Neslihan Arslan, Özge Keskin ve Murat Mahmutyazıcıoğlu’dan oluşan oyuncu kadrosu bir mucize yaratmayı başarmış. Soluk soluğa heyecanla izlenen bir oyun çıkmış ortaya.
Gelelim Yarının Oyunları’nın sahnelenmeye yeni başlamış olan sonuncusuna:
İKİNCİKAT’TA ‘YARININ OYUNLARI-4’: Rüveyda