Türkiye Cumhuriyeti’nde Antisemitizm zaman zaman yükselişe geçti. Geçen hafta Cumhuriyet’in ilk döneminde yaşanan antisemit olayların nedenlerine değinmiş ve Elza Niego Olayını anlatmıştık. Bu hafta Trakya Olayları, Varlık Vergisi ve İsrail Devleti kurulduktan bu yana yaşanan antisemit olayları inceledik
TRAKYA OLAYLARI
Uzunköprülü Osmanoğlu Rasih Trakya’da Yahudilerin öldürülmesini talep edecek düzeyde ağır bir antisemit yazı yazmıştı.1934’te haziran ayında Çanakkale’de ticari boykot ilan edildi. Antisemitler, İsmet Paşa’nın da adının arkasına saklanarak ‘Trakya Yahudilerinin İstanbul’a sürülmesinin istendiği’ şayiasını yaydılar ve olaylar patlak verdi. Çanakkale’de Yahudilere çeşitli fiziki saldırılarda bulunuldu; bazı yağma, para sızdırma, dayak ve ırza geçme olayları oldu. Yahudiler İstanbul’a sığındı. Kırklareli, Edirne, Uzunköprü, Silivri, Babaeski, Lüleburgaz, Çorlu ve Lapseki kent ve kasabalarında da saldırılar oldu.
4 Temmuz 1934’te Trakya’da yaşayan 15 bin Yahudi’nin çoğu İstanbul’a geldi. Olayları İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ‘Türkiye için kara bir leke’ olarak değerlendirdi. Sıkıyönetim ilan edildi. Gazeteler, yerli yöneticileri suçladılar. Cumhurbaşkanı Atatürk’ün başkanlık ettiği özel bir oturumdan sonra yapılan açıklamalar, olayların Nazi eğilimli Turancıların tahriki ile ve serseri takımının girişimleri ile yapıldığını ifade ettiyse de tek elden aynı anda başlatıldığı şaibesi hala araştırmacıların dikkatini çekmekte. Yabancı bir kaynak, Yahudilere karşı düzenlenen ve ölümlere de sebebiyet veren saldırıların ‘ Sadece Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Hıristiyan toplumların kışkırttığı antisemitizm virüsünün yayılması’ olarak nitelendirebileceğini belirtmektedir.
1936 yılında azınlıkların faaliyetlerini sınırlayan iki yeni yasa çıkarıldı. Kurumlarla ilgili birinci yasa, Yahudi kurumlarının faaliyetlerini o kadar sınırladı ki; bazı örgütler kapanmak durumunda kaldılar. İkinci yasa olan Vakıflar Yasası da, her vakfın tek bir mütevelli tarafından yönetimini öngördü. Bundan sonra ne genel kurul toplantıları, ne de yönetici seçimleri yapılabilecekti.1938 yılında Avrupa da ağırlaşan antisemitizmin etkisinde kalan milletvekili Sabri Toprak TBMM’ye sunmuş olduğu iki yasa tasarısının birincisinde Türkiye’ye Yahudi mültecilerinin girişini sınırlandırılmasını; ikincisinde de azınlıkların Türkçeden başka dil kullanılmamasını, Türk adları almalarını ve Müslüman olmalarının yasaklanmasını talep etti; ayrıca Yahudiler sadakatsizlikleriyle suçlandı fakat yasa tasarıları reddedildi.
VARLIK VERGİSİ
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye savaşa girmediyse de Almanya Türk kamuoyunu amaçları doğrultusunda etkilemeye çalıştı. Gazeteciler, sanat ve ilim adamları sık sık Almanya’ya çağrılıp, Alman ideolojileri telkin edildi.1940 yazısından 1943 ilkbaharına dek Yahudilerin seferberliklerinde farklı işlemler yapıldı. Birçoğu yalnız Yahudilerden kurulu birliklere yerleştiler, ne silah ne de belli bir görev verilmeden kötü koşullar altında tutuldular.
