Son zamanlarda basketbol ve tenis dünyası çok hareketli. Kendimi ya birçok basket sever ile birlikte “EMİİİİİR” diye bağırırken, ya da “Artık Türkiye’nin bir Grand Slam şampiyonu var,” diye düşünürken buluyorum
Meyzi Adoni
Saatlerce düşündüm, acaba hangisinden bahsetsem diye. Ama hangi konuyu yazarsam yazayım, diğeri içimde kalacaktı. Ondan ben de ikisine de kısa kısa değinmeye karar verdim...
Basketbol Dünya Şampiyonası’ndan başlamak gerekirse; Türkiye hazırlık döneminde hiç de iyi bir profil çizmedi. Sadece iki maç kazanabildi ve bu iki galibiyette Porto Riko’ya karşıydı. 2010’daki Dünya Şampiyonası’nın finalisti olma güveni ve gururu ile gittiğimizden İspanya’ya, belki de çoğu kişi, grup aşamasında bu kötü oyunun değişeceğini düşündü. Benim gibi tedirgin olanlar da vardı aralarında. Grubun ilk maçında, Yeni Zelanda karşısında Türkiye kendi oyunundan uzak bir oyun sergilese de, son periyotta geriden gelerek maçı çevirmeyi başardı ve kupaya galibiyet ile başlamış oldu. Amerika maçında, milliler mükemmel bir oyun sergiledi diyebiliriz. Son çeyrekteki düşüş dışında bütün maç başa baş mücadele etti iki takım. Ukrayna maçına gelirsek... En iyi savunma yaptığımız maçlardan biri diyebiliriz. Fakat hücum bir türlü oturmayınca, maçı da kazanmak çok mümkün olmadı tabii.
Finlandiya karşısındaki maç, turnuvanın en heyecanlı anlarından biriydi. Bütün maçı geride götüren millilerimiz, Cenk’in son saniye üçlüğü ile maçı uzatmaya götürüp ordan maçı aldılar, ertesi günki Dominik galibiyeti ile de grubu ikinci bitirip, kendi hedeflerine ulaştılar, biz taraftarların da beklentilerini karşıladılar. Avustralya maçı ise, başlı başına bir hikâye oldu. Maçın gidişatını anlatmak yerine, sonunu anlatsak yaşadığımız heyecanı tarif etmeye yeter heralde. Fark iki sayı, Avustralya önde, top Emir’de. Emir son saniyelerde topu elinden çıkarıyor ve çığlıklar yükseliyor. Son saniye üçlüğü ile maçı kazanan biz oluyoruz. Böylece bu maç uzun zamandır en çok konuşulan maçlardan biri haline geliyor.
Bu noktada, baskete ara verip tenise dönmek istiyorum. Çünkü millilerimizin çeyek final bileti aldığı sıralarda, taaa New York’da ülkemiz adına çok önemli bir maç daha oynanıyor. Genç kızlar kategorisinde, İpek Soylu partneri ile çift bayanlar finalinde ülkemizi temsil ediyor. Belki de uzun süredir kimsenin hayalini kuramadığı, tarihe adını altın harflerle yazdıran bir an. Çünkü o akşam, Türkiye ilk kez bir Grand Slam şampiyonluğu ile gururlandı. İlk kez, Grand Slam şampiyonları arasına bir Türk bayrağı da girdi. Ve hep arka planda kalan, çok ilgi çekmeyen tenis, basketbol takımımızın çeyrek finale çıkma haberi ile birlikte yazıldı. Her zaman yapıldığı gibi arka plana atılmadı ve bence Türkiye’de tenise olan ilgiyi birazcık daha arttırdı.
Şimdi çeyrek final maçına geri dönersek, Litvanya oldukça zor bir rakipti. Maça iyi başlamamıza rağmen sonunu getiremedik ve maalesef maçtan boynumuz bükük ayrıldık. Fakat dünyanın en iyi takımlarının mücadele ettiği bir turnuvada son sekize kalmak, mucizevi maçlar kazanmak o kadar kolay bir iş değil. Çeyrek final büyük bir başarı ve inşallah daha ilerde daha güzel başarılar kazanırız.
Sonuç olarak; Türkiye’nin son haftalarda oldukça göğsü kabardı, oldukça heyecanlandı ve son saniye basketlerine sevinmekten etrafı çığlıklara boğdu. Benim gibi sesi kısılan da olmuştur diye düşünüyorum. Basketbolda güzel bir lig izleyeceğe benziyoruz bu sene, milli takımlar içinse gözümüzü 2015’e diktik. Teniste ise, artık Türklerin de yavaş yavaş konuşma vakti geldi diye düşünüyorum. İpek Soylu’nun şampiyonluğu, yeni ve kocaman bir kapıyı açmış gibi gözüküyor uzaktan...