Okurumuz Can Davit Kazancı, özellikle düğün törenlerinde okunan Anoten duasında dönemin cumhurbaşkanının adının geçmesinden yola çıkarak, bu geleneğin kökenini bulmaya çalıştı
Geçtiğimiz günlerde, sıradan bir pazar günüde, böyle bir yazı kaleme alacağımı bilmeden, evden Neve Şalom’daki bir düğüne gitmek için ayrıldım. Kişisel bazı işlerimden dolayı törene biraz geç kalmıştım ve bu sebepten acele bir şekilde salona giriş yaptım. O sırada aklıma geldi; 10 Ağustos 2014 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. cumhurbaşkanı olarak seçilmiş olan ve 28 Ağustos 2014’te görevi Abdullah Gül’den devralan Recep Tayyip Erdoğan’ın adını ilk defa bir sinagogda duyacaktım. Açıkçası o andan itibaren beklemeye başladım. Cumhurbaşkanının adının okunduğu zaman -en fazla beş saniye sürmüş olabilecek- bir fısıltı sesi salonu kapladı. O sırada sadece benim değil herkesin o anı beklediğini hissettim. Fısıltıdan hemen sonra aklıma gelen sorularsa bu yazının ana hatlarını oluşturmaya yetmişti bile.
Bu duada ne deniyordu? Neden biz devletin başına dua ediyorduk? Bu gelenek ne zaman başlamıştı? Bu uygulama sadece bizim toplumumuza mı özeldi yoksa diğer ülke cemaatlerinde de mevcut muydu? Bu sorulara verilen cevaplar yeni sorular doğurdu ve onların da yanıtlanmasıyla -eğer ilgilenirseniz- okuyacağınız bu yazı meydana geldi.
Başlangıç noktasını Türk Musevi Cemaati’nin internet sitesi olarak belirlemiştim. En azından yetkili bir merciden alınacak olan bilgi işimi kolaylaştırabilir diye düşünmeye başladım. Ancak siteyi ziyaret ettiğimde konuyla ilgili tek bir cümle dahi bulamadım. Bu durumun ardından gözüme Hürriyet Gazetesi’nin Pazar ekinde yayımlanan bir haber takıldı. 26 Aralık 2008 tarihinde “Yüce Rab Sayın Abdullah Gül’ü Korusun” başlıklı yazı özetle şu bilgileri içeriyordu:
“Yüce Rab, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ü korusun, kutsasın. Onun beraberinde olsun. Onu yüceltsin ve onu görkemli kılsın.”
Bu sözler sinagoglarda okunan Anoten duasının İbraniceden Türkçeye çevrilmiş bir bölümü. Bu dua, duahanlar (hazan) tarafından sinagoglardaki bazı özel törenlerin ardından okunuyor. Dönemin cumhurbaşkanı kimse, dua onun adı içinde geçecek şekilde icra ediliyor. Anoten’in kökü 15. yüzyılın sonlarına dayanıyor. İspanya’dan sürülen Yahudilere sahip çıkan Osmanlı Devleti’nde başlayan bu gelenek, Cumhuriyet dönemine kadar sultanların ismiyle okunan dualarla devam etmiş. Daha sonra Atatürk ile başlayan ve Abdullah’a Gül’e kadar devam eden süreçte bütün cumhurbaşkanları için okunmuş. Özellikle düğün törenlerinde okunan Anoten, Aaron Kohen’e göre Osmanlı topraklarında huzura kavuşan Musevilerin minnettarlığının bir göstergesi.
‘Bu duada en güçlünün Tanrı olduğu, yönetenlerin ihtiyaç duyduğu gücün onlara Tanrı tarafından verildiği özellikle vurgulanır, engelleri bertaraf etmek içindir,’ diyor Aaron Kohen. Anoten, siyasi ve ekonomik gelişmelere göre zorlu bir görev üstlendiği zaman başbakanlar için de okunuyor. Kohen ‘Duanın kesinlikle partilerle, siyasallaşma ile bir ilgisi yok,’ diyor.