Gayrimüslimleri de kapsadığından ötürü Yahudilerle doğrudan ilgisi olan diğer önemli bir konu da Varlık Vergisi’dir. Ekonomik bunalımın halledilmesi amacıyla azınlıklara varlıklarının çok üstünde tahakkuk ettirilen bu vergi sırasında Yahudiler istifçi, karaborsacı ve vurguncu olarak nitelendirildi. Borçlarını ödemeyenler kış şartlarında taş kırmaya gönderildi. Gönderilen 1500 kişiden 800’ü Yahudi’ydi. Ölenler, hastalananlar oldu. İzmir Yahudi toplumunun önde gelenleri Sanayi Bakanlığı’nda görevli Şevket Süreyya Aydemir’den vergiye karşı müdahalede bulunmalarını istedi; fakat Aydemir, Yahudilerin zenginleştiği dönemde, Türklerin savaştığını savundu. Hâlbuki Osmanlı yasa ve kurallarını Osmanlı padişahları koymuştu.
Tanzimat’tan sonra Yahudiler de askerlik yapmış, Çanakkale’de çok kayıp vermişti. Üstelik Yahudilerin çoğu İstanbul’un en fakir semtlerinde yaşıyordu ve zenginleştiklerini iddia etmek zordu. Bununla beraber Varlık Vergisi’nin antisemit bir olay olarak nitelendirilmesi için daha çok resmi bilgi gerekmektedir. Ne var ki, Varlık Vergisi birçok Yahudi’nin tüm servetini yitirmesine neden olduğu gibi İsrail Devleti’nin kurulmasıyla beraber bu ülkeye büyük bir Türkiye Yahudi göçü oluşmasında önemli bir etken olmuştur.1943 sonlarına doğru Alman tehlikesinin azalmasıyla beraber, bu vergi ile ilgili uygulamalar yürürlükten kaldırıldı. Basında azınlıklara ve özellikle Yahudilere yapılan saldırılar durdu. Bilakis verginin antisemit olmadığı şeklinde özür ve savunma karışımlı yazılar yayımlandı ve o zamanki İstanbul Defterdarı Faik Ökte’nin bir facia olarak adlandırdığı Varlık Vergisi sayfası kapandı.
İkinci Dünya Savaşı süresince tüm dünya ülkelerini saran antisemitizm süreci içinde tüm ülkeler kapılarını Yahudi mültecilere kapattılar. Türkiye’de sınırlı sayıda bilim adamından başka mülteci kabul etmemiş fakat özellikle Avrupa’daki Türk konsolosları Türkiye kökenli Yahudilerin temerküz kamplarına gitmemeleri için cansiperane bir çalışma izlediler ve vatandaşlık belgesi sağladılar.
1946’da demokrasiye geçilmesiyle beraber partiler Yahudilere açıldı; çeşitli Yahudi dernekleri açıldı, yeni Yahudi gazeteleri kuruldu. Ancak liberalleşme ters etkiler de yaptı.1934 Trakya Olayları’nda önemli bir sorumluluk taşıyan Nazizm taraftarı Cevat Rıfat Atilhan Milli Kalkınma Partisi’ne katılarak, bu partiye antisemit bir kimlik kazandırtmaya çalıştı. Bu partide benimsenmeyerek partiden atılınca, bu kez İslami aşırı sağda ortaya çıktı. Bu eğilim özellikle Necip Fazıl Kısakürek’in ‘Büyük Doğu’ dergisinde belirgindi. Bu dergi sonunda hükümetçe kapatıldı. 1946 seçimlerinden sonra başbakan olan Recep Peker, azınlıkların tam bir eşitliğe sahip olmaları gerektiğine değinirken, antisemitizmi de 20. yüzyılın yüzkarası olarak nitelendirdi.
