Yatırımları hangi enstrümana yapalım, nasıl daha fazla getiri elde ederiz, herkesin sorusu ve arzusu. Yatırım dünyasındaki terminolojik kavramları kısaca özetleyerek finansal okuryazarlığımızı güncelleyelim istedik bu yazımızda
Öncelikle yatırım yapabilmek için tasarruflarımızın varlığı gerekli. Bu noktada bize benzeyen ekonomilerin çok gerisindeyiz, tasarrufların GSYİH’ya oranı bizde yüzde 12,5 seviyesinde, gelişmekte olan ekonomilerde yüzde 33 seviyesinde. Tasarruf ‘Milli Gelir’ ile doğru orantılı. Yani ülkenin bir yıllık ekonomik büyüklüğünden olan GSYİH’dan amortismanlar, dolaylı vergiler gibi kalemler düştükten sonra en sonda bulunan rakamdır. Nüfusa oranladığımızda ‘Kişi Başına Düşen Milli Gelir’ bulunur. Tabii bu rakam rahmetli Barış Manço’nun merhaba dediği karşı komşu Ayşe Teyze ve emekli öğretmen Salih Amca için ‘Gelir Dağılımı Eşitsizliği’ nedeni ile hep tartışma konusu olur. Cüzdanda yıllık 10.000 dolar seviyesindeki kişi başına düşen milli geliri göremeyince ve farkında olmadan maruz kaldığı ‘Satın Alma Gücü Paritesi Kuramı’ ile enflasyon (fiyatlar genel seviyesindeki artış) olgusunu çarşıda pazarda yaşayıp cepten daha fazla para çıkınca meşhur soruyu sorarlar: “Hani ekonomimiz büyüyordu, gelirimiz 10.000 dolardı?”
PARA NEDEN TALEP EDİLİR?
Ekonomist Keynes yatırımlar için ‘Likidite Tercihi Teorisi’ ile bu duruma bir nebze olsun açıklık getirir. Paranın üç nedenle talep edildiğini söyler. İşlem güdüsü yani günlük ihtiyaçlar için, ihtiyat güdüsü ile kötü günler için ve eğer bunlardan sonra hâlâ para kalıyorsa, piyasadaki (hazine bonosu) faiz oranları değişiminin sağladığı fiyat farklılığı (arbitraj) avantajlarından faydalanarak para kazanma amaçlı spekülasyon güdüsü. Keynes ilk ikisi Milli Gelir ile alakalı, yatırıma neden olan sonuncu güdünün faiz oranları ile alakalı olduğunu söyler. Yani gelir varsa tasarruf, getiri imkânı varsa yatırım oluşur der.
Faiz, paranın zaman karşısındaki maliyeti, fiyatıdır. Kabaca, enflasyon (Paranın zaman karşısındaki yıpranma bedeli), risk primi ve kâr marjının toplamından oluşur diyebiliriz. Paranın arzı ile talebinin kesiştiği yerde fiyatı yani faiz oluşur. Para arzını emisyon bankaları yani Merkez Bankaları sağlar. Arz fazlalaşınca fiyatı yani faiz düşer, eğer bilançodaki karşılığı olan varlık kalemleri ile (altın, hazine bonosu, döviz rezervi gibi) ilişkisinden daha fazla basılırsa bu sefer de paranın değeri dolayısı ile satın alma gücü düşer. Faizlerin düşmesi ile banka kredilerinin istihdam yaratacak yatırımlara ve bu üretimleri karşılayacak tüketim odaklı harcamalara dönüşmesi ile beraber ekonomik büyüme (GSYİH artışı) oluşur. İstihdam ve üretim ile katma değer (vergisi) ve giderleri karşılayacak ve kamu bütçesinin dengesini sağlayacak diğer gelir kalemleri (SGK primi ve kurumlar / gelir vergisi gibi) artar. Eğer bu krediler, şu anda dünyada olduğu gibi bu yönde değil de, olması gerekenden daha fazla sermaye, döviz ve vadeli işlem piyasalarına gidiyorsa, o zaman kaldıraç etkileri nedeni ile daha fazla risk yaratıyordur ve 70 trilyon dolarlık dünya GSYİH’sı karşılığında sadece borsaların büyüklüğü aynı seviyede ise ve toplamda 700 trilyon dolarlık bir finansal piyasa büyüklüğü varsa, bu aradaki farkın düzeltme hareketleri yaratması kaçınılmazdır. Ve çok fazla para arzı bu düzeltmeler sonrasında, ister istemez satın alma güçlerini etkileyeceği için dünyada enflasyon oluşturacaktır.
PİYASA VE BORSA
Peki, piyasa ve borsa nedir? Piyasa fon arz eden ve ihtiyacı olanların buluştuğu fiziki veya sanal ortamlardır. Belli yazılı kurallar, organize olmuş bir çatı ve yerdeki piyasaya borsa denir. Piyasalar mali ve reel olarak ikiye ayrılır. Aynı şekilde, birincil ve ikincil ya da organize olan ve olmayan veya para ve sermaye piyasaları, spot ve vadeli piyasalar diye çeşitlenebilir. Birincil piyasa otomobilin galeriden alınması, ikincil piyasa açık oto pazarında satılması şeklinde örneklenebilir. Yani, bir menkul kıymetin ihalede ilk elden alınması ve ertesi gün itibarı ile (başka bir piyasada) satılmasıdır. Hazine ihalelerine halka arz durumu dışında yetkili finansal kurumlar girer. Merkez Bankası kamu finansmanında doğrudan bir kanal olmaması gerekliliği nedeni ile bu ihalelere direk katılamaz. İhaledeki finansal kurumlardan piyasa koşulları gereği bu bono ve tahvilleri alır, ki bu genelde piyasadaki para arzına (dolayısı ile enflasyona) müdahale etmek içindir. Merkez Bankası’nın bu şekilde bankalardan aldığı borçlanma enstrümanları (menkul kıymetler) bilançosunda ‘Açık Piyasa İşlemleri’ olarak görülür. Para piyasaları bir yıldan kısa, sermaye piyasaları bir yıldan uzun fonların buluştuğu yerler olarak tanımlanır. Bu buluşmalar döviz piyasası gibi tezgahüstü veya bir organize bir çatıda, örneğin Borsa İstanbul’un altındaki piyasalarda gerçekleşir. Eğer işlem ve takas günü aynı veya 1-2 gün sonra ise spot, daha uzun vadeler içinse vadeli işlem / piyasalardan bahsedilir. Borsa İstanbul altındaki VİOP Vadeli İşlem ve Opsiyon Piyasası’nda üç aylık bir döviz kontrat alındığında bu vadeli, Borçlanma Araçları Piyasası’nda bir bono satılması durumunda spot işlemden bahsedilir.
Tabii yatırımlar sadece döviz, çeyrek altın, hisse senedi, bono, tahvil, vadeli işlem kontratları ile sağlanmaz. Mevduat, yatırım fonu, bireysel emeklilik sözleşmesi, birikimli hayat sigortası, altın hesabı gibi finansal ürünler de bu amaca hizmet sağlar. Tabii en önemlisi, tasarrufun yatırıma dönüşebilmesi için harcamaların kontrolü de birikimlerdeki en önemli adımdır.