İngiltere, Fransa, ABD gibi Yahudi toplumlarının yaşadığı ülkelerde de benzer bir geleneğin olup olmadığını sorduğumuzda Aaron Kohen buna benzer duaların örneğin Fransa Cumhurbaşkanı için de okunduğunu fakat bu ritüelin doğduğu yerin Osmanlı toprakları olduğunu söylüyor.”1
Hürriyet Gazetesi’nin bu haberi birçok şeyi açıklıyor gibi dursa da aslında aldığımız yolu bir maraton koşusunun ilk kilometrelerine benzetebiliriz. Çünkü Yahudilerin birden fazla kez zulümden kaçmak zorunda kaldığı ve 2. Bayezid’den başka kurtarıcılarının olduğu da aklıma geliyor. Bunun yanında haberin son bölümünde belirtilen “ritüelin Osmanlı’da doğduğu” bilgisini de aşağıda yazacağım bölüm ışığında sizin değerlendirmenizi istiyorum.
“Babil Kralı Nabukadnezar, MÖ 586’daki bir dizi fetih savaşları sonucunda Kudüs’ü ele geçirmeyi başardı. Musevi tapınağını ve Yehuda Krallığı’nı yıktıktan sonra o zamanki geleneklere göre, esir aldığı halkı Babil’e gönderdi. Aynı yüzyılda ancak yıllar sonra bu kez Babilliler, o sıralarda Suriye topraklarına ve hatta daha ötesine kadar uzanmış olan yeni bir imparatorluğun, Pers İmparatorluğu’nun kurucusu Medi Kiros tarafından alaşağı edildiler. Bu topraklarda yaşayan ve fethedilmiş halklar arasından bir grupla, fethedenlerin inançlarında bir benzerlik olduğu görüldü. Kiros Musevilerin İsrail topraklarına geri dönmelerine müsaade etti. Kudüs’teki tapınağın devlet bütçesi ile yapılması için emir verdi. Tevrat’ta Kiros’a Musevi olmayan başka hiçbir hükümdara gösterilmeyen, ancak birkaç Musevi krala layık görülen ölçüde büyük bir saygınlık gösterilmiştir. Babil’deki tutsaklığın ardından yazılmış olan İşaya (Yeşaya) kitabının son bölümünde şu çarpıcı sözler yer alır: ‘(Koreş-Kirus) çobanımdır ve bütün muradımı yerine getirecektir, diyen ve Yeruşalayim için: Bina olunacaktır ve mabet için: Temelin atılacaktır, diyen RAB benim.’ (İşaya 44:28) Hemen sonraki bölümde (bab’ta) ise daha ileri gidilmektedir. ‘Önünde milletlere baş eğdirmek,… için elini tuttuğu Kuriş’e (Kirus’a) mesihine, Rab şöyle diyor…’ (İşaya 45:1)”2
Örnekler sadece bununla da sınırlı kalmış değil; okuduğum bir yazıda şu bilgiler de mevcut: “Son yapılan araştırmalar bize Orta Çağ’da yaşayan Yahudilerin kendi yöneticileri için dua ettiklerini gösteriyor.” Biz 1492 yılında artık Yeni Çağ’da olduğumuzu biliyoruz. (Türkler Orta Çağ’ın bitişini 1453 İstanbul fethi olarak kabul ederken Avrupalılar ise o dönemi 1450 yılında Guteneberg tarafından matbaanın icadıyla sonlandırırlar.) Belgeyi okumaya devam ettiğimde işler daha da garipleşiyor. Çünkü belgede İspanya’daki Yahudilerin Kral Don Ferando’nun kutsanması, korunması ve yardıma ihtiyaç duyduğunda yardım edilmesi için Tanrı’ya yalvardıkları belirtilir. Don Ferando’nun aslında Kral Ferdinand olduğunu ve Kraliçe İsabella ile beraber Yahudileri 1492 yılında İspanya’dan kovdukları ise bilinen bir gerçektir.
Sonuç olarak bu geleneğin ilk olarak Pers İmparatorluğu’nun kurucusu Kiros için başladığına, daha sonra Yahudilerin yaşamış oldukları çoğu ülkedeki devlet liderleri için devam ettirdiklerine ve 1492 göçünden sonra Osmanlı İmparatorluğu’na getirildiğine inanıyorum. Dile kolay geliyor ama yaklaşık olarak 2500 sene önce başlamış olan bu gelenek artık Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için sürdürülecek. Daha önce yukarıda belirttiğim kişiler yanında hepimizin yakından bildiği Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, 2. Mahmud, 2. Abdülhamit, Vahdettin gibi isimler için de uygulanan bu geleneğin kendisi üzerinden Türkiye’yi koruması en büyük dileğim. Özellikle Ortadoğu’nun ve dış politikamızın şu anki durumuna baktığımızda buna ihtiyacımız olduğunu da unutmamız gerekir.