İSRAİL DEVLETİ'NDEN SONRAKİ ANTİSEMİTİZM
1947-1948 yılında Türkiye Arapların tezini destekleyerek Bileşmiş Milletler’deki oylamada İsrail’in kurulmasına karşı oy kullandı. Ancak BM kararı, Yahudi tezine uygun olarak Filistin’in ikiye bölünmesi yolundaydı. Bu kararın sonunda İsrail Devleti kuruldu, fakat Araplar bu kararı kabul etmeyerek derhal saldırıya geçtiler. Bu ilk İsrail-Arap savaşında Türkiye tarafsız kaldı, fakat kamuoyunun çoğu Arapları tuttu. Yeni kurulan antisemit eğilimli mizah dergileri ve gazeteler savaşın gelişimini tek taraflı ve Yahudileri alçaltıcı bir şekilde verdiler. İsrail ve Türk Yahudileri arasında bu açıdan ayırım yapılmadı. Savaş İsrail’in lehine sonuçlandı ve Türkiye Yahudileri İsrail’e kitlesel olarak göç etmeye başladılar. Türk kamuoyu bu göçü çok kötü karşıladı. Hasan Saka hükümeti Yahudilerin Türkiye’den çıkışını yasakladı. 1949’da Şemsettin Günaltay hükümeti bu kısıtlamayı kaldırdı. Dört yıl içinde Türk Yahudilerinin çoğu İsrail’e göç etti. Bu toptan göç Türk Yahudilerinin Türkiye’deki yaşam koşullarının her bakımdan mükemmelleştiği bir dönemde gerçekleşti. Üstelik göç edenler, İsrail Devleti’nin ilk yıllarındaki tüm zorluklarına ortaktılar… Toptan göçün temel nedeni 1941-1943 yıllarındaki zorlukların, Varlık Vergisi’nin ve zorunlu çalışma kamplarının hafızalardan silinmemesi idi…
6-7 EYLÜL OLAYLARI
1955 yılında ‘6-7 Eylül Olayları’ cereyan etti. Kıbrıs hadisesinin alevlendiği bir ortamda reaksiyon olarak görülen bir tertiple başlayan olaylarda hedef Rumlardı, fakat hemen hemen bütün azınlıkların dükkânları ve mülkleri yağmalandı. Bu olaylardan sonra 4000 Yahudi ülkeden ayrıldı. Bu olay, topluma mal edilemeyen ve özellikle antisemit niteliği vurgulanabilecek türden değildir. Müteakip yıllarda ciddi antisemit olaylar olmadı. Ancak ‘Türkiye’de Aydınların Gözüyle Yahudiler’ adında ve 20 yıl kadar evvel yapılan araştırmada aşırı dinci akımların, antisemitizmi, İsrail’in varlığını ana neden olarak oluşturmaya başladıklarını, aydınların ifadelerinde izlemek mümkündür. Türkiye’de antisemitizmle ilgili ve 1997’de Adana’daki lise ve üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırma ise önemli bir önyargıyı ortaya çıkarmaktadır. Öğrencilerin yüzde 54’ü Yahudileri potansiyel tehlike olarak görmektedir; Müslüman olarak Yahudileri reddetmeyelim diyenler yüzde 53;Yahudiler tarihte pek çok kötülük yaptı diyenler yüzde 71,Yahudilerin ülkemizi terk etmeleri bizim için çok iyi olur diyenler ise yüzde 62 oranındaydılar. Daha sonraki yıllarda İsrail-Filistin çatışmalarının etkisiyle Türkiye’de gelişen Yahudi karşıtı atmosfer, bu tedirginliğin artmasına neden olmuştur. Örneğin İsrail ordusunun Nisan 2002 başlarında Batı Şeria’daki Filistin kentlerini işgali Türkiye’de çeşitli tepkiler aldı. Bunların arasında Şalom gazetesinin aldığı tehdit dolu mailler de yer aldı. Gazetenin yetkilileri İsrailli olmadıklarını, Türk Yahudi’si olduklarını, bu çatışmaların bitmesini istediklerini ve ne bir Yahudi’nin ve ne de bir Müslüman’ın ölmesini istemediklerini vurguladılar.
