İKİNCİKAT’TA ‘YARININ OYUNLARI-4’: Rüveyda

Ağlamayı bilmez kadınlar… 
Kadınlar içlerini dökerler…
Acılarını çeker,
Korkularını yaşarlar…
Mutlu olur,
Sevinçlerini paylaşırlar…
Gözyaşlarıyla konuşur,
Gözyaşlarıyla susarlar…
İçlerini gözlerinin yaşıyla dışlarlar…
Ağlamayı bilmez kadınlar…
Bilseler ağlamazlar…

Erdoğan MİTRANİ Sanat
10 Eylül 2014 Çarşamba

Yarının Oyunları’nın ‘medya’ konulu son oyunu ‘Rüveyda’nın metni Sabahattin Yakut’un elinden çıkma. ‘Semaver Kumpanya’ ekibinden Yakut, kurucularından olduğu Açık Sahne’de 2013’den beri iki oyun yazıp yönetmiş. ‘Bir Kurşun Deliğine Kaç İnsan Sığar’da savaşın tam ortasında kalmış iki kardeş ve silahlarını birbirine doğrultmuş iki tarafın hayat kavgasını kurgulamış. ‘Doğal Seçilim Yoluyla Türlerin Kökeni ya da Hayat Kavgasında Avantajlı Irkların Korunumu Üzerine’de ise, fiziksel savaştan çok uzak coğrafyalarda yaşayan insanların bile kendilerine çok uzak olan savaştan nasıl etkilendiklerini üç farklı hikâye üzerinden anlatmış.

Dünyanın her bir yanında süregelen anlamsız kardeş kavgaları, mantık dışı savaşlar ve savaşın ortasında bile insanlığını yitirmemeye çalışan bireylerin sorunları Sabahattin Yakut’un devamlı ilgi alanında. Rüveyda’da, medya-insan ilişkisini, iç savaşın sürdüğü bir Arap ülkesinde, rastlantıların bir araya getirdiği iki bombacı kızla İsveçli fotografçı bir kadın üzerinden veriyor.

Metnin en büyük başarısı, artık ne yazık ki evrenselleşmiş olan iç savaş olgusunu, büyük laflar etmeden, yargılamadan, ‘terörist’ diye adlandırdığımız insanların gündelik yaşamı üzerinden anlatabilmesi. Olayın tamamı küçük bir evin oturma odasında geçiyor, Savaş varlığını dışarıdan gelen silah sesleri ya da fotoğrafçı kadının çatışmada yaralanmasıyla hatırlatıyor. Kızlar, çaylarını içip, börek hamuru yoğurur gibi, bomba imal ediyorlar. İşler, Rüveyda’nın yaralanan fotoğrafçıyı eve getirmesiyle karışmaya başlıyor...

Yakut, birbirini anlaması mümkün olmayan iki farklı dünyayı karşı karşıya getirdiğinde, iletişimsizliği aslında her biri kendi dilini konuşan üç karaktere de bunu Türkçe söyleterek zekice vurguluyor. İzleyici her üçünün de söylediğini anlıyor ama onlar birbirlerini hiç anlayamıyorlar. Bu durum, olaylara fantastik bir gerçeklik kattığı gibi, alt metin olarak medya ile sıradan insan arasında, aynı lisanı kullansalar bile aşılamayan uçurumu da vurguluyor.

Aksesuar olarak kullanılan gazetelerin Arapça olması, nerede geçtiği açıkça belirlenmeyen oyun için mekânı Filistin, Suriye ya da Irak olarak düşündürüyor ki, Rüveyda’nın kanımca aslında çok daha evrensel olan mesajı biraz kısıtlanmış oluyor. Keşke “gazeteler de bilinmeyen bir dilde olsaydı” diye düşünmedim değil.

Metin çok sağlam ama, sahneleme yine de tamamen sorunsuz olamamış. Kurada çıkan yönetmen Doğu Akal ve oyunculardan Goncagül Sunar projeye katılamamış. Lerzan Pamir’in yönettiği ve Gözde KocaoğluHeves Duygu Tüzünİpek Banu Kılar’ın yorumladığı oyun on yedi günde, yirmi provayla ortaya çıkmış. Pamir’in sahnelemesi de oyuncularının yorumları da çok başarılı.

Prömiyer sonrası oyun boyunca çok heyecanlı olduklarını söyleyen oyunculara bu heyecanın izleyiciye hiç ulaşmadığını ve dört dörtlük bir oyun çıkardıklarını söyledim. Uzunca bir aradan sonra Heves’i ‘Yalnızlar Kulübü’nden, İpek’i ‘Disosya’dan beri ilk kez sahnede görmek büyük bir keyif. Kişiliğiyle taban tabana zıt bir karakterde Heves çok etkileyici. Fiziğinin karakterine uygunluğunu iyi kullanan İpek’in başarılı oyunu için en doğru yorumu “Sen oyun boyunca İsveççe konuştun” diyen bir arkadaşımız yaptı.

Dört yıl önce ‘Punk Rock’ın yedi oyuncusu için “bu isimler geleceğin önemli oyuncuları olarak karşımıza çıkacak” diye yazmıştım. Beni haklı çıkaranlar kervanına son katılan Gözde Kocaoğlu. Rüveyda’yı severek, inanarak, kendine mal ederek büyük bir doğallıkla canlandırıyor.

Rüveyda, 20 Eylül’e kadar ikincikat’ta. Mutlaka izleyin derim.

Kolektifliği ve belirsizliği önemli bir noktada tutan Yarının Oyunları projesi, onar kez sahnelenen dört oyunun 24, 25, 26 ve 27 Eylül tarihlerinde son birer kez sahnelenmesinden sonra, 28 Eylül’de yine seyircilerin katılımıyla gerçekleştirilecek bir panelle son bulacak. İlk adımı onlarla atılan projenin son sözünü yine seyirciler söyleyecek.

 

NOT: 15 senedir sahneye çıktığı Bursa Ahmet Vefik Paşa Devlet Tiyatrosu’nda geçen yıldan bu yana müdür ve sanat yönetmeni olarak görev yapan Arzu Tan Bayraktutan, 2014-2015 sezonu açılış programı ve oyunları hakkında bilgilendirmede bulunduğu basın toplantısında bir gazetecinin “Neden hep aynı oyunlar, hep aynı isimler?” sorusuna, “Maalesef oyun yazarlığı olmadığı için kısır döngü devam ediyor” diye cevap vermiş, “Kıymetli yazarların oyun yazmaması Türk tiyatrosunun bir sorunu” demiş.

Kendisine naçizane bir tavsiyem var: Bir zahmet üç dört günlüğüne İstanbul’a geliversin ve Yarının Oyunlarını’nın eylül sonlarındaki son gösterilerini izlesin. ‘Kıymetli’ bulmadığı gençler tarafından her sezon onlarcası yazılmakta ve oynanmakta olan birbirinden iyi oyunlardan sadece bu dördünü bile seyretse Türk Tiyatrosunun asıl sorununun ‘kıymetli’ ödenekli toplulukların bağnazlığı ve statükoculuğu olduğunu fark edecek ve “Bu çocuklar tiyatro yapıyor da, acaba biz ne yapıyoruz,” diye düşünmeye başlayacaktır.