Temmuz 2003’te Toplumsal Katılım ve Gelişim Vakfı’nın AB desteği ile yürüttüğü araştırma, 12 ildeki 16-27 yaş arası 1223 kişi arasında yapıldı. Komşuları arasında görmek istemedikleri kişiler arasında Yahudiler yüzde 49,5 oranındaydı. Ağustos 2003’te diş hekimi Yasef Yahya muayenesinde sırf Yahudi olduğu için bir terör çetesince katledildi.15 Kasım 2003 Cumartesi günü 09:30’da Şişli Beth İsrael ve Kuledibi’ndeki Neve Şalom sinagoglarının önünde bomba yüklü iki kamyonet infilak etti. Uluslararası bir terör örgütünün düzenlediği suikastta altısı Yahudi toplam 25 kişi öldü. 300’den fazla kişi de yaralandı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan saldırıları lanetlediğini belirterek uluslararası teröre karşı ortak bir mücadele platformu oluşturulması gerektiğini belirtti.
Keza 2006’daki İsrail-Lübnan harekâtında ve 2011’deki Mavi Marmara olayında benzer nümayişler oldu. Bu yıl İsrail’in Gazze’de gerçekleştiği harekâtta tepkiler doruğa çıktı. Antisemitizmin tırmandığı bu dönemde bir kısım basın ve kuruluş Türk Yahudi Cemaati’nin olayı kınaması gerektiğini dile getirdiler. Hükümet Türk Yahudilerinin Türk vatandaşı olduğunu ve Türkiye Cumhuriyetinin güvencesi altında olduğunu vurguladı. Halkın çoğu İsrail ve Türk Yahudileri arasında gereken tefriki yapamamakta ve esasen ne Türk Yahudilerini iyi tanımakta ne de Filistin-İsrail konusunu derinlemesine bilmekte…
Müslümanlar, hakları kanunlarla garanti alınan Yahudi komşularını asla yabancı görmemişlerdir. Örneğin 870 yılında İslam dünyasını gezen Frank keşiş Bernard, Mısır ve Filistin’de Müslümanlarla gayrimüslimler arasında hiçbir problem olmadığını ve bunların çok iyi komşuluk ilişkisi içerisinde bulunduklarını belirtir. Yahudi kaynaklarda da Yahudilerin Müslümanlarla karışık mahallelerde yaşamaları ve komşuluk ilişkilerine ait pek çok örnek vardır. (İslam Toplumunda Yahudiler, s.454, Nuh Arslantaş). Öte yandan ‘Dina Demalhuta Dina’ (Devletin yasası yasadır) adındaki Talmudik ilkeye göre; Yahudilerin yaşamış oldukları ülkedeki yasa, birinci planda gelir. Yahudilere karşı duyulan itimadın temeli olan bu ilkenin yanı sıra konusunda Atatürk’ün şu beyanatını da zikretmekte yarar vardır: ‘Unsur-u hâkim olan Türklere tevhid-i mukadderat etmiş sadık unsurlarımız vardır ki, bilhassa Museviler, millete ve vatana sadakatlerini ispat ettiklerinden, şimdiye kadar müreffehen imar-ı hayat etmişler ve bundan böyle refah ve saadet içerisinde yaşayacaklardır.’(Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İzmir,1923)
Günümüzde 15.000 dolaylarında bulunan Türk Yahudi Cemaati, yüksek ölüm oranı, karışık evliliklerin artması ve yurt dışına göçler nedeniyle, yukarıda zikredilen niteliklerine ve ülkeye katkılarına karşın çok eski bir tarihçe ve kültür birikimleriyle beraber ironik bir şekilde esasen zaten kendi kendini tüketmektedir.
BİTTİ
yazının birinci bölümü
https://www.salom.com.tr/haber